BÖLÜM 36
TEBUK SEFERİ
36.1. Gassanilerin Medine’ye Baskın Planları
Mekke’nin Fethi sonrasında, Bedevi Arap kabileleri peş peşe İslam Cumhuriyetine / dinine katılım yapmaktaydı. Böylece Medine’de bir şehir devleti olarak kurulan İslam Cumhuriyeti sınırlarını tüm Arap yarımadasını da içine alacak şekilde genişletmişti. Kuzeyde Şam merkezli Hristiyan Gassani Devleti için bunun anlamı, artık Mekke’yi de içine alarak oldukça güçlenmiş, “siyasi ve askeri” bir tehdidin sınırlarına kadar dayanmış olmasıydı.
Gassaniler, Kahtani Yemen Araplarındandı. MÖ 525 yılında Yemen Sebe Devletine ait Maarib Barajı’nın yıkılması ile yaşanan felaket sonrası, Sebe halkının bir kısmı Suriye topraklarında yerleşmişlerdir. Gassaniler bu bölgede bir devlet kurmuş ve Bizans İmparatorluğunun siyasi otoritesi altında Hristiyanlaşmışlardı. Onlar Bizans’ın ileri karakolu olarak görev almışlardı.
İslam Cumhuriyetinin Arap yarımadasında birliği sağladıktan sonra hakimiyet alanını kuzeye doğru genişletmeye çalışması, Gassani Devleti yönetimini tedirgin etmiş ve bu nedenle onlar bölgedeki gelişmeleri Bizans’a iletmişlerdi. Ayrıca Medineli münafıkların başı olan Abdullah b. Ubey’in kuzeni olan Ebu Amir de İslam Cumhuriyetinin bu ilerlemesinin durmayacağını ve Suriye, hatta Bizans’a kadar genişleyeceğini söyleyerek Gassanileri ve Bizans’ı İslam Cumhuriyetine karşı kışkırtıyordu. Ebu Amir Hristiyandı ve Hz.Muhammed’in@ Medine’ye gelmesinden sonra Mekke’ye gitmiş ve Medine İslam Cumhuriyeti ile olan bütün savaşlarda önemli rol oynamıştı. Bedir Savaşına katılmış, Uhud Savaşında Hz.Muhammed’in@ de düştüğü hendekli tuzakları kazdırtmıştı. Mekke’nin fethinden sonra ise Ebu Amir, Gassani ve Bizanslıların İslam Cumhuriyeti Başkenti Medine üzerine güçlü bir ordu göndermeleri için çaba harcamaktaydı. ([1]) Gassani Kralı da bu hususta istekliydi. Bu nedenle Bizans’ın desteğine müracaat ettiler. Bizans’tan askeri destek sözü alındıktan sonra Medine’ye bir sefer yapma hazırlıklarına başlanıldı.
Bir taraftan Şam’da bu hazırlıklar yapılırken diğer taraftan Ebu Amir’in direktifiyle münafıklar, İslam Cumhuriyetine karşı yapılacak operasyonları örgütlemek için Medine’de bir üs yapma yoluna gittiler. Dikkat çekmemek için bu üssün mescit olarak inşa edilmesini en uygun yöntem olarak seçtiler ve Mescid-i Dırarı inşa ettiler. Gerekçe olarak da Mescid-i Nebevi’nin uzak oluşunu gösterdiler. İnşa ettikleri mescidin başkaldırı operasyonları merkezi oluşunu kamufle etmek ve meşru hale getirmek için samimi müminlerden bazılarının da desteğini aldılar ve açılışı için Hz.Muhammed’in@ bu mescidde namaz kıldırmasını talep ettiler.
Şam’daki sefer hareketliliğine ilişkin istihbarat Nebatiler ([2]) tarafından Hz.Muhammed’e@ ulaştırılınca Hz.Muhammed@ hemen karşı atağa geçti ve sefer hazırlıklarına başlanması talimatı verdi. Sefer hazırlıkları ile Mescid-i Dırarda namaz kıldırma talebi aynı zamanlara geldiği için Hz.Muhammed@ bu isteği yerine getirmeyi seferden dönünce yapma sözü verdi.
Tebuk Seferi için Medine’de hummalı bir hazırlık çalışması başlatıldı. Fakat Tebuk Seferi hazırlıkları çok yavaş yürüyordu. Zira bu sefer oldukça zorlu bir sefer olacaktı. Sefer hem çok uzak bir yere yapılacak hem de düşman çok kuvvetli idi. Müminler İslam Cumhuriyetinin sınırlarının çok genişlemesinin ve başarılı fetihlerin rehavetine kapılmışlardı. Münafıklar ise artık son ümitlerini Şam’dan gelecek Gassan ve Bizans ordularına bağlamışlardı. Onların Hz.Muhammed’in@ iktidarını devirmede muvaffak olmaları için bu seferin engellenmesine olanca güçleriyle çaba sarf ediyorlardı.
Güçlü Bizans ve Gassan ordusuna karşı savaşmak üzere düzenlenen Tebuk’e kadar gidecek İslam Ordusu çok donanımlı ve kalabalık olmalıydı. Herkesin orduya hem asker hem de mali olarak katkı sağlaması başarı için şarttı.
36.2. Tebuk Seferi Hazırlıkları Kapsamında Bölge Halkına Yapılacak Propaganda
Bu hazırlıkların yanında seferin yapılacağı bölge halkına ve yöneticilerine yönelik propagandanın yapılması gerekliydi. Zira savaş sadece meydanlarda kazanılmazdı. Savaş güzergahındaki halkın gönüllerinin kazanılması, meydanda zafer kazanmak kadar önemliydi.
Tebük’e yapılacak sefer ile Bizans’a ve Gassanlılara karşı olası bir savaşta başarı kazanılacak olursa bölge kabilelerinin İslam Toplumuna katılma şansı çok fazla olacaktı. Eğer savaş yapılmayacak olsa bile bu sefer ile Bizans’tan ve Gassanilerden korkulmadığının, onlara kafa tutulduğunun gösterilmesi bölgedeki kabilelerin İslam Cumhuriyetine isteyerek ya da korkarak katılımlarını sağlayacaktı. Ama sefer öncesinde bölge halklarını kazanacak propaganda yapılmalıydı. Bu konuda nasıl bir söylemle propaganda yapılacağına ilişkin rehberliği Cenab-ı Hak yaptı ve elçisine bu konuda Tevbe Suresinin ilgili ayetlerini inzal etti.
Cenab-ı Hak önce bütün müslümanları Hristiyan olan Gassanilere karşı savaşmaya davet etti. Bu savaşımın onlar teslim oluncaya kadar sürdürülmesini emretti. Onlarla savaşmanın gerekçesi olarak da onların Allah’ın Dininin / Devletinin egemenliğini ve peygamberini tanımadıklarını ve Allah’ın nurunu söndürmeye çalıştıklarını yani Medine’ye saldırı hazırlığı içerisinde olduklarını bildirdi. Bu nedenle onlar saldırmadan Müslümanların onlara saldırması ve onları boyun eğdirinceye ve cizye vergisi vererek İslam Cumhuriyetine bağlanıncaya kadar onlarla savaşılmasını emretti. ([3])
29- Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen / Allah’a başkaldıran ve O’nun gelecek vaadini reddeden, Allah'ın ve Peygamberinin yasaklarını tanımayan ve hak dini / adalet yolunu din /yol edinmeyen kimselerle, boyun eğerek kendi elleriyle cizye vergisi verinceye kadar savaşın. (Tevbe Suresi 29)
Bu bildirimi müteakiben Cenab-ı Hak, gidilecek bölgede mukim olan Hristiyan Arapların İslam Topluluğuna katılması için yapılacak propaganda için ihtiyaç olan söylemleri bildirdi. Seferin yapılacağı bölge halkına yapılacak söz konusu propagandanın söylemlerinde bölge halkının ağır vergilerle sömürüldüğü ve toplanan vergilerden halkın faydalanamadığı işleniyordu. Şöyle ki bütün toplumlarda / Devletlerde Allah (yani toplum) için toplanan vergiler vardır. Fakat şirk toplumlarında toplum için tahsil edilen vergilere ek olarak kutsal kabul edilen kişi, kurum ve sınıflar içinde vergi toplanır. Bu nedenle toplumun üzerine ağır vergi yükleri gelir. Ayrıca bu şirk unsurları için toplanan vergilerden halk istifade edemez. Eğer bu durum halka yapılacak propagandada gündeme getirilirse halk kazançlarından alınan bu vergi yükünden kurtulmak isteyeceklerdir. Özellikle halka hizmet için / halkın faydasına denilerek toplanan vergilerin kendilerine geri dönmediği işlenecek olursa halk yöneticilerine itirazlarını yükseltecektir. Dahası Bizans’a bağlı olan Gassan Devleti halktan Bizans’a bağlılığının bedelini de ödüyordu. Hem Kilisenin hem de devletlerinin halktan topladıkları vergiler altında ezilen halk, bu yüklerden kurtulmak isteyeceklerdir. Cenab-ı Hak bu bölgedeki Kitap kabile halklarının kolayca Medine İslam Cumhuriyetine bağlanmalarını sağlamak için gerekli propaganda malzemesini idari ve mali yönden sömürülme üzerine teksif etti. Yapılacak propaganda da bu bölgedeki ehli kitap kabilelerin Allah’tan başka ilahlar edindikleri ve kutsal tanıdıkları bu ilave tanrıların emir ve isteklerine boyun eğen halkın sömürüldüğü vurgusu yapıldı.
