top of page

BÖLÜM 16

UHUD YAKLAŞIRKEN

 

16.1. Sellam bin Mişkem’in İhaneti

Ebu Süfyan 40 kişilik bir süvari birliği ile Medine’ye Sevuk Harekâtı düzenlemişti. Bu harekât ile Medine’ye gizlice girmiş ve Beni Nadir Liderlerinde Sellam bin Mişkem ile görüşmüş, akşam yemeği yiyip, şarap içip eğlenmişlerdi. Daha sonra Sellam bin Mişkem’in İslam Cumhuriyeti yetkililerine verdiği ifadesine bakılırsa havadan sudan konuşmuş ve sadece eğlenmişlerdi. Fakat asla Ebu Süfyan ile gizli bir anlaşma ya da Medine İslam Cumhuriyetine karşı bir harekât, bir plan içerisinde olmamışlardı. Her ne kadar Sellam, Ebu Süfyan ile herhangi bir anlaşma yapmadığını söylese de o geceki görüşmelerinde ne görüştükleri zaman içerisinde ortaya çıkmaya başlamıştı. Nadiroğulları Yahudileri Uhud Savaşı yaklaştıkça Medine içerisinde fitne çıkarmaya yönelik söylemlerini artırmaya başlamışlardı. Uhud Savaşı öncesinde Medine’nin savunmasına katılmamak ve başkalarının da katılmaması için gösterdikleri gayretler ve ileri sürdükleri gerekçeler onların aslında o gece Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine Ebu Süfyan’la gizli bir anlaşma yaptıklarını gösteriyordu.

Hâlbuki Medine Sözleşmesinde (Vesikasında) bu sözleşmeye imza atan tarafların Medine İslam Cumhuriyetine karşı gizli ittifaklara giremeyecekleri hükme bağlanmıştı. Şayet taraflardan kim düşmanla gizli ittifaklara girerse o taraf Anayasal Ahde ihanet etmiş demekti ve bu ihanet de cezasız bırakılamazdı. Bu nedenle Nadiroğulları ileri gelenleri de Sellam bin Mişkem tarafından yapılan gizli ittifakı asla kabule yanaşmıyorlar, sürekli inkâr ediyorlardı. Fakat Mekkelilerin Medine üzerine ordu göndermek için hazırlanırken Nadiroğulları Yahudilerinin Medine’yi karıştırmaya çalışmalarının zamanlaması manidardı. Bu çabalar Sellam bin Mişkem’in o geceki görüşmesinde gizli birtakım entrikalar çevirmeye yönelik sözleştiğine işaret etmekteydi.

 

16.2. Medine’nin Savunmasına Katılmamak için Yahudiler Bahane Arıyorlar

Bedir Savaşı sonunda deniz tarafından Şam ticaret yolunu kaybetmiş olan Mekke Şirk Yönetimi, Beni Süleym ve Gatafan kabilelerinin hâkim olduğu doğu (Irak) tarafından denediği güzergâhı da kaybedince Medine’nin üzerine güçlü bir ordu ile gitmeye karar verdi. Mekke yönetiminin Uhud’da yapılacak savaş için hazırlanan ordunun toplanması için teşvik edici slogan “Bedr’in intikamının alınması” idi. Ama asıl amaç Medine İslam Cumhuriyeti tarafından kontrol altına alınan ticaret yollarının açılması idi. Bunun içinde Medine İslam Cumhuriyetine öldürücü bir darbenin vurulması gerekiyordu. Zira Şam ticaret yolunu kaybeden Mekkeliler, peygamberimizin Necranlılarla anlaşması nedeniyle Yemen ile güney istikametindeki ticaretlerini de kaybetmek üzereydiler. Şayet Medine İslam Cumhuriyeti yıkılmayacak olursa tüm ticaret yollarını kaybetmiş olan Mekke’nin gelecekte teslim bayrağını çekmekten başka çaresi kalmayacaktı.  

Ebu Süfyan, Sevuk Harekâtı sırasında Medine İslam Cumhuriyeti içerisinde kaos ve kargaşa çıkarmak için fitne tohumlarını atmıştı. O, Medine İslam Cumhuriyeti Anayasasına imza koyan taraflardan olan Nadiroğulları Yahudilerinin reisi Sellam bin Mişkem ile yaptığı gizli müttefiklik anlaşması ile Mekke müşrik ordusu Medine’ye saldırdığı zaman İslam Ordusunu yalnız bırakma konusunda anlaşmıştı.

Medine Vesikasına / Anayasasına göre Medine’ye yapılacak herhangi bir saldırıda Yahudiler de şehrin savunmasına iştirak edeceklerdi. Bu husustaki Anayasa maddeleri şöyle idi;

“37.a. Kendilerine savaş açan olursa, bu yasaya (sahifeye/belgeye) tabi olan Yahudilerin ve Müslümanların arasında tam bir dayanışma olacak, Yahudiler kendi savaş giderlerini, Müslümanlar da kendi savaş giderlerini karşılayacaklardır. Her iki kitlenin, aralarında istişare, tavsiye ve samimi bir dayanışma olacak, bütün haksız fiil ve kötülüklere karşı en iyi yol izlenecektir.…..

38. Yahudiler, Müslümanlarla birlikte savaştıkları sürece savunma harcamalarına katılacaklardır.....

39. Yesrib (Medine) vadisinin içerisi, bu anayasaya bağlı olanlar için haram (dokunulmaz) bir bölgedir.….

44. Yesrib’e (Medine’ye) karşı ani bir baskın ve saldırı düzenlenmesi halinde, Yahudiler ve Müslümanlar arasında tam bir dayanışma olacaktır.…..