Halbuki Hz. İsa’nın asla böyle bir kutsal sınıf ve tanrıları kabul etmediğini ve bunlar için herhangi bir vergiyi de öngörmediği bildirildi. Ama bu bölgelerdeki ruhban ve ileri gelenler Bizans’ın teslis dininden etkilenerek onları taklit ettikleri ifade edildi. Daha önceleri Hristiyanlığın (Yahudiliğin) tevhit dinini tercih eden bu bölgenin ehli kitap kabileleri zamanla Bizans’ın teslis modelini kendilerine örnek aldıklarına işaret edildi. Bizans’ın şirk sistemini taklit ederek Allah’ın oğlunu temsilen kutsal kilise ve Hz. Meryem ya da Ruhul Kudusü temsilen kutsal kılınan imparatoriçe veya parlamento namına haksız bir şekilde yüklü vergiler topladıkları söylendi. Kilise mensuplarının ve diğer ileri gelenlerin kendi sınıfları için topladıkları vergiler ile büyük servet biriktirdikleri ve bu servetleri asla Allah yolunda / halkın hizmetinde harcamadıkları açıklandı. ([4])
Yapılacak bu propaganda, bölgedeki kabilelerin halkları tarafından gayet net, açık ve anlaşılır bir şeydi. Zira sıkıntıyı bizzat onlar yaşıyorlardı. Bu propaganda onlara müspet etki edecekti. Üstelik İslam Cumhuriyeti hâkim olacak olursa onların bu saltanatına, keyfiliğine, sömürüsüne son vereceğini ve ellerindeki serveti alıp o zalimlere çok büyük bir azap ile azap edileceği bildirildi. Ahiretteki azabın ise çok daha korkunç olacağı belirtildi.
Bu propaganda karşısında halkın kendi kabile reislerini de bu sömürüden kurtulmaları konusunda zorlayacakları açıktı. Eğer yapılacak propagandanın yanında onları bu zalim iktidarların hışmına karşı İslam Cumhuriyetinin kendilerini koruyacağı ve bu hususta yeterli güce sahip olduğu gösterilecek olursa bölge kabilelerinin İslam Cumhuriyetine katılımı kolaylaşacaktı.
Söz konusu propagandayı içeren ayetler önce müminlere hitaben yapıldı ([5]) ve sonrasında bölgedeki kabilelere iletildi. Böylece müminlerin Tebük seferi ile yapacakları seferin amacının o bölgelerdeki halkı sömürgeci ruhban, bilgin ve devlet adamları sınıfının tasallutundan kurtarmak olduğu vurgulandı. Ayrıca İslam Ordularının Tebük’e sefer düzenlemesinin sebebinin onların Medine’ye saldırarak Allah’ın Devletini yıkmaya / Allah’ın nurunu söndürmeye yönelik girişimleri olduğu belirtildi. Böylece İslam Ordusunun bu harekatının meşru bir müdafaa olduğu ifade edildi.
30-35- (Sefer Bölgesindeki) Yahudiler: “Üzeyir Allah'ın oğludur” dediler / diyorlar. (Aynı bölgedeki) Hristiyanlar da: “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. / diyorlar. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerdir. Önceden inkâr etmiş olanların (Bizanslıların) sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin. / Yazıklar olsun onlara. Kendilerini Hak olandan nasıl da saptırıyorlar. Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar, yalnızca O tek ilaha kulluk etmekle emrolunmuşlardı, ki O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştuklarından münezzehtir. / yücedir. Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. / tamamlayacaktır. Allah'a ortak koşanlar istemese de hak dini / İslam’ı / Barışı / hukuku bütün dinlerden üstün kılmak için Peygamber'ini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yemekte ve Allah'ın yolundan alıkoymaktadırlar. Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayan (bu haham ve rahipleri) acıklı bir azapla müjdele! Yığıp biriktirdikleri altın ve gümüşler, cehennem ateşinde kızdırılacak ve onların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacağı gün “İşte bunlar kendiniz için yığıp biriktirdiğiniz şeylerdir. Şimdi tadın bakalım onu” denilecektir. (Tevbe Suresi 30-35)
36.3. Savunma Amacıyla Savaş Haram Ayda Bile Olsa Meşrudur
Tebuk seferi haram aylardan Recep ayı içerisinde yapılacaktı. ([6]) Muhtemeldir ki Gassaniler ile anlaşan müslüman görünümlü Medineli münafık ileri gelenlerin Gassanilerin ve Bizans’ın savaş hazırlıklarını tamamlaması için onlara zaman kazandırmaları gerekiyordu. Bu nedenle söz konusu münafıklar, İslam Ordusunun hareketine engel olmak için haram aylarda savaşmanın yasak olduğunu söylediler. Onlar bu söylemleri ile müminlerin savaş hazırlıklarında yavaş davranmasını ve savaşa katılımlarını engellemek arzusunda idiler. Onların bütün bu gayretleri Hz.Muhammed’in@ sefer hazırlıklarını ertelemesine yönelikti. Onların beklentileri Gassanilerin ve Bizanslıların hazırlıklarını tamamlayıp ani bir baskınla Medine’nin işini bitirmeleriydi. Onlar haram aylar içerisinde savaş yapılmaz diyerek Hz.Muhammed’i@ ve müminleri savaştan alıkoyarken, Bizans ve Gassaniler Haram ayların kutsiyetini ihlal edip saldıracaklar ve İslam Cumhuriyetini gafil avlayacaklardı.
Fakat Cenab-ı Hak, münafıkların bu fitne / fesat ile menfi propagandalarını boşa çıkaran aşağıdaki mesajlarını gönderdi;
36-37- Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. / savaşın yasak olduğu aylardır. Cari / Kayyum / Geçerli olan hukuka / dine göre doğru olan budur. Bu nedenle o aylarda (savaşarak) nefislerinize / kimseye zulmetmeyin. Ancak onların (haram ay dinlemeyip) sizinle topyekûn savaştıkları gibi sizde müşriklerle topyekûn savaşın. Bilin ki, Allah kendini savunanlarla beraberdir. (Haram aylarda) Nesi yapmak / sıralamayı terk etmek / ertelemek / ilave etmek ancak küfürde ileri gitmektir ki küfredenler böyle yapmakla büsbütün sapıklığa sürüklenmektedirler. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını tutturabilmek için (ihlal edecekleri / ettikleri haram aylardan) birini bir yıl helal ve bir yıl haram sayıyorlar. Böylece (işlerine geldiği gibi) Allah'ın haram kıldığını helal kılıyorlar. İşledikleri bu çirkin / kötü / yanlış eylemleri onların gözüne güzel / iyi / hukuki / doğru görünüyor. Doğrusu Allah, bile bile inkârı seçen bir toplumu hidayete erdirmez. (Tevbe Suresi 36-37)
Cenab-ı Hak, evreni yarattığı zaman kâinat kitabına koyduğu kanun gereği bu dünyadaki bir yıl on iki aydan ibarettir. Bu ayların dört ayı ise Hz. İbrahim şeriatı ile haram aylar / çatışmasızlık ayları olarak belirlenmiştir. İnsanların hiç olmazsa rahat nefes almaları, barışın değerini bilmeleri, huzurun kendilerine nasıl hayat verdiğini dolayısıyla İslam / Barış dininin kıymetini bilmeleri için belirlenen bu haram aylar, doğru bir kuraldır. Cenab-ı Hak, Müminleri haram aylara uymaya davet ederken bu aylarda savaşarak ne kendilerine ne de başkalarına zulmetmemeleri konusunda talimatını verdi. Haram aylar, saygı gösterilmeye ve savaş yasağına uyulmaya layık olan aylardır. Allah’ın belirleyip değer verdiği bu aylara herhangi bir sebeple saygısızlık yapıp çatışma yasağını ihlal etmek pek büyük günahtır, nefislere zulümdür.
Fakat bu aylardaki savaş yasağının Allah yolunda yani barışı tesis etmek, saldırganları ve saldırganlığı önlemek ve kendini savunmak için yapılacak savaşa engel sayılamaz. Yani haram aylarda savaş emri, düşmanın tavır ve davranışına göre verilmesi gereklidir. Eğer zalim saldırganlar için bu aylardaki savaşmama kuralı herhangi bir anlam ifade etmiyorsa ya da ayların yerlerini kendi işlerine geldiği gibi kaydırmak suretiyle hile kuruyorlarsa mütekabiliyet esasına göre davranılmalı ve onların saldırılarını bertaraf etmek için topyekûn savaşılmalıdır. Bir diğer ifadeyle şayet saldırgan müşrikler haram ay / helal ay demeden hiçbir hürmet ve saygı kuralı tanımadan Müminlere saldırı hazırlığı yapıyorsa artık bu noktada yapacak bir şey yoktur. Bu durumda onlarla savaşmak, savaşa hazırlanmak haram değildir. Bilakis Allah yolunda yani barış / hak / adalet / İslam yolunda olunduğu müddetçe yapılacak savaşlarda zaman ve mekân kısıtlaması yoktur.
Cenab-ı Hak, yukarıdaki ayetlerle müminleri müşrik Arapların haram aylara yönelik yaptıkları hileli kaydırmaları hatırlatarak uyardı. Onların münafıkların gazına gelerek haram ay diye savaşa hazırlık yapmaktan imtina etmemelerini bildirdi. Düşmanların haram ayda da olsa gelip Medine’ye saldırabilecekleri gerçeğine işaret etti. Münafıkların “Haram ayda sefere çıkılmaz. Çok büyük günah işleniyor.” diyerek Müminleri seferden alıkoymaya yönelik gayretlerini bu ayetlerle engelledi. Müminlere özetle; “Bu haram aylar gerekçesiyle oyuna gelip cihadı terk veya tehir etmek suretiyle beklemediğiniz bir sırada düşmanlarınızın karşınıza çıkmasına meydan verip, kendinizi katliama uğratarak nefislerinize zulmetmeyin.” dedi.
36.4. Müminlerin Seferden Geri Durmalarının Diğer Sebepleri
Münafıkların Müminleri Tebuk Seferinden alıkoymak için yaptıkları menfi propagandanın yanında Müminlerin bu seferden geri durmaya çalışmalarının başka sebepleri de vardı. Bunların başlıcaları;
1- Mekke fethedilmiş ve zafere ulaşılmıştı. Arap kabileler bölük bölük Medine’ye gelip İslam / teslim oluyorlardı. Artık büyük sefer yapmaya ihtiyaç yoktu. Arap yarımadasında birlik sağlanmıştı. Zekât ve cizye gelirleri ile de İslam Cumhuriyetinin düzenli gelirleri garanti altına alınmıştı.
2- Mevsim itibari ile hava çok sıcaktı ve hurmalar olgunlaşmış hasat zamanı idi. Sadece bu sebep bile insanları seferden alıkoymak için neredeyse yeterli bir nedendi.
3-Sefer için karşılaşılacak düşman ordusu Arap yarımadasındaki herhangi bir kabile değildi. Daha yakın zamanda yapılan ve çok zorlukla hezimetten kurtulmanın başarıldığı Mute Savaşı 100.000-200.000 kişilik düzenli Roma ve Gassanlılara karşı yapılmıştı. Düşman böylesine süper bir güçtü ve sefer bu süper güce karşı yapılacaktı.
Yukarıdaki sebepler incelendiğinde müminlerin çok büyük bir imtihanın içerisinde oldukları aşikardı. Bundan dolayı peygamberimiz sefer hazırlıklarını başlatma talimatı verdiğinde müminler yukarıdaki gerekçelerle oturmayı tercih etmişlerdi. Cenab-ı Hak müminleri harekete geçirmek için onlara çok sarsıcı ve kendilerine getirici ayetlerini inzal etti. Onlara özetle şöyle çıkıştı; “Ne oldu? Neden savaşa çıkmıyorsunuz? Allah’ın gelecek vaadinden vazgeçip günübirlik nimetlerle yetinmeye razı mı oldunuz? Elçim size gelirken yola çıktığında iki kişi iken ilahi yardım ile bugünlere gelen bu İslami iktidar, eğer siz destek olmayacak olursanız, o yoluna siz olmadan da devam edecektir. Fakat o zaman bütün kazanımlarınızı kaybedeceksiniz, çok büyük acı çekeceksiniz. Ve sizin yerinize başkaları gelecektir. O halde sefere çıkın ve mallarınızla canlarınızla savaşın.”
Cenab-ı Hakk’ın müminlere çıkıştığı ve şiddetle ikaz ettiği ayetler;
38-41- Ey iman edenler! Ne oldu size? “Allah yolunda topyekûn savaşa çıkın!” dendiğinde, yerinizde çakılıp kaldınız. Ne oldu? Yoksa Ahiretten vazgeçip, dünya hayatına razı mı oldunuz? Fakat şunu unutmayın ki, bu dünya hayatının malı mülkü, Ahiret hayatına göre çok değersizdir. Eğer siz Allah yolunda savaşa çıkmazsanız, O sizi acı bir azaba uğratır ve yerinize başka bir topluluğu getirir ve sizler bu hususta O'na asla engel olamazsınız. Hiç şüphesiz ki Allah, her şeye kadirdir. Eğer siz Peygambere yardım etmezseniz, iyi bilin ki Allah ona yine yardım edecektir. Tıpkı (Mekkeli) kafirler onu (Mekke'den) çıkardıkları gün gibi ki o zaman sadece iki kişiydiler ve sığındıkları mağarada, O arkadaşına şöyle diyordu: “Sakın üzülme, Allah bizimle beraberdir”. İşte Allah, güveni / kararlılığı / cesareti onun kalbine indirdi ve onu sizin göremediğiniz ordularla destekledi. Ve Bugün (Mekkeli) kafirlerin şirk sistemini yerle bir etti. Allah'ın Vahyi /Peygamberi / ilahi sistemi böylece üstün geldi. Kuşkusuz ki Allah, daima üstündür / yücedir ve mutlak hâkim olandır. (Ey iman edenler! Haydi, artık kalkın ve) Gerek ağır (piyade) gerekse de hafif (süvari) olarak seferber olarak bu askeri sefere çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihat / mücadele edin. Eğer bilirseniz, bu hakkınızda daha hayırlı olandır. (Tevbe Suresi 38-41)
36.5. Münafıkların Sefer Hazırlıklarını Engellemek İçin Fitne Girişimleri
Münafıklar Ebu Amir er Rahip ile iletişim halinde idiler ve seferi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Onlar Süveylim adındaki bir Yahudi’nin evinde gizlice toplanıyorlar ve fitne operasyonlarını burada planlıyorlardı. Ebu Amir’den gelen haberlere göre Gassanilerin ve Bizans kuvvetlerinin gerekli hazırlıklarını tamamlayıp Medine’ye baskın yapabilmesi için biraz süreye ihtiyaç vardı. O, münafıklardan İslam Ordusunun sefere çıkmasını engellemesini talep etmişti. Hz.Muhammed@ ise onların bu saldırı planlarını önceden haber aldığı için daha erken davranıp ilk saldırıyı yapan olmak istiyordu. Böylece onlar korkutulacak ve planları suya düşürülecekti. Ayrıca Tebuk civarında yaşayan ehli kitap Arap kabileler Bizans’ın egemenliğinden kendilerini kurtarmaları için cesaretlendirileceklerdi.
Ebu Amir’in seferi geciktirme talebini yerine getirmek için Abdullah bin Übey organizasyonundaki münafıklar çeşitli provakatif söylemler ürettiler. Onlar aşağıdaki söylemleri mümin halkı seferden alıkoymak amacıyla yayıyorlardı;
1- Bizans’ın da katıldığı düşman kuvvetleri baş edilemeyecek büyüklükte bir süper güçtür. Onları yenmek imkansızdır. Bu seferde mağlubiyet kaçınılmazdır. Boşuna oralarda kendimizi telef etmeyelim.
2- Bu sefere katılacak olursak başımız fena belaya girecek. Çok büyük bir fitneyle karşı karşıya kalmaktan korkuyoruz. Oraya gitmek bataklığa gitmekten farksızdır. O bataklıkta boğulmak istemiyoruz.
3- Şimdiye kadar Hz.Muhammed’in@ dediği oldu. Savaşlara katıldık. Ama Mekke’nin fethinde olduğu gibi zafer elde ettikten sonra ganimetten payımızı alamadık. Ganimet, Zekât / Sadakat vergilerinden kendilerine pay verilmeyecekse bu seferlerin ne anlamı var?
4-Suriye Gassanilerinin ve Bizans’ın Medine üzerine saldıracakları haberi asılsızdır. Hz.Muhammed@ her habere kulak kesiliyor, hemen inanıyor ve çok vesveseli.
5-Hurmalar olgunlaştı ve hava çok sıcak. Hiç olmazsa hurmaların hasadını bekleyelim. O zaman havalar da normal sıcaklıklara inmiş olur.
Münafıklar sadece yukarıdaki söylemleri yaymakla kalmıyor aynı zamanda İslam ordusunu donatmak için sahip olduğu şeyleri infak eden zengin ve yoksullarla alay da ediyorlardı.
36.6. Münafıkların Seferden Aflarını İstemesi Ve Hz.Muhammed’in@ Onlara İzin Vermesi
Münafıklar kendi yaydıkları menfi propagandadan etkilenmiş masum Müslüman halk pozlarında peygamberimize gelerek bu seferden kendilerinin affını istediler. Onlar izin isterken özellikle düşman kuvvetlerinin baş edilemeyecek büyüklükte olduğunu ve onları yenmenin imkansızlığından hareketle bu seferde mağlubiyetin kaçınılmaz / mukadder bir sonuç olduğu gerekçesini ileri sürdüler. Hz.Muhammed@ onların seferden geri kalmalarına izin verdi. O’nun düşüncesi, İslam Ordusu kalabalık olacaktı. Kontrolü zor olan kalabalık bir orduyla çok uzun bir sefere çıkılacaktı. Tıpkı Mustalikoğulları Seferinde olduğu gibi münafıkların çeşitli bahaneler üreterek sefer sırasında İslam Ordusu içerisinde yine fitneler çıkararak baş belası olmaları muhakkaktı. Peygamberimiz, düşman ordularının büyüklüğü karşısında nasıl bir savaş stratejisi izleneceğini tasarlarken ve zorlu yolculuğun meşakkatlerini aşmak için çözümler düşünürken ilave olarak münafıkların yakacakları fitne ateşini söndürmek için ayrı bir uğraş vermek istemiyordu.