45.b. (Savunma ve diğer harcamalar konusunda) herkes kendisine ait bölgeden sorumludur.”

 

Şayet Mekke ordusu Medine’ye saldıracak olursa ve Yahudi kabileler de şehrin savunmasına iştirak edecek olurlarsa Mekke Ordusunun işinin çok zor olacağı apaçık bilinen bir şeydi. Zira Kaynuka Yahudileri Medine’den sürgün edildikten sonra bile şehir nüfusunun üçte birinden fazlası Yahudi kabilelerden oluşmaktaydı. Nadiroğuları ve Kurayza oğulları Yahudileri ile Evs ve Hazreç kabilelerinden bazı toplulukların Medine’yi savunmaya katılmamaları Mekke ordusunun kolay bir zafer kazanmasını sağlayacaktı. Etrafındaki taraftarlarının azaltılmasıyla Hz. Peygamberin gücünü kırmak için şehrin savunmasında müminler yalnız bırakılmalıydı. Bu amaçla Ebu Süfyan Uhud savaşı öncesi Medine’ye yaptığı Sevuk Harekâtı sırasında Beni Nadirle yaptığı bu gizli ittifak anlaşması ile Medine Yahudilerinin şehri savunma da bir yolun bulunup devre dışı kalınmalarını hükme bağladı. Ebu Süfyan’la yaptıkları bu gizli anlaşma sonucunda Yahudi liderler Medine’yi savunmak için savaşmamanın gerekçelerini yaratmaya çalıştılar. Bunun için de Medine Yahudileri Sözleşmenin / Anayasanın öngördüğü hükümlere uymama hususunda kendilerini haklı gösterecek çeşitli bahaneler üretmeye başladılar. Anayasal sistemin yürütülememesinin esas suçlusunun Hz.Muhammed@ olduğu izlenimi vermeye çalıştılar.

Böylece kendilerinin Anayasaya uymak istediklerini fakat gelinen durumda bu Anayasal sistemin sürdürülebilir olmadığını zira Hz.Muhammed’in@ bekledikleri gibi çıkmadığını ifade ettiler. Çünkü Hz. Peygamberle@ sürekli doku uyuşmazlığı / ihtilaf yaşadıklarını, O’nun bir peygamber olmaktan çok, dini değerleri yok eden, hiçbir kutsal bırakmayan, haramları helal ederek değerleri yok eden, kıble değişikliği ile bütün kabileleri Mekke’ye kendi kabilesine bağlamaya çalışan bir zındık olduğunu belirttiler. Bu nedenlerle Onunla beraber olmanın ve onunla aynı yolda yürümenin imkânsızlığını dile getirdiler.  Bu hususlar kendi dinlerinde olan yani Yahudi olanlar için etkili olacak argümanlardı. Fakat onlar Evs ve Hazreçli müminlerin de bu savunmada Hz.Muhammed’i@ yalnız bırakma arzusunda idiler. Onların Hz.Muhammed’den@ ayrılmaları için izlenen politikalar nedeniyle Medine ekonomisinin kötüye gittiğini işlemeye başladılar. Mekke’nin Şam ticaret yollarının kapatılmasının hem dolaylı hem de dolaysız olarak kendi ticaretlerini de zora soktuğuna vurgu yaptılar.

Onlar bu ifadeleri ile Medine’ye yapılacak bir saldırıda Medine’yi savunmama gibi bir amaçları olmadığını, ama esas amaçlarının Medine ekonomisini zora sokan uygulamaları nedeniyle Hz.Muhammed@ iktidarının yalnız bırakılarak ona bir ders verilmesini Medineli ileri gelenlerine anlatıp onları ayartmaya çalışıyorlardı. Böylece ihanetlerini gizleyip, Medine’nin savunulması konusunda da vatansever pozisyonlarına yatmaya çalışıyorlardı. Abdullah bin Übey gibi Medineli Arap kabile reisleri de onları destekleyince onların ileri sürdükleri argümanlar Medine toplumunda elbette etkili oluyordu.

 

16.3. Yahudiler Medine’de Kaos Peşinde

Medine Yahudileri kendi kabilelerini Medine’nin savunmasına katılmaktan alıkoymaya yönelik söylem geliştirirken, aynı zamanda Medinelileri de kendi görüşlerine inandırıp peygamberimizi yalnız bırakmak istiyorlardı. Onların hedefinde Mekkelilerin işini kolaylaştırıp çevresindeki taraftarlarının sayısını azaltıp Hz. Peygamberin@ ağır bir yenilgi alması vardı. Bu amaçla kendi kabilelerini Medine’nin savunması için Mekke ordusu ile savaşa girmekten alıkoymaya çalıştıkları gibi ister iman etsin ister hala müşrik olsun Evs ve Hazreç’in arasından kendi argümanlarına taraftar kazanmaya çalışıyorlardı. Hz.Muhammed@ Cenab-ı Hakk’ın rehberliğiyle yetişip onların oyununu bozmasaydı neredeyse Uhud savaşına çıkacak asker sayısı çok az olacaktı. Onların bütün gayretlerine rağmen müminler Uhud’a 700 kişilik bir ordu çıkarmayı başarmışlardır. Komplo çok büyüktü ve bu işin başat rolünü Nadiroğulları Yahudileri üstlenmişti. Planın uygulanmasında Kurayzaoğulları Yahudileri ve işbirlikçi münafıklar da sürece dâhildi. Bu komplonun mimarları ise Ebu Süfyan, Sellam bin Mişkem ve Abdullah bin Übey idi.