Fakat sayıca fazla askere ve donanıma ihtiyaç olduğu bu sefer için onlara izin vermek stratejik bir hata idi. Zira onlara verilen izin ile bütün Medinelilerin seferden geri kalmaya yönelik izin talebinde bulunmasının önü de açılıyordu. Dahası onların ileri sürdükleri gerekçeler kabul edilmiş olduğundan müminler sefere katılmakta tereddüt yaşamaya başlamışlardı. Durum çok kritikti. Çok fazla adama / askere ve donanıma ihtiyaç olduğu bu seferde herkesin izin almaya çalışmasına yol açacak bir uygulamaya meydan verilmemesi gerekiyordu. Gerçekten mazereti olanları ayırt etmeden izin vermesi çok tehlikeliydi. İslam Ordusunun yeterli sayıda toplanmasına ve yeterli donanıma sahip olmasına engel olabilirdi. Fakat Cenab-ı Hak Elçisinin hatasını inzal ettiği ayetlerle hemen telafi etti;
42-48- Eğer o kolayca elde edilecek bir ganimet ve kolayca zafer kazanılacak bir sefer olsaydı, o münafıkların hepsi hemen senin peşinden gelirdi. Fakat bu meşakkatli / zorlu seferi /savaşı başarmak onlara uzak / imkânsız geldi. Onlar sana: “Eğer (bu düşmana) gücümüzün yeteceğini bilseydik ([7]) kesinlikle seninle birlikte gelirdik” diyerek Allah adına yeminler ediyorlar. Halbuki asıl böyle yaparak kendilerini felakete sürüklüyorlar. Kuşkusuz Allah, onların yalan söylediklerini biliyor. Allah seni affetsin. Sundukları mazeretler hakkında doğru söyleyenler ve yalan söyleyenler iyice belli olup açığa çıkıncaya kadar neden beklemeyip onlara (sefere katılmama) izni verdin? Halbuki Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla mücadeleden kaçmak için senden izin istemezler. Kuşkusuz Allah, muttakileri / savunanları gayet iyi bilir. Senden yalnızca, Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmayanlar, kalpleri şüphe içinde olan ve bu şüpheleri içinde bocalayıp duranlar seferden kaçmak için izin ister. Eğer gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, zaten bunun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördüğü için onları seferden alıkoydu. Onlara: “Geride kalan acizlerle (yaşlı, hasta, engelli, kadın ve çocuklar ile) birlikte oturun evlerinizde.” denildi. Eğer sizinle birlikte gelselerdi, bozgunculuktan başka bir katkıları olmaz ve aranızda fitne çıkarmak için çabalar dururlardı. Nitekim içinizde onların sözlerine kulak verenler de var. Allah, zalimleri çok iyi bilir. Andolsun onlar daha önce de fitne çıkarmak için çok uğraşmışlar ve sana karşı birtakım tezgahlar çevirmişlerdi. Fakat sonunda onlar hoşlanmasa da gerçek ortaya çıkmış ve Allah’ın emri üstün geldi / egemen oldu. (Tevbe Suresi 42-48)
36.7. Münafıkların Şam’la Ticari İlişkilerini Kaybetme Endişeleri
Münafıkların bazıları Tebuk seferine katıldıkları takdirde başlarının çok büyük bir belaya gireceklerini iddia ettiler. Gerekçe olarak da Bizans ve Gassanilerle savaşmak demek, onlar için o bölgeye yaptıkları ticari bağlantıların kesilmesiydi. Bu savaştan sonra Şam’daki tüm ticari ilişkiler tehlikeye girecekti. Bu nedenle Hz.Muhammed’den@ sefere iştirak konusunda affını talep ettiler. Bu istekleri ile onlar sadece kendi menfaatlerini düşünüyorlardı. Bizans ve Gassanilerin Medine’ye saldırarak peygamberimizin ve müminlerin başına büyük bir belanın gelmesi onların umurlarında bile değildi. Hatta böyle büyük bir bela gelmesini de çok arzuluyorlardı. Zaten hemen her askeri sefere çıkıldığında onlar İslam Ordularının mağlup olmasını gözetleyip durmaktaydılar. Eğer bir mağlubiyet yaşansa buna en çok onlar seviniyorlardı. Mağlubiyet yaşanan seferlerde olmadıkları için de sevinçleri daha fazla oluyordu. Ama İslam Ordularının zafer, ganimet ve başarı ile Medine’ye her geri döndükleri zaman ise onlar bir hayli üzülüyorlardı.
Tebuk Seferinde de onlar İslam Ordusunun büyük bir mağlubiyetle geri dönmesini gözlüyorlardı. Eğer kendileri savaşa katılmaz ise ticari bağlantılarını devam ettireceklerini umuyorlardı. Cenab-ı Hak, onlara söylenmek üzere şu mesajlarını elçisine iletti;
“Bu seferde Allah bizim için ne takdir buyurduysa bizim başımıza o gelecektir. Ama Allah bizim Mevla’mız olduğu için bize O’ndan gelen her hâlükârda iyiliktir. İster şehit olalım ister zafer kazanalım her durumda biz kazanıyoruz. Peki ya siz? Mevla olarak Gassanlıları ve Bizanslıları gördüğünüz için sizin başınız tümüyle belada. Siz de her halükârda zarardasınız. Ya bizim elimizle cezalandırılacaksınız ya da Allah size bir musibet verecek. Bekleyin bakalım. Bizde beklemekteyiz.”
49-52- Onlardan bazıları da: “Bana izin ver ve beni fitneye düşürme! / başımı derde sokma! / çetin bir sınavın içine sokma! / siyasi ve ticari bir yaptırıma maruz bırakma!” dedi. Haberiniz olsun ki onlar zaten fitnenin tam ortasındadırlar. / başları beladadır. / siyasi ve ticari bir yaptırıma maruz kalmış durumdadır. Muhakkak ki Cehennem, kafirleri çepeçevre kuşatmıştır. Sana bir iyilik / zafer / ganimet ulaşırsa bu onları üzer. Eğer başına bir kötülük / sıkıntı / yenilgi / bela gelirse o zaman da: “İyi ki biz tedbirimizi aldık da onunla birlikte olmadık” derler ve buna sevine sevine dönüp giderler. De ki: “Allah’ın bize yazdığından başka bir şey başımıza gelmeyecektir. O, bizim Mevla’mızdır.” Bu nedenle müminler yalnızca Allah’a güvensinler. De ki: “Siz bizim başımıza ancak iki güzellikten (ya Zafer ya da şehadet) birinin gelmesini gözetleyebilirsiniz. Biz ise size Allah'ın kendi katından ya da bizim elimizle vereceği bir azabın başınıza gelmesini bekliyoruz. Bekleyedurun bakalım. Biz de sizinle birlikte bekliyoruz.” (Tevbe Suresi 49-52)
Aslında onlar, içinde bulundukları durumdan öylesine korkmuşlardı ki kaçacak delik arıyorlardı. Zira sefere katılırlarsa Şam tarafındaki ticari ortaklarını kaybedecekler, yok, eğer seferden geri kalırlarsa Medine’deki ticaretlerini kaybedecekler. Hangi tercihte bulunurlarsa bulunsunlar münafıkça hareketleri nedeniyle her halükârda kaybedeceklerdi. Bu durumu bildikleri için en azından Medine’deki vaziyeti kurtarmak için sefere bizzat katılmak yerine mallarıyla İslam Ordusuna destek olmayı teklif ettiler. Onlar bu hareketleri ile İslam Ordusu içerisinde saflarını belli etmiş olarak düşmana görüntü vermekten kaçınıyorlardı. Yani ticaretleri sekteye uğramaması için yapacakları bu bağış ile hem İslam Cumhuriyeti Başkanı Hz.Muhammed’in@ gönlünü kazanmayı planlıyorlardı hem de Şam ile ticari ortaklarını kaybetmemeyi düşünüyorlardı. Fakat Cenab-ı Hak, onların bu samimiyetten yoksun ikircikli hareketleri nedeniyle infaklarının kabul edilmeyeceğini bildirince sap gibi ortada kalakaldılar. Cenab-ı Hak, her sefer talimatında Allah’a ve Elçisine karşı çıkmaları / inkâr etmeleri, salatta / verecekleri destekte gönülsüz (tembel tembel) davranmaları ve gönülsüzce infak etmelerinin onların samimiyetsizliklerinin en önemli göstergesi olduğunu bildirdi.
Cenab-ı Hakk’ın onların gönülsüz yapacakları mali yardımı ve askeri (oğullarıyla) katkıyı kabul etmemesini bildirince, peygamberimiz İslam Ordusunun yeterli donanımdan yoksun kalacağı endişesine kapıldı. O’nun bu endişesini izale etmek için Cenab-ı Hak elçisini uyardı;
“Onların verecekleri ekonomik ve askeri (oğullar) yardımları batsın! Zaten gönülsüzce verecekleri katkının bir faydası olmaz. Sen hiç merak etme! Onların malları ve askerleri (oğulları) kendileri için bu dünya da azap olacak ve bugüne kadar yaptıklarının bedelini de canlarının inkârcı olarak çıkmasıyla ödeyeceklerdir.”
Cenab-ı Hak, onların inanmadıkları / güvenmedikleri halde sırf müminleri kandırabileceklerini düşünerek bu savaşta İslam Ordusunun / Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin tarafında olduklarına dair yeminler ettiklerini belirtti. Halbuki onların korkudan ödleri patlamakta olan bir topluluk olduğunu ve kaçıp sığınabilecekleri bir delik / mağara bulsalardı şimdiye kadar çoktan oraya kaçmış olacaklarını bildirdi.
53-57- De ki: “(Bu sefer hazırlıkları için) malınızı ister gönüllü ister gönülsüz olarak infak edin. Sizin infakınız asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, fasık bir topluluk oldunuz! / talimatları dinlemeyerek suçlu bir topluluk oldunuz!” İnfaklarının kabul edilmemesinin sebebi, Allah'a ve Peygamberini inkâr etmeleri / emirlerine karşı çıkmaları, Salata tembel tembel gelmeleri / gönülsüzce destek vermeleri / bağlılıklarını gönülsüzce yapmaları ve gönülsüzce mal infak etmeleridir. Sakın onların mallarına ve oğullarına imrenerek onların bu sefere katılmalarını arzu etme. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azap etmeyi ve kafir olarak canlarının çıkmasını diliyor. Onlar, sizin tarafınızda olmadıkları halde sizin tarafınızda olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Lakin onlar korkularından öyle söyleyen bir topluluktur. Nitekim onlar sığınacak bir yer, girebilecekleri bir mağara ya da bir delik / kovuk bulmuş olsalardı, çoktan kaçıp oraya gitmişlerdi. (Tevbe Suresi 53-57)
36.8. Münafıklara Hazineden Pay Verilmemesi
Münafıkların Tebuk Seferini baltalamak için kullandıkları en güçlü argüman Hazineden bekledikleri / umdukları kadar pay alamamaktı. Onlar her türlü fedakarlıklarına rağmen karşılığını alamadıkları şeklinde menfi bir propaganda yapıyorlardı. Huneyn Savaşından elde edilen ganimetlerden pay alamadıkları gibi Müslüman olan kabilelerden toplanan Sadakat Vergisi (zekât ve bağış) gelirleri İslam Cumhuriyeti Hazinesine bol bol gelmeye başlamasına rağmen bu gelirlerden umdukları payı alamadıklarını sefere katılmama gerekçesi olarak gösterdiler. Böylece bu seferde de gerek ganimet gerekse cizye geliri elde edilecek olsa bile bu gelirlerin kendilerine dağıtılmayacağı gerekçesi ile boşuna savaşa katılarak can ve mallarıyla fedakârlık göstermeye gerek olmadığını Medine ileri gelenleri arasında yayıyorlardı. Onlar “Madem ki gösterilen bunca fedakarlığın karşılığı alınmıyor, o zaman bu fedakârlık niye?” şeklinde menfi propaganda yürütüyorlardı.
Onlara hazineden ümit ettikleri paylar verilseydi çok hoşlarına gidecekti. Halbuki kendileri ihtiyaç sahibi değillerdi. Ama eski şirk sisteminde olduğu gibi halktan alınan vergilerin sırf kendilerine ait olmasını istiyorlardı. Toplanan vergiler zengin olmalarına rağmen kendilerine aktarılsaydı İslami yönetimden çok hoşnut olacaklardı. Onlar ekonomik üstünlüklerini sosyal alana baskı aracı olarak intikal ettirmek ve servetlerine servet katmak arzusunda idiler. Kendilerine hazineden pay verilmemesi onları kudurtuyordu.
Cenab-ı Hak onlara cevaben Sadakat Vergilerinin toplumda kimler için sarf edileceğini belirleyen ayetlerini inzal etti. Bu ayetlerde toplanan Sadakat Vergilerinin ( Zekat gelirlerinin) zenginlere, varlıklı ileri gelenlere değil fakir- fukara, garip-guraba gibi ihtiyaç sahiplerine, kalbi İslam’a ısındırılacak olanlara, kölelikten kurtulmak isteyen kimselere, borçlulara ve İslam / Barış Cumhuriyeti için çalışanlara / çabalayanlara / mücadele edenlere ve yolda kalmışlara ait olduğunu vurguladı.
58-60- Onlardan bir kısmı toplanan “Sadakat Vergisinin” (sadaka ve zekat) dağıtımı konusunda sana dil uzatıyorlar. Hazinede toplanan bu gelirlerden kendilerine bir pay verilirse hoşnut olurlar, eğer verilmezse öfkelenirler. Keşke onlar, Allah'ın ve Peygamberinin hazineden kendilerine verdikleri kadarına razı olup: “Allah bize yeter. Allah yakında bize lütfedecektir, O'nun Peygamberi de. Kuşkusuz biz yalnızca Allah'tan umut edenleriz. / O’na yönelenleriz.” deselerdi. Toplanan “Sadakat Vergileri” (sadaka ve zekat), yalnızca fakirler, geliri olmayanlar, vergi memurları, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar, azat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda savaşçı askerler ve yolda kalmışlar içindir. Bu taksimat, Allah’tan bir emirdir. Kuşkusuz Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi 58-60)
36.9. Alınan İstihbaratın Asılsız Olduğu Propagandası
Gassanilerin Bizans orduları ile birlikte Medine üzerine yürüyeceklerine dair istihbaratı Şam civarında yaşayan Nebati tüccarlar getirmişlerdi. Gelen haber iyice test edildi ve Gassanlıların savaş için hazırlık yaptıklarına kesin kanaat getirildi. Habere göre Şam’daki nalbantlar sürekli atların nallarını yeniliyorlar, Şam idaresi bir yıllık erzak temin ediyor, savaş aletleri ve donanımında hızlı bir tedarik süreci yaşanıyordu. Özetle Şam piyasası olağanüstü hareketliydi. Hz.Muhammed@ bu istihbaratı değerlendirmiş ve Gassanlılar ile Bizanslıların Medine’ye saldırmak için hazırlık yaptıkları sonucunu çıkarmıştı. Hz.Muhammed@ ani bir saldırı ile karşılaşmaktansa onların bu saldırı planlarını karşı saldırı ile bertaraf etmenin iyi bir strateji olduğunu düşündü ve hemen Tebük Seferini hazırladı. O bu hareketiyle İslam Cumhuriyetini dolayısıyla müminleri korumakta ve onların menfaatine çalışmaktaydı. Ama münafıklar, O’nun bu hassasiyeti ile alay ediyorlar ve her duyduğu habere kulak verdiğini, asılsız istihbaratlarla insanları rahatsız ettiğini / başlarını belaya soktuğunu yayıyorlardı. Onlar, O’nun aklı selimle ve basiretle hareket etmediğini, söylenti ve vesvese ile hareket ettiğini de ifade etmek istiyorlardı. Böylece sefer hazırlıklarını boşa çıkarmak istiyorlardı. Cenab-ı Hak, onların bu alaylarına şöyle cevap verdi;
61-Onların içinden bazıları “O, her söylenene kulak veren / her duyduğuna inanan biridir” diyerek peygamberi incitiyorlar. De ki “O, sizin lehinize olarak duyduklarından hayırlı sonuçlar çıkaran bir kulaktır. / Ona gelen istihbari bilgiler sizin menfaatinizedir. O, Allah’a / Allah’tan gelen bilgilere inanır / güvenir, müminlere / müminlerin getirdiği bilgilere de inanır / güvenir / itimat eder. O, iman edenleriniz için bir rahmettir.” Allah’ın peygamberini incitenlere can yakan müthiş bir azap vardır. (Tevbe Suresi 61)
36.10. Münafıklara Operasyon Yapılması
Münafıklar Tebük Seferini engellemek için yaptıkları bu tezviratların planlarını Süveylimin evinde toplanıp görüşüyorlardı. ([8]) Hz.Muhammed@ bu toplantıların istihbaratını alınca onlara bir operasyon yapılması için Talha b. Ubeydullah’ı görevlendirdi. Operasyonu yapan ekip eve baskın yaptı. Fakat baskın başarılı değildi ve toplantı yapan münafıklar baskından kaçmayı başardılar. Operasyon sırasında ekipten Dahhak b. Halife’nin bacağı kırıldı. Operasyonun sonunda Süveylim’in evi yakıldı.
Baskına uğrayarak kaçmayı başaranlar gelip müminlere yemin billah ederek onların ihanet, isyan, darbe, beşinci kol faaliyeti vb. kötü işlerle ilgilerinin olmadığından bahisle müminleri kandırmaya çalışıyorlardı. Baskın sırasında operasyon ekibince işitilen bazı hususların ciddi olmadığı, kendi aralarında şakalaşmaktan ibaret olduğunu ifade ettiler. Hatta belki de konuştukları gizli planlardan operasyon timi tarafından duyulanların birer senaryo niteliğinde konuşmalardan ibaret olduğunu, uygulamaya koymak gibi bir niyetlerinin olmadığını söylediler. Kötü bir niyetlerinin olmadığı hususunda yeminler ederek müminleri razı etmeye / kandırmaya çalıştılar.
Cenab-ı Hak, onların kalplerinde gizledikleri darbe planlarının açığa çıkmasından son derece korktuklarını ama gizledikleri planların eninde sonunda açığa çıkacağını bildirdi. Bununla beraber eğer onların toplantılarında bahsettikleri hususları yüzlerine vurulacak olunursa o takdirde kendi aralarında şakalaştıklarını söyleyeceklerini / söylediklerini belirtti. Bu kez onlara Allah ve Elçisi ile alay ederek mi şakalaşıyordunuz? Bu işin şakası olur mu? diye çıkışılınca da hemen özür dilediklerini bildirdi. Cenab-ı Hak, sonunda onların bu baskınla suçüstü yapıldıklarını, gizledikleri planlarının her şeyinden haberdar olunduğunu ve bu gidişatın sonunda onların bir kısmı affedilse bile bazılarına mutlaka ceza verileceğini bildirdi.