Yahudilerin bu komplo girişimlerini bertaraf etmek için Cenab-ı Hak Ali İmran Suresinde Yahudilerden bir grubun Hz.Muhammed’in@ peşinden gidenlerin zihinlerini bulandırıp saptırmak istediklerini belirtir. Elçisine inzal edilen düzenlemelerin adil ve doğru politikalar olduğunu bilmelerine rağmen Yahudilerin bunlara karşı neden mücadele ettiklerini sorgular. Onlara hak, doğru ve gerçeğin ne olduğunu gayet iyi bilmelerine rağmen alışageldikleri yanlış politikaları doğruymuş gibi halka anlatıp eski şirk sistemini tekrar geri getirme çabalarını sorgular ve onlara doğru ile yanlışı / hak ve batılı birbirine karıştırıp gerçeği gizlememeleri gerektiği konusunda uyarır. Zira onlar gayet iyi biliyorlardı ki Hz.Muhammed’in@ Medine’ye getirdiği sistem eski şirk sisteminin yanlış ve adaletsiz uygulamalarını gideriyor ve onların yerine doğru ve adil bir sistemi inşa ediyordu. Böylece Medine toplumuna barış, huzur ve güven geliyordu. Diğer taraftan dış politikada da Bedir Savaşında elde edilen zafer ile Mekke zalimlerine büyük bir ders verilmiş ve ticaret yollarının kontrol altına alınmasıyla da zalim Mekkelilerin dize getirilmesi için en doğru politika takip edildiğini bu Yahudi liderleri gayet iyi biliyorlardı. Ama onlar kısa zamanda gerçekleşen bu mucizeleri / ayetleri / başarıları inkâr ediyorlardı. Dahası onlar Mekke ordusunun bu işin peşini bırakmayacağını ve Bedir’in intikamını mutlaka alacağını söylüyor ve bu söylemle Medinelileri korkutup kandırmaya çalışıyorlardı. Hz.Muhammed’in@ Mekke’nin ticaretini engellemeye yönelik politikası nedeniyle Medine’nin bu ticaretten elde ettiği dolaylı gelirlerden mahrum kalarak uğradığı zararı dile getirerek Medinelileri peygamberimize destek vermekten vaz geçirmeye uğraşıyorlardı. Onlar, Medine Vesikası / Anayasası imzalanırken Hz.Muhammed’in@ Medine üzerine bir güneş gibi doğacağını düşündükleri için kendisine inandıklarını ve Anayasal Sözleşmeye katıldıklarını ama gelinen aşamada O’nun Medine’ye aydınlık değil karanlıklar getirdiğini, eldeki aydınlığı da kaybetmekte olduklarını bu nedenle de artık Onun otoritesini inkâr ettiklerini /  reddettiklerini ifade ettiler. Onlar bunu metaforik bir ifade kullanarak şöyle söylediler; “Güneş (peygamber) doğarken her şey iyiydi ve bizde ona inandık, size de inanın dedik. Ama onun politikaları ile Medine üzerine doğan bu Güneş (peygamber) batışa geçmeye başladığı için onu inkâr / reddettik ve size de onu reddetmenizi söylüyoruz.”

Böylece onlar Medinelilerin geri dönerek Hz.Muhammed’i@ mücadelesinde yalnız bırakmalarını planlıyorlardı;

 

69-72- Kitap Ehlinden (Yahudilerden) bir grup sizi kandırıp saptırmak istiyor. Oysa onlar, sadece kendilerini saptırıyorlar da farkına bile varmıyorlar. Ey Kitap Ehli! Sizler tanık olup dururken, niçin Allah'ın ayetlerini / düzenlemelerini / yasalarını reddediyorsunuz? Ey Kitap Ehli! Sizler niçin hakkı batıl ile örtüyor / doğruyu yanlış gibi gösteriyor / yanlışı doğru gibi gösteriyorsunuz ve bile bile hakkı /doğruyu gizliyorsunuz? Kitap ehlinden bir grup dedi ki: "Müminlere indirilene, günün önünde (Güneş doğarken) inanın, günün sonunda (Güneş batarken) ise reddedin. Olur ki (size bakarak onlar da) dönerler.” (Al-i İmran Suresi 69-72)

 

Yahudi ileri gelenlerin bazıları Hz.Muhammed’e@ inzal olan vahiylerle gelen yasal düzenlemeleri kabul edemeyeceklerini bildirdiler. Medine İslam Cumhuriyeti kuruluş aşamasında Anayasa’ya imza atarak İslami İdareyi meşru bir idare olarak kabul eden Yahudileri süreç içerisinde reddediş noktasına getiren esas sebep ise onların kendilerini üstün görmeleri idi. Yeni yasal düzenlemelerin getirdiği sosyal ve iktisadi değişiklikler ise onların bu üstünlüklerine son verecek gibi görünüyordu.  Zira onlar, eski şirk sisteminde halktan haksız bir şekilde beslenerek servet yığmış ve toplumda ekonomik güç elde etmişken yeni düzenlemeler adalet getirmekte idi ve haksız kazançlara geçit vermiyordu. Bu nedenle onlar yeni yasal düzenlemelere ve dolayısıyla Hz.Muhammed’e@ karşı şiddetli bir muhalefet geliştirmeye başlamışlardı. Onlar karşı çıkışlarının gerekçesi olarak menfaatlerinin engellendiğini halka söylemeleri mümkün değildi. Bundan dolayı onlar karşı çıkış gerekçelerini halklarına anlatırken onların kutsal saydıkları değerler üzerinden anlattılar.  Kıblenin değişiminde olduğu gibi yeni yasal düzenlemelerin kendi dinlerindeki düzenlemelerle uyuşmadığını halklarına anlatarak peygamberimizi ve İslami sistemi reddedişlerinin gerekçesi olarak belirttiler. Onlar halklarına şu mealde bir söylemle yaklaşıyorlardı;