62-66- Onlar sizi hoşnut / razı etmek için Allah adına yeminler ederler. Oysa gerçekten mümin iseler, Allah ve Peygamberini hoşnut / razı etmek için çalışırlardı. Allah'a ve Peygamberine karşı çıkanlara / isyan edenlere / haddi aşanlara içinde ebedi kalacakları cehennem ateşinin olduğunu bilmezler mi? İşte en büyük rezillik / rüsvaylık budur. Münafıklar kalplerinde gizledikleri şeyi haber verecek bir surenin indirilmesinden çok korkmaktadırlar. De ki: “Siz eğlenin bakalım. Şüphesiz Allah, korktuğunuz şeyi açığa çıkaracaktır.” Eğer kendilerine sorarsan, andolsun ki: “biz lafa dalmış, sadece şakalaşıp eğleniyorduk, kötü bir amacımız yoktu” derler. De ki: “Allah ile, ayetleriyle ve Peygamberiyle mi eğleniyordunuz.” (Bunun üzerine onlar özür dileyecekler. Onlara şöyle de) Boşuna özür dilemeyin! Siz, imanınızdan sonra inkâr ettiniz. Şayet sizden bir grubu affetsek bile suçlu olmalarından dolayı diğer gruba azap edeceğiz. (Tevbe Suresi 62-66)
36.11. Münafıkları ve Müminleri Bekleyen Akıbet
Sadece münafık erkekler değil onların kadınları da aynı şekilde Tebuk Seferi aleyhine propaganda yürütüyorlardı. Cenab-ı Hak, onların da kocalarından farksız olduğuna, hep kötülükten yana hareket ettiklerine ve iyiliğin yıkılması için çalıştıklarına işaret ederek mümin kadınların münafıkların kadınları konusunda dikkatli olmalarını emretti. Ayrıca münafıkların akıbetlerinin cehennem olacağı uyarısında bulundu. Onların geçmiş toplumlardan ders almadıklarını bildirdi. Söz konusu geçmiş toplumların mal ve evlat / ordu olarak çok zengin olduklarını ancak onların bu zenginlikleri ile zevk-u sefaya daldıklarını belirttikten sonra münafıkların da onlar gibi dünya nimetlerine daldıklarını ve Allah yolunda harcama konusunda cimri olduklarını belirtti. İhtiraslarının peşinde koşarak hep daha fazlasını isteyenlerin ise amellerinin boşa gittiğini vurguladı. Nuh, Ad, Semud vb. geçmiş toplumların bu şekilde hainlik ve kâfirlik yapmaları nedeniyle şehirleri nasıl tarumar edildiyse, münafıkların gösterdikleri yol izlenecek olursa Medine’nin de tarumar olacağına işaret etti.
Cenab-ı Hak, birbirlerinin velisi / evliyası / dostları olmaları nedeniyle mümin erkeklerin mümin kadınlarla dayanışma içerisinde kötülüğü yok etmek ve iyiliği hâkim kılmak için çabaladıklarını ifade etti. Onların nübüvvet makamına bedeni ve mali olarak gerekli desteği verdiklerini belirtti. Yine onların Kendisine (Allah) ve elçisine samimiyetle koşulsuz itaat ettiklerini bildirdikten sonra bu tavır ve davranışları nedeniyle çok büyük zaferlere ve cennetlere nail olacaklarının müjdesini verdi.
67-72- Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirinden farksızdır. Münkeri /kötülüğü / zulmü / ahlaksızlığı hâkim kılmaya çalışırlar ve ma’rufun / iyiliğin / adaletin / erdemlerin egemenliğini yıkmaya uğraşırlar. Üstelik hepsi de cimridirler. Onlar işte böyle Allah'ı umursamadıkları için, Allah da onları umursamıyor. Doğrusu onlar Allah’ın yasalarını hep çiğneyerek haddi aşanlardır. Allah münafık erkekler, münafık kadınlar ve bütün azgın kâfirlere içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini vaat etmiştir. Onların payları budur. Bu, onlara yeter. Allah, onlara lanet etti. Ve onlara devamlı bir azap vardır. Ey münafıklar! Siz de tıpkı sizden önceki kimseler gibisiniz. Onlar kuvvet olarak sizden daha kuvvetli, mal ve evlat olarak da daha çoktular. Onlar bu hayattan kendi paylarıyla zevke dalıp faydalanmaya baktılar. Sizden öncekilerin yaptığı gibi siz de kendi paylarınızla zevke dalıp faydalanmaya baktınız. Onların dünya nimetlerine daldığı gibi siz de daldınız. İşte böylece onların dünya ve ahirette amelleri boşa gitti. İşte onlar, hüsrana uğrayanlardır. Onlara kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara (kendi) peygamberleri apaçık deliller getirmişti. Demek ki Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmettiler. Mümin erkekler ve Mümin kadınlar ise birbirlerinin evliyalarıdır / velileridir. Ma’rufun / iyiliğin / adaletin / erdemlerin topluma hâkim olması için çalışırlar, münkerin /kötülüğün / zulmün / ahlaksızlığın topluma egemen olmasına engel olurlar. Salatı ikame eder ve zekâtı verirler / İslam Cumhuriyetine hem bedenen hem de mali olarak destek verirler. Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. İşte bunlar Allah'ın rahmet edeceği kimselerdir. Kuşkusuz Allah güç, izzet, hüküm ve hikmet sahibidir. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara da Allah’ın vaadi, ebedi yaşayacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve güzel evleri olan Adn cennetleridir. Allah’ın rızasına ulaşmış olmak ise en büyük lütuftur. İşte yegâne ve büyük kurtuluş budur. (Tevbe Suresi 67-72)
36.12. Düşmanla İttifak Eden Hainlere Karşı Sert Davranmak
Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin hainlere karşı sert davranmalarını ve onların işbirliği yaptığı düşmanla mücadele etmelerini emretti.
Onların düşmanla yaptıkları bu gizli ittifaklarıyla ülkeyi felakete / cehenneme götürmek istediklerini belirtti. Üstelik bütün belirtiler ortaya çıkmasına rağmen düşmanla ittifak etmediklerine dair yalan yere yeminler ettiklerini ifade etti. Bu nedenle onlara medeni davranış gösterilemeyeceğine ve onlara nezaketle davranılamayacağına işaretle onların ancak sert tavır ve davranışa layık olduklarını söyledi. Ayrıca onların sırf İslam Cumhuriyeti yıkılsın diye düşman kuvvetlerinin Medine’yi işgali pahasına giriştikleri bu gizli ittifaklarında asla başarılı olamayacaklarını da bildirdi.
Daha sonra onlara bir de sitem etti. Şöyle ki; “Hz.Muhammed@ onlar için bulunmaz bir velinimet olmasına, bütün yarımada Araplarını tek bir çatı altında toplayıp Medine’yi de bu yarımadanın Başkenti yapmış ve böylece muazzam bir zenginliğe kavuşturmakta olmasına rağmen onların Hz.Muhammed’e@ karşı böyle intikam duyguları taşımalarının hayret bir şey olduğunu” belirtti.
Cenab-ı Hak, bu siteminden sonra onların hala bir fırsatlarının olduğunu ve eğer tevbe edip / hainliklerinden vazgeçerlerse bunun kendileri için hayırlı olacağını bildirdi. Ama ihanetlerine devam edecek olurlarsa onları hem dünyada hem de ahirette çok acı veren cezalandırmaya tabi tutacağını ve kimsenin onlara yardıma gelemeyeceğini belirtti;
73-74- Ey Peygamber! Sana düşmanlık eden o inkârcılarla / isyan edenlerle / karşı çıkanlarla ve münafıklarla cihat et / mücadele et ve onlara karşı sert, şiddetli ve caydırıcı davran. Onların sığınacakları yurtları cehennemdir. Ne kötü bir yurttur o. İttifak için kafirlerle sözleşmediklerine dair Allah adına yemin ediyorlar. Oysa o küfür ittifakı için kesinlikle sözleştiler, böylece teslimiyetlerinden / müslüman olmalarından sonra küfre saptılar ve asla başaramayacakları bir şeye kalkıştılar. Allah’ın ve Peygamberinin kendilerini lütfuyla zenginleştirmesinin dışında Allah ve Peygamberi onlara ne yaptı ki, böyle intikam duyguları taşıyorlar? Eğer tevbe ederlerse kendileri için daha hayırlı olur. Yok, eğer ihanetlerine devam ederlerse, Allah onları dünyada da Ahirette de elem verici bir azaba uğratır. Onlar, yeryüzünde ne sığınacakları bir koruyucu otorite / devlet ne de bir yardımcı güç bulamazlar. (Tevbe Suresi 73-74)
36.13. Zenginliğe Kavuşmalarına Rağmen İslam Cumhuriyetini Desteklemeyen Bazı Münafıklar
Münafıkların bir kısmı da şayet İslam Cumhuriyetinin izlediği politikalarıyla zenginliğe kavuşacak olurlarsa İslam Cumhuriyetini destekleyeceklerine ve samimiyetle bağlılıklarını göstereceklerine dair ant içmişlerdi.