“Anayasayı imzalamadan önce gelen vahiyler iyiydi ve bizim müktesebatımızla / kitabımızla uyum içerisinde idi. Bu nedenle biz onları kabul ediyorduk ve o zaman inanmıştık. Bu nedenle bizler Medine Anayasasına imza attık. Ama sonra gelen vahiylerle yapılan yasal düzenlemeler bize verilen düzenlemelerle / bizim müktesebatımızla hiçbir benzerlik arz etmiyor. Sonra gelen tüm düzenlemeler bizim öğretimizle uyuşmuyor. Bu nedenle sonraki gelenleri biz kabul etmiyoruz. / reddediyoruz.  Şayet sonra gelen bu düzenlemeleri kabul edersek yarın Rabbimizin huzuruna gittiğimizde bunun hesabını veremeyiz. Bu durum aleyhimize bir delil olur. Bu nedenle Anayasal olarak kabul edeceğimize ahdettiğimiz hususlara şimdi uymamak durumundayız.”

 

73-74- (Yahudilerden o grup devamla şöyle dediler); “Dininize / Yolunuza / Dünya Görüşünüze tabi olmayana inanmayın!” De ki: “Doğru yol / din / dünya görüşü, Allah’ın yoludur / dinidir / dünya görüşüdür. Size verilen yolun / dinin / dünya görüşünün bir benzerinin başka birine verilmesi nedeniyle ve / veya Rabbinizin nezdinde size üstün gelecek deliller getireceklerini düşündüğünüz için mi karşı çıkıyorsunuz?” De ki: “Muhakkak ki lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah rahmeti bol olandır, her şeyi bilir. O, Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Al-i İmran Suresi 73-74)

 

16.4. Yahudi İleri Gelenlerinin Kendi Halklarını Kandırma Gerekçeleri: «Ümmilere karşı sorumsuzluk(!)»

Yahudilerden ahitlerine / sözlerine, emanetlerine sadık olanlar da vardı. Anayasaya attıkları imzanın arkasında durmayarak ahitlerini ihlal etmeleri durumunda «Allah’a bunun nasıl hesabını vereceğiz» diye düşünen bu sadık kimselere Ebu Süfyan’la gizli ittifak yapmış olan Yahudi liderlerin bir açıklama getirmeleri gerekiyordu.

Onlar, Anayasal Sözleşmeyi ihlal etmelerinin Allah indinde herhangi bir sorumlulukları olmayacağını, yaptıkları ihanet nedeniyle Allah’ın onları hesaba çekmeyeceğini kendi halklarına anlatabilmek için ümmilere / Yahudi olmayanlara karşı yaptıkları her türlü yanlış / kötü hareketten kendilerine bir sorumluluk olmadığını iddia ettiler. Bu argümanı üretenlerin en önemli özellikleri bir dinarlık / liralık meblağ bile olsa kendi menfaatleri için her türlü değerleri satabilmeleriydi. Cenab-ı Hak, halkı aldatabilmek için onların ürettikleri argümanı ortaya koyarken onların bu aşağılık özelliklerine işaret etti;

 

75- Kitap ehlinden öylesi vardır ki, eğer onlara kilolarca altın emanet etsen onu sana noksansız geri iade eder. Onlardan öyleleri de vardır ki, ona bir tek lira / dinar emanet etsen, tepesine dikilmeden onu sana geri vermez. Onların böyle davranmalarının sebebi, onların, “Ümmilere (ehli kitap olmayanlara) karşı yaptığımız şeylere ilişkin bize herhangi bir günah / vebal yoktur.” demelerinden dolayıdır. Onlar, Allah adına hüküm vererek bile bile yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi: 75)

 

16.5. Yahudi İleri Gelenlerinin Kendi Halklarını Kandırma Gerekçeleri: «Kitapta Yeri Var(!)»

Yahudi ileri gelenleri yeminlerini / anlaşmalarını dünyevi bir karşılık için satıyorlardı. Hz.Muhammed’in@ Medine’ye getirdiği yenilikler ve yaptığı düzenlemelerle onlar kaybettikleri haksız kazançlardan mahrum kalmamak, tekrar eskisi gibi Medine’deki egemen pozisyonlarını elde etmek için Medine Vesikası / Anayasası ile verdikleri sözlerini / ahitlerini satıyorlardı. Dahası bunun kendi dinlerinde ve kitaplarında yerinin olduğunu göstermeye çalışıyorlardı. Hâlbuki kendi kitaplarında asla buna müsaade yoktu, ama onlar halkı kandırmak için kitaplarındaki hükümleri eğip bükerek ve olmadık yorumları yaparak Medine Anayasası hükümlerine uymamayı / ahitlerini ihlal etmelerini dini bir hüküm / Allah’ın emri gibi göstermeye çalışıyorlardı.