Mekke’nin fethi ve Huneyn Savaşından sonra kalpleri İslam’a ısındırılması için elde edilen ganimetlerden ya da toplanan sadakat vergilerinden bu kişilere verilerek zenginliğe kavuşturulmalarına rağmen Tebuk Seferi gündeme gelince onlar ahitlerine ihanet ettiler ve İslam Ordusunu donatmak için sahip oldukları mallardan verme hususunda cimrilik ettiler.
Cenab-ı Hak onların ihanetlerindeki sürekliliği ve yalan söylemeleri nedeniyle münafıklığı onların bir karakteri kıldı ve bu kötü karakteri onların kalbine sevgi olarak soktu. Allah onların yaptıkları her türlü gizli görüşmelerden ve itinayla sakladıkları planlarından haberdar olduğuna kendilerinin şahit ([9]) olduklarından hareketle onları bir kez daha uyardı.
75-78- Onlardan bazıları da: “Andolsun, eğer Allah bize çok mal lütfederse sadaka vereceğiz / sadakatimizi ispat edecek harcamalar yapacağız ve ıslah edici kimselerden olacağız” diyerek Allah'a ahit vermişlerdi. Fakat ne zaman ki Allah onlara lütfundan istediklerini bol bol verdi, ahitlerinden dönerek cimrilik yaptılar. Onlar zaten dönektirler. Allah’a verdikleri sözlerinden dönmeyi ve yalan söylemeyi alışkanlık haline getirdikleri için sonunda, Allah da onların hesap verecekleri güne kadar ikiyüzlülüğü onların karakterleri haline getirdi. Onlar (münafıklar) hala görmüyorlar mı ki, Allah onların sakladıkları planlarını da, İslam Cumhuriyeti aleyhine gizli görüşmeler yaptıklarını da kesinlikle biliyor. Hiç şüphesiz ki Allah, bütün gizlilikleri bilendir. (Tevbe Suresi 75-78)
36.14. İslam Ordusunu Donatan Müminlerle Alay Eden Münafıklar
Münafıklar, Tebuk Seferi için infak eden müminlerle alay ederek İslam Ordusunun donatılmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Zengin olup da bol bol infak eden müminler için “gösteriş için veriyorlar, Peygamberin gözüne girmeye çalışıyorlar, yalakalık yapıyorlar vb.” sözlerle alay ederlerken, fakir olup da sahip olduğu şeylerden infak eden müminler için ise “Allah senin iki hurmana mı muhtaç?” şeklindeki alaylı sözleri ile sefere engel olmaya çalışmaktaydılar.
Cenab-ı Hak, onların bu tür aşağılık hareketleri nedeniyle asla bağışlanmayacağını Hz.Muhammed’in@ onlar için ne kadar bağışlanma dileyecek olursa olsun onlara fayda etmeyeceğini bildirerek onları tehdit etti.
79-80- O münafıklar müminlerden gönülleriyle verilmesi gerekenden, daha da fazlasını verenlerle (“övülmek için gösteriş yapıyor” diyerek) ve kendi ihtiyacı olduğu halde o gün çalışıp kazandığı nafakasını getirip verenlerle (“sanki Allah’ın bunun iki kuruşuna ihtiyacı mı var?” diyerek) alay ediyorlar. Allah onları bu dünyada maskaraya çevirecektir. Onlar için acı bir azap da vardır. Sen, onlar için ister bağışlanma dile ister dileme, bir şey değişmeyecek. Yetmiş kere bağışlanmalarını niyaz etsen de Allah onları kesinlikle bağışlamayacak. Çünkü, onlar Allah'a ve Peygamberine nankörlük etmeyi alışkanlık haline getirdiler. Allah, fasıkları / emre itaatsizlik edenleri / kötülük etmeyi alışkanlık haline getirenleri Doğru Yola iletmez. (Tevbe Suresi 79-80)
36.15. Münafıkların Bahanelerinin Kabul Edilmeyeceği ve Bu Sefere Katılmayanların Toplumdan Dışlanacağı Tehdidi
Münafıklar bu mevsimde sefer yapmanın akıllıca bir şey olmadığı, aşırı sıcakların geçmesi ve havanın biraz daha normale dönmesi için beklenmesi gerektiğini halka empoze etmeye çalıştılar.
Cenab-ı Hak, onların bu argümanına karşı cehennem sıcağının daha sıcak olduğunu belirterek sefere çıkmama tercihleri yüzünden çok pişman olacaklarını bildirdi. Ayrıca bu seferden döndükten sonra başka seferlere çıkılacağı zaman Tebuk seferine katılmayanların bu seferlere katılmasına müsaade edilmeyeceğini bildirdi. Böylece malı çok sevenlerin gelecek seferlerin nimetlerinden mahrumiyete uğrayacakları tehdidi yapılarak münafıkların menfi propagandalarının halk üzerindeki etkisi kırılmaya çalışıldı.
Cenab-ı Hak, bu sefere katılmayanların toplumdan dışlanacağını, cenaze namazının kılınmayacağını ve mezarındaki defin merasimine katılım yapılmayacağını bildirdi. Bu demektir ki münafıklar bu seferden sonra toplumdaki etkilerini iyice yitireceklerdi ve toplumdan dışlanacaklardı.
81-84- Allah'ın Peygamberine muhalefet ederek, savaş için sefere çıkmayanlar, geride kalmalarına izin verilmesine sevindiler. Aslında onlar Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele etmekten hoşlanmadıklarından (bahane olarak): “Bu sıcakta savaş için sefere çıkmayı” dediler. De ki: “Cehennem ateşi çok daha sıcaktır.” Keşke anlasalardı. Artık bundan sonra tercihlerinin cezası olarak az gülüp çok ağlayacaklarını da bilsinler. Eğer Allah seni bu seferden (başarı ile) döndürdükten sonra başka seferlere çıkma fırsatı verir ve onlardan bir topluluk bu seferlere iştirak etmek için senden izin isterlerse, onlara de ki: “Bundan böyle benimle birlikte hiçbir askeri harekata çıkmayacaksınız ve kesin olarak benimle birlikte hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz, ilk başta / en zor zamanımızda bizi yalnız bırakıp oturmayı / geride kalmayı / kaytarmayı seçmiştiniz. Öyle ise şimdi de geri kalanlarla beraber oturun.” Onlardan (sefere katılmayan münafıklardan) ölen bir kimsenin sakın cenaze namazını kılma ve cenazesine katılıp mezarı başında bile durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Peygamberini tanımadılar ve fasık /yoldan çıkmış sapıklar olarak öldüler. (Tevbe Suresi 81-84)
36.16. Münafıkların Mal ve Oğullarına (Askeri Güçlerine) İmrenilmemesi
Cenab-ı Hak onların malları ve oğullarına (askeri güçlerine) imrenilmemesini, bundan dolayı onlara itibar edilmemesini ve onların sahip oldukları mali güç ve askeri (oğullar) güçlerinin İslam Ordusuna destek vermelerinin talep edilmemesini emretti. İslam Cumhuriyetinin bu kadar iyilik, zenginlik, genişleme, ilerleme ve zaferine tanık olmalarına karşın onların hala İslam Rejimini desteklememeleri ve İslam’ın egemenliği için mücadeleden / cihattan / savaşmaktan kaçmaları nedeniyle onların kalplerinin artık mühürlendiğini de bildirdi.
85-89- Onların malları ve oğulları sakın seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azap etmeyi ve inkârcı olarak canlarının çıkmasını / gebermelerini diliyor. “Allah'a güvenin ve O'nun Peygamberi ile birlikte cihat edin” diye bir emir / sure indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar: “Bizi bırak, geride kalanlarla birlikte kalalım” diyerek senden izin istediler. Geride kalanlarla birlikte olmayı istediler. İşte bunun için kalpleri mühürlendi. Artık onlar kavrayıp anlayamazlar. Fakat Peygamber ve onunla beraber olan müminler mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler. İşte bütün iyilik ve güzellikler / hayırlar / lütuflar bunlar içindir. Gerçek kurtuluşa / zafere erenler onlar olacaktır. Ayrıca Allah, onlara ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte en büyük başarı ve kazanç budur. (Tevbe Suresi 85-89)
36.17. Bedevi Kabilelerden Tebuk Seferine Katılım
Tebuk Seferine katılım sağlanması için çevredeki bedevi kabilelere de davet çağrısı yapılmıştı. Gerçekten samimi olarak müslüman olmuş olanlar, sefere hemen iştirak ettiler. Onlardan bazıları çok samimi olarak sefere katılmak istemelerine rağmen gerekli donanıma / bineğe sahip olamamaktan dolayı orduya katılamayacaklarını bildirerek özürlerinin kabul edilip kendilerine izin verilmesini talep ettiler. Hatta onlar eğer İslam Cumhuriyeti kendilerine sefer için gerekli donanım ve binek sağlayacak olursa sefere katılacaklarını bildirdiler. Hz.Muhammed@ ise onları donatacak imkâna / bineğe sahip olmadığını söyleyince onlar çok üzüldüler ve ağlayarak geri döndüler.
Fakat kendilerine sefere katılma daveti yapılmasına rağmen bazı bedevi kabileler Allah’a ve Peygamberini / İslam Cumhuriyetini tanımadıkları için bu sefere katılmama hususunda özür bildirme gereği bile duymaksızın sefere katılmadılar. Onlar İslami Rejime karşıydılar fakat tıpkı Medineli münafıklar gibi müslüman / teslim olmuş gözüküyorlardı. Ama İslam Cumhuriyetinin böyle zor zamanlarını gözetliyorlardı. Hz.Muhammed’e açıktan karşı koyma cesareti gösteremiyor olmakla beraber, düşmanın güçlü olduğu zamanda kaytarmakta üstlerine yoktu. Cenab-ı Hak, onların çok acı bir şekilde cezalandırılacağı tehdidinde bulundu.