 

76-78- Hayır, kim verdiği ahde bağlı kalırsa ve takvalı davranarak ihanetten sakınırsa, bilsin ki Allah takvalı davranarak ihanetten sakınanları sever.  Allah'a verdikleri sözlerini / ahitlerini ve yeminlerini az bir menfaat karşılığı satanlar var ya; işte onların ahirette hiçbir payları yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onların yüzüne bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için çok acıklı bir azap da vardır.  Onlardan bir güruh vardır ki, kitaptan olmayan bir hususu kitaptan sanasınız diye dillerini eğip bükerek kitabı taklit ederler ve Allah katından olmadığı halde, “Bu, Allah katındandır” derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ederler. (Al-i İmran Suresi: 76-78)

 

16.6. Yahudilerin İddialarına Cevaplar

Yahudilerin Uhud Savaşına katılmamak niyetiyle Medine Anayasasının ilgili hükümlerini ihlal etmelerini meşru göstermek için ürettikleri argümanlara cevap verilmesi için Cenab-ı Hak elçisine Al-i İmran Suresinin müteakip ayetlerini inzal etti. Söz konusu ayetlerde Yahudilere daha önce gönderilen bütün peygamberler onlara ilahi öğretiyi savunan elçiler geldiği zaman mutlaka o elçilerin yanında saf tutmalarını emrettiğini ve onlardan bu hususta ahit / söz aldığını bildirdi. Geçmiş dönemde kendilerine gönderilen bu peygamberler onlara kendilerini ilahlaştırmamalarını emretmesine rağmen onların bu emre uymadıkları ve peygamberlerini ilahlaştırdıkları ve böylece ahitlerinde / sözlerinde durmadıkları ifade edildi.  Cenab-ı Hak onların işledikleri bu ihlalleri haklılaştırmak için fetvalar / gerekçeler üretmeye devam ettiklerine de işaret etti. Böylece onlara mealen;

“Bu karşı çıkışlarınızla ahit verdiğiniz / imzaladığınız Anayasayı ihlal ediyorsunuz. Hâlbuki siz bu Anayasaya bağlı kalacağınıza yemin etmiştiniz. Buna göre Medine’ye herhangi bir düşman saldırısı olduğunda şehrin savunmasına (dolayısıyla İslam Cumhuriyetinin savunmasına ve Hz.Muhammed’in@  hükümetine ) yardım edecek ve onu koruyacağınıza ahdetmiştiniz. Ama şimdi bu ahdinizin gereğini yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüyorsunuz. Müminler ise Hz.Muhammed’e@, ahit verdikleri Anayasal sözleşme hükümlerine ve gelmiş geçmiş bütün peygamberlere uydukları gibi Hz.Muhammed’e@ de sahip çıkmaktadır. Bu nedenle onlar hakkında ileri sürmüş olduğunuz suçlamalar kabul edilemez. Kutsalları kaldırıyor ya da hiç kutsal tanımıyor diye bu peygamberi suçlayamazsınız. Hiçbir peygamber insanların kendilerini Allah’tan başka tanrı edinip tapmalarını söyleyemez. Bu onlara asla yakışmaz. Onlar sizlere Allah’a ihlasla bağlı olmanızı ve ilahi öğretilere uygun samimi kullar olmanızı isterler. Onlar, sadece kendilerine inzal edilen ilahi öğretinin / kitabın hükümlerini uygularlar.  Doğru yol / dünya görüşü / din, geçmişte olduğu gibi bugün de Allah’a teslim olmak ve O’nun öngördüğü hükümleri uygulamaktır.  Ama sizler Allah’a teslim olmaya yanaşmıyorsunuz. Sizler fıtratınıza en uygun olan ve size huzur, mutluluk ve adalet getirecek ilahi hükümleri uygulamak yerine kendi çıkarlarınıza uygun hükümleri istiyorsunuz. Daha kötüsü çıkarlarınız için kendi uydurduğunuz hükümleri ilahi hükümlere uygunmuş / kitaptanmış gibi göstermeye çalışıyorsunuz.”

denildi.

 

79-84- Allah’ın kendisine kitap, hüküm (yasama) ve peygamberlik verdiği hiçbir insanın “Allah’ı bırakın da gelin bana kul olun” demesi mümkün değildir. Bilakis o “Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz” der. Onun size “melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi de emretmez. Siz Allah’a teslim olduktan / boyun eğdikten sonra hiç size inkârı emreder mi? Hani Allah peygamberlerin ümmetlerinden şu hususta misak / ahd / söz almıştı; “Ant olsun ki size kitap ve hikmet / yasa verdim. Bundan böyle bu verdiklerimi doğrulayan / kabul eden bir elçi geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Bu milli misakı yükleniyor musunuz?” Onlar, “İkrar ettik / kabul ettik” deyince Allah da “Öyleyse şahit olun, Ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” dedi.  Artık bundan sonra her kim ahdinden dönerse, işte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.  Peki, bu ahitlerine rağmen şimdi onlar Allah'ın dininden / yolundan / dünya görüşünden başkasını mı arıyorlar? Hem de göklerde ve yerde olan herkes, ister istemez O'na teslim olmuş / boyun eğmişken ve kendileri de O'na döndürüleceklerken (böyle boş bir arayışın içerisindeler.) De ki: “Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a ve torunlara indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve bütün peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç birisinin arasında ayırım yapmayız. Biz, sadece O'na boyun eğeriz / teslim oluruz.” (Al-i İmran Suresi 79-84)