Cenab-ı Hak, bu sefere katılamayacak olanlardan hastaların, ihtiyarların, zayıfların, engellilerin ve infak etme hususunda da fakirlerin sorumlu tutulmayacaklarını bildirdi. Ama zengin ve güçlü olmalarına rağmen sefere çıkmayanların sorumlu tutulacağını ve kendilerinden hesap sorulacağını belirtti.
90-93- Bedevilerin bir kısmı özür beyan ederek senden izin almak için geldiler. Allah'ı ve Peygamberini yalanlayanlar / gizliden tanımayanlar ise izin bile talep etmeksizin seferden geri kalıp yerlerinde oturdular. İçlerinden bu inkârcı olanlar can yakıcı bir azaba uğrayacaktır. Allah'a ve Peygamberine samimiyetle sadık kaldıkları sürece zayıflar, engelliler, hastalar ve orduyu donatmak için verecek bir şeyleri olmayanlar savaş seferine katılmamaktan dolayı sorumlu tutulmayacaklardır. / hesaba çekilmeyeceklerdir. Kuşkusuz Allah, gafurdur, rahimdir. Bir de kendilerine binek sağlaman için gelip de senin: “Size verecek binek bulamıyorum” dediğin ve orduyu donatmak için infak edecek bir şeyleri olmadığından dolayı üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur. Sorumlu tutulacak / hesaba çekilecek olanlar ancak zengin oldukları halde senden sefere gitmemek için izin isteyenlerdir. Çünkü onlar hiçbir engelleri bulunmadığı halde savaştan kaytarmış ve geride kalanlarla birlikte kalmayı tercih etmişlerdir. Bundan dolayı da Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar başlarına ne geleceğini bilemezler. (Tevbe Suresi 90-93)
36.18. İslam Ordusu Tebuk Seferi İçin Yola Çıkar
Münafıkların tüm engellemelerine rağmen Hz.Muhammed@ Cenab-ı Hakk’ın yardımı ve yol göstermesi sayesinde 30.000 kişilik bir ordu teşekkül ettirmeyi başardı ve Ordu yola koyuldu. Münafıklardan yaklaşık 80 kişi Medine’de kaldı. İtiraz etse de Hz.Muhammed’in@ emriyle Hz. Ali Medine’de peygamberimizin vekili olarak bırakıldı. Medine’nin düşmana ve münafıklara karşı korunması için bu gerekliydi.
Sefere katılan münafıklardan bazıları yolculuk boyunca fitne ve bozgunculuk çıkarmaya çalışsalar da etkili olamadılar.
Medine’den Tebük’e kadar olan yolculuk 19 gün sürdü. Sonunda Tebük’de kamp kuruldu. Daha ileri gidilmedi. Bu nokta peygamberimizin gönderdiği elçinin şehit edildiği yerdi. Gassanlılar ve Bizans ordularından ses seda yoktu. Aslında İslam ordusunun geldiğinden haberleri vardı. Onların egemen olduğu topraklara giren İslam Ordusuna hiç bir mukavamet olmamıştı. Böylece Gassanlılara ve Bizanslılara çarpışmaya hazır olunduğu, kendilerine meydan okunduğu ve çekinmeden savaşılacağı mesajı verildi. Hatta onların topraklarına girmekle İslam Cumhuriyetinin sınırlarının artık buralara kadar olduğu da onlara deklare edilmiş oldu.
Hz.Muhammed@, Tebük’te kaldığı 20 günlük süre içerisinde bölgedeki kabilelere Bizans’ın / Gassanilerin egemenliğinden ayrılıp Medine’ye bağlanmaları için üzerlerine küçük akınlar yaptırdı. Bu akınlarda yapılan bildirimlerde / tebliğlerde onlara Medine’ye bağlanmalarının kendi menfaatlerine olduğu, Bizans’a / Gassanilere bağlı olmalarının kendilerine daha pahalıya mal olduğu ifade edildi.
İslam Ordusunun Tebük’e kadar 30.000 kişilik bir ordu ile gelerek Bizans’a meydan okumasına rağmen onların karşılarına çıkmamasının bu kabilelerin güvenliğini artık onların sağlayamadığı gösterildi. Yine bu akınlarla İslam Ordusunun bu kabilelerin güvenliğini Bizans’a ve Gassanlılara karşı koruma kapasitesi ve yetkinliğinin olduğu ispat edildi.
[1] ) Mekke fethi sonrasında İslam devletine / Hz.Muhammed’e karşı savaşmaya devam etmek isteyen bazı Kureyş ileri gelenlerinin de Gassaniler aracılığı ile Bizans’tan yardım istediğinden bahsedilir.
[2] ) Nebatililer Şam civarında yaşayan ve Medine ile un, zeytinyağı vb. erzakların ticaretini yapan bir topluluktur.
[3] )NOT: Ehli kitap olan Gassanilerle savaşılmasının gerekçesi onların inançlarından dolayı değildir. Eğer öyle olsaydı cizye verinceye kadar onlarla savaşılmazdı. Cizye, ehli kitap kabileler inançlarını / dinlerini değilştirmeksizin sadece güvenliklerinin sağlanması karşılığında alınan vergidir. Onlarla savaşılmasının sebebi onların İslam Devletini tanımamaları ve yıkmak için saldırı hazırlığında olmalarıdır.
[4] )NOT: Aynı hususlar Yahudiler içinde geçerliydi. Onlarda Uzeyr’i Allah’ın oğlu addederek kendi ruhbanlarını onun temsilcisi saymışlardı.
[5] )NOT: Müslümanlar arasında bulunan ve halkın malını haksız bir şekilde alarak zenginleşmiş münafıklar da bu propagandadan nasiplerini almışlardır. Zira onlar da bu seferin önündeki en büyük engellerdendiler. Onlar geçmişte halkı sömürerek elde ettikleri servetten şimdi Allah yolunda sarf etmekten imtina ediyorlardı.
[6]) NOT: Tebuk seferine çıkış haram aylardan Recep ayının ortaları ya da sonlarıdır. Haram aylar: Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep
[7] ) NOT: Burada yolculuğa güçlerinin yetip yetmemesi konu edilemez. Zira Araplar her zaman yolculuk ediyorlardı. Sıcak mevsimlerde gece yolculuğu yapıp gündüz dinlenerek yine sefere çıkabilirlerdi. Burada söz konusu güç karşılaştırması düşmanın gücü ile kıyaslama olması gerekir.
[8] ) İbn Hişam
[9] )Yaptıkları planların ve gizli görüşmelerinin her defasında Hz. Peygamber tarafından açığa çıkarılması onların her hallerini ve hareketlerini Allah’ın bildiğine münafıklar şahit olmaktaydılar.
Harita 61:Tebuk Seferi (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/
Bölgede bulunan Amile, Lahm, Cüzam kabilelerine yapılan bu propaganda etkisini gösterdi ve onlar teslim olup / Müslüman olup İslam Cumhuriyetinin egemenliğine girmeye razı oldular ve Hz.Muhammed@ ile katılım anlaşması yaptılar. Böylece bu kabileler Bizans’ın egemenliğini ret ederek İslam Topluluğuna katıldılar.
Hz.Muhammed@ Tebük’te konakladığı süreçte Halid b. Velid komutasında 400 askerden oluşan bir kuvveti Dumetül Cendel üzerine gönderdi. Halid b. Velid, Dumetül Cendel’e girdi ve komutanı Ukeydir b. Abdulmaliki esir alıp Tebük’e getirdi. Hz.Muhammed@ Ukeydir’e İslam / teslim / Müslüman olmayı teklif etti, fakat o bu teklifi reddetti. Bu kez peygamberimiz ona cizye vermek şartıyla İslam Cumhuriyeti egemenliği altına girmeyi teklif etti. Ukeydir bu teklifi kabul etti.
Tebük çevresindeki kabilelerden Eyke, Cerba, Ezruh kabileleri de cizye vermek şartıyla İslam Cumhuriyeti hakimiyetine girmeyi kabul ettiler. Bu kabileler de Bizans’ı değil İslam Cumhuriyetinin güvenlik şemsiyesi altına girmeyi tercih ettiler. Böylece Arap yarımadasının kuzeyinin önemli bir kısmı İslam Cumhuriyetinin hakimiyeti altına girmiş oldu.
Peygamberimiz komutasındaki İslam Ordusunun Tebük’teki 20 günlük kampı sırasında Gassanilere ve Bizans’a meydan okumasına karşılık onlardan herhangi bir karşı koyma gerçekleşmedi. Onların İslam Ordusu karşısına dikilmemelerinin en önemli sebeplerinden birisi de bölge kabilelerinin kendilerine destek vermemesi olarak zikredilebilir. Böylece İslam Cumhuriyetinin hakimiyeti Tebuk bölgesi için tesis edildi ve zımni olarak İslam Cumhuriyetinin egemenliğinin sınırları Tebük’e kadar kabul edilmiş oldu.
İslam Ordusu, Tebuk Seferinden Medine’ye dönüş için yola koyulur. Yolda münafıklar Hz.Muhammed’e@ suikast tertip ettiler, fakat başarılı olamadılar.