16.7. Yahudilerin Ayartmalarına Kanan Müminlerin Uyarılmaları

Yahudi liderler Medineli müminleri Hz.Muhammed’in@ etrafından koparmak için yaptıkları propaganda etkisini göstermişti. Bazı müminler Mekkelilerin ticaret yollarının bloke edilmesi nedeniyle Mekke’nin müttefikleriyle birlikte bütün gücünü toplayıp Medine’nin üzerine gelmesi durumunda buna karşı koyamayacaklarını ifade ediyor ve muhaliflerin safına meylediyorlardı. Onlar ayrıca Mekke’ye uygulanan tecrit politikası nedeniyle Medine’nin de menfi olarak etkilendiğini dillendiriyorlardı. Zira Mekke’nin Şam’a yaptığı ticaret kervanlarına sattıkları başta hurma olmak üzere diğer ürünler ellerinde kalmıştı. Söz konusu kervanlardan temin ettikleri ihtiyaç mallarından da mahrum kalıyorlardı. Artık bundan sonra üretim mallarını başka yerlerde satmaları, ihtiyaçlarını da başka pazarlardan temin etmeleri gerekiyordu. Yahudilerin ve münafıkların yaptıkları algı operasyonunun etkisi altında kalan bu müminlerin içine düştükleri gafletten kurtarılması gerekiyordu. Eğer onlar bu ayartıcı propagandaya kapılacak olurlarsa başlarına çok büyük belaların geleceği uyarısı yapılmalıydı. Cenab-ı Hak müminlere şu uyarılarda bulundu;

“Kim peygamberin uyguladığı dünya görüşü / din / yol olan İslam’dan başka bir dünya görüşü / din/ yol ararsa tercih edeceği dünya görüşü / din/ yol Allah tarafından asla kabul edilmeyecek ve başarısız olacaktır.  Onlar bu tercihleri nedeniyle gelecekte çok büyük zarara uğrayacaktır.  Zira Medine için en uygun ve başarıya götürecek olan politika / din / yol İslam’dır. Başka dünya görüşleri / dinler /yollar sizin sorunlarınızı çözemez, sizi kurtaramaz. İman ettiğiniz peygamberin şu kısa süreçte yaptığı yeniliklere ve kazandığı zaferlere şahit oldunuz. Elde edilen olumlu sonuçlar ve başarılar o elçinin hak olduğunun en önemli kanıtıdır. İçinizden ondan daha mükemmel bir lider, daha iyi bir yönetici ve daha doğru kimse de yoktur.  Onun şimdiye kadar izlediği dünya görüşü / din / yol da başarılı olmasına rağmen onu yalnız mı bırakacaksınız? Onun izlediği dünya görüşünün / dinin /yolun doğruluğu konusunda Cenab-ı Hak o kadar ayet / işaret / kanıt göstermiş olmasına rağmen yine de inkâr / ret yolunu seçecek olursanız Allah sizi doğru dünya görüşüne / dine / yola iletmez. Elçinizi yalnız bırakacak olursanız Allah’ın, meleklerin ve herkesin lanetine uğrayacaksınız. Dahası öyle bir azaba uğrayacaksınız ki sonradan dünyaları fidye olarak verseniz bu yıkım azabından kurtulmanız mümkün olmayacaktır. Gelin! Vakit varken, iş işten geçmeden tövbe edip kurtulun. Yoksa zamanı geçtikten sonra pişmanlık fayda vermeyecektir. Gelin! Vakit varken elçinize destek olun ve onun yolu / dini / dünya görüşü uğruna sevdiğiniz şeylerden infak edin, ahitlerinize sadakat gösterin ve İslam’ın getirdiği düzenlemelere itaat edin. Elçinizin dünya görüşünü / dinini / yolunu izlemekten dolayı kaybedeceğiniz şeylere üzülmeyin ki iyilerden / erdemli kişilerden olasınız.”

85-92- Kim İslâm'dan başka bir din / politika / yol ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. İman edip, Elçi'nin hak olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâr eden / karşı çıkan bir topluma Allah niye doğru yolu göstersin ki? Allah, zulmeden toplumu doğru yola iletmez. İşte onların cezaları, Allah'ın, meleklerin, bütün insanların lanetine uğramalarıdır.  Ebedi olarak bu lanet onların üzerlerinde olacaktır.  Kendilerinden bu azap hafifletilmeyecek ve kendilerine mühlet verilmeyecektir.  Ancak bu uyarılardan sonra tövbe eden ve gidişatlarını düzeltenler başka. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Fakat imanlarından sonra inkâr edip / karşı çıkıp, sonra da inkârlarında / karşı koyuşlarında ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir. İşte bu inkârı / karşı koymayı tercih edip inkârcı olarak ölenler, dünyanın bütün altınlarını bile fidye olarak verseler kendilerinden asla kabul edilmeyecektir.  Onlar için acıklı bir azap vardır ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.  Sevdiğiniz şeylerden (Allah’ın yoluna) bağışlamadıkça asla birr'e / iyiliğe eremezsiniz. (Allah’ın yoluna) neyi bağışlarsanız Allah onu en iyi bilendir. (Al-i İmran Suresi 85-92)

16.8. Yahudi İleri Gelenlerinin Kendi Halklarını Kandırma Gerekçeleri: “Kutsalların Kaldırılması”

Yahudilerin Hz.Muhammed’in@ Medine İslam Cumhuriyeti Başkanlığını kabul etmelerinde esas faktörlerden birisi de O’na gelen ilahi öğretinin ( Kur’an’ın) Tevrat’ı tasdik etmesiydi. Bu tasdik ile Yahudiler Tevrat’ın öngördüğü şeriatı / hukuku kendi aralarında uygulayabileceklerdi. Ancak onlar bununla hâlihazırda cari olan ve Tevrat’a uygun gördükleri yasaların da aynen geçerli olacağını anlamışlardı. Yani aslında Tevrat’ın kabul etmediği fakat kendilerinin zamanla çıkarlarına göre uydurdukları ve Tevrat’a uygunmuş gibi gösterdikleri yasaların değiştirilmeyeceğini sanmışlardı. Fakat Medine Vesikası / Anayasası kabul edilerek İslam Cumhuriyeti teşekkül ettikten sonra işler bekledikleri gibi gitmedi. Peygamberimizi avuçlarının içine alamadıkları gibi Hz. Peygamberin getirdiği her yeni düzenleme, Yahudilerin aleyhine oldu. Yeni Pazar kurulması, ölçü ve tartıda hile yapılmaması, doğruluk ve dürüstlüğün getirilmesi, …vb. Piyasa hâkimiyetinin en önemli aracı olan haram ve helaller / yasak ve serbest olanlar İslam Cumhuriyetince İlahi vahiyle belirlenirken Yahudi ileri gelenlerinin Tevrat’a uygunmuş gibi gösterdikleri haksızlıklar ve yanlışlar bu yasalarla düzeltiliyordu. Kendi şeriatlarına da düzeltici olarak müdahale eden bu yasalar nedeniyle Yahudi ileri gelenleri, bu durumdan bir hayli rahatsız oldular. Örneğin deve ve deve ürünlerinin haram edilmemesi ve içkinin yasaklanmaya doğru gideceğine dair ilk işaretler, onların piyasadaki varlıklarını tehdit eden ya da en azından piyasa hâkimiyetlerine son vereceğine dair örnekleri oluşturuyordu. Zira deveyi kirli gören Yahudiler devenin etinden, sütünden, tüyünden ve derisinden istifade edemiyorlardı. ([1]) Medineli Araplar ise deveden sadece taşımacılık olarak değil eti, sütü, tüyü ve derisinin ekonomik getirisinden faydalanıyorlardı. Yahudiler bu sektöre bir türlü giremiyorlardı. Devenin haram olması kendi ürettikleri yanlış bir yasaydı. Bunun düzeltilmesi kendiler açısından faydalı olacaktı. Fakat diğer taraftan içki ise Tevrat’ta yasaklanmasına rağmen onlar içkiyi hem kullanıyorlar hem de üretiyorlardı. Bu ise onların piyasada hâkim pozisyon yaratmalarına neden oluyordu. Devenin helal olmasından daha fazla getirisi olan içkinin yasaklanması işlerine gelmeyecekti. Onlar haram olan bu uygulamalarına bir fetva uydurarak içkiyi helalleştirmişlerdi. Gelecek süreçte Tevrat’ta da yasaklanan içkinin onlar tarafından neden yasaklanmadığı sorgulanıp onların bunu yasaklamaya zorlanması muhtemeldi. Böyle bir durumda onların çok önemli bir piyasayı / getiriyi kaybedecekleri aşikârdı. Onlar aleyhlerine gelişen bu reformlar nedeniyle Tevrat’ı tasdik ettiğini beyan etmesine rağmen Hz.Muhammed’in@ Tevrat’ta yer alan haram ve helalleri / kutsalları kaldırmakla suçladılar. Bu suçlamaya dayanarak Medine’yi birlikte savunma ilkesine uymamalarına bir gerekçe olarak ileri sürdüler.

Cenab-ı Hak, onların bu konudaki savlarının yanlış olduğunu bildirdi. Bu hususta Hz. Musa zamanından önce Hz. Yakup’un kendine yasaklamış olduğu şeylerin haricinde İsrail oğullarına hiçbir yasağın olmadığını belirtti. Bu açıklama ile Hz. Yakup’tan Hz. Musa’ya kadar geçen süre zarfında İsrail oğullarına çok az bir yasaklamanın dışında yasak olmadığı ama Hz. Musa’dan sonra bu yasakların İsrail oğullarının kendi uydurmaları olduğu ifade edilmiş oldu. Bunun tersini ve kendilerinin haklı olduklarını iddia edecek olurlarsa o zaman Tevrat’ı getirip birlikte incelemeyi teklif ederek onların anlayışlarına meydan okunmasını emretti. Dahası onların bu iddiaları ile Kendisine (Allah’a) iftira attıklarını belirtti. Böylece onların Medine’nin savunmasına katılmamaları hususunda kendi mensuplarını kandırmak için ileri sürdükleri gerekçelerin yanlışlığı ortaya konmuş oldu.

93-95- Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in (Yakup'un) kendisine haram kıldığı şeyler dışındaki bütün yiyecekler İsrail oğullarına helaldi. De ki: “Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz, haydi (ne duruyorsunuz?) Tevrat'ı getirip okuyun.”  (İşte yapamadılar) Artık bundan sonra kim Allah’a iftira atarsa / Allah’a isnat ederek haram-helal belirlemeye kalkarsa, işte zalim onlardır. De ki: “Allah doğru söylemektedir. Öyle ise hakka yönelen bir Hanif olarak İbrahim'in milletine girin. / dinine uyun. O, müşriklerden değildi.” (Al-i İmran Suresi 93-95)

16.9. Yahudi İleri Gelenlerinin Kendi Halklarını Kandırma Gerekçeleri: “Kıble Değişikliği”

Yahudilerin Medine savunmasına katılmamak için ileri sürdükleri gerekçelerden bir diğeri de yakın geçmişte yaşadıkları Kıblenin Kudüs’ten Mescidi Haram yönüne değiştirilmesi idi. Onlar şunu ifade ediyorlardı; “Medine İslam Cumhuriyeti kurulurken kıble olarak Kudüs’ün seçilmesi ile bütün Medine toplulukları aynı kıbleye yönelmişlerdi. Herkesin Kudüs yönüne dönmüş olması birlik ve beraberliğin en önemli sembolü idi. Fakat ne zaman ki kıble Kudüs’ten Mesicid-i Haram’a çevrildi, Medine’de birlik ve beraberlik ortadan kalktı ve ayrılık başladı. Bu değişikliğin esas müsebbibi ise Hz.Muhammed’den@ başkası değildir. Aynı topluluk içerisinde farklı yönlere dönerek ibadet edilecekse birlik ve beraberlik nasıl sağlanacaktır.”

Aslında daha önce de defalarca ifade edildiği üzere kıble olarak tekrar Mescid-i Haramın seçilmesi ile sadece Medine’nin birliği değil tüm Arap kabilelerini de kapsayan bir birliği sağlamanın hedeflendiği, aksi takdirde Arap Yarımadasında tevhidi sağlamanın neredeyse imkânsız olduğu onlara belirtilmişti. Ama onlar şimdi Hz.Muhammed’i@ Medine’nin savunmasında yalnız bırakmak için konuyu tekrar gündeme getirdiler.  Tevhidi oluşturmada yegâne yolun ortak kıblenin tekrar Kudüs olması hususunda ısrar ettiler. Bu ısrar aslında Kıblenin Kudüs olması şeklinde basit bir yön olayı değildi. Bu onların / Yahudilerin üstünlüğünde ve liderliğinde bir yönetim sisteminin kurulması konusundaki ısrarları idi. Fakat Cenab-ı Hak, Medine Yönetiminin Yahudilerin üstünlüğü / liderliği / önderliği ekseninde bir yapılanması yerine tevhide katılan tüm insanların iştirak ettiği bir yönetim modeli öngördüğünü dile getirdi. Bu tevhit sisteminin, insanları ırkları, dinleri, derileri, cinsiyetleri vb. ayrımlara tabi tutmadan Yahudiler de dahil herkesi kapsadığını belirttikten sonra herkesin bu amaca ulaşmak için çaba sarf etmesinin, bu yola / bu amaca ulaşmak için gücü yeten tüm insanlar üzerinde Allah’ın hakkı olduğunu vurguladı.

Cenab-ı Hak, Beyti Atik / En Eski Ev / En Eski Yönetim Yeri olan Kâbe’nin Hz. İbrahim ve İsmail tarafından inşa edilmesi ve Hz. İbrahim’in de bölgedeki bütün din ve kutsal yolların ilki olmasına vurgu yaptı. Bunun anlamı, bölgede ki bütün dinlerin / yönetim tarzlarının sapık hale gelmiş olsalar da eninde sonunda kendilerini Hz.İbrahim’e dayandırmaları nedeniyle Kabe’nin birlik / tevhit için en uygun, en kapsayıcı ortak değer  / ortak kültür / ortak miras olmasıydı. Rabbimiz, bu İlk Evde / İlk Yönetim Mekânında / Old House da Hz. İbrahim’in makamının / tavır ve davranışının / duruşunun / yönteminin var olduğunu, böylece insanların örnek alacağı modelin orada olduğunu belirtti. Hz. İbrahim’in makamının orada oluşu ifadesiyle, onun zulümle mücadelesini ateşe atılmaya kadar vardırması, herkesi doyurmaya çalışması, zalimlerin egemenliğinden uzak bir yer seçmesi ve insanları birlik olma, putları kırma ve sadece Allah’a kul olma bilinciyle kuşanmaları için inşa ettiği Kabe’ye çağırması ile onun örnekliğini anlattı.

Cenab-ı Hak böylece Hz. İbrahim’in duruşunu ve örnekliğini sembolize eden makamının Mekke’de olması nedeniyle orasının kıble olarak seçilmesinin en doğru tercih olduğunu bildirdi. Hz. İbrahim’in önerdiği İlk Ev sistemine / Kabe’nin kuruluş ilkelerine dönülecek olursa çok büyük bereketler elde edeceklerini, bu ilkelere göre kurulacak sisteme giren insanların güvene ermiş olacaklarını ve böylece hiç kimsenin tasallutunda ve sömürüsünde olmayacaklarını belirtti. Bütün insanların Hz. İbrahim’in örnekliği ile Kabe’nin kuruluş ilkelerini kendi toplumlarında temin etmek için çalışmasının Allah’ın bir hakkı olduğu belirtildikten sonra şayet insanlar bunu yapmak için çaba göstermeyi reddederlerse Allah’ın ve O’nun yolundan gidenlerin onlara muhtaç olmadıklarını bildirdi. Böylece şayet Yahudiler ya da diğer kabileler peygamberimize bu konuda destek olmayacak olurlarsa kimseye ihtiyaç duymaksızın bu kutlu yolda yürüneceği haykırılmış oldu. Hz. İbrahim’in ilk Ev sistemi / Kâbe / İslam / Tevhid sistemine giren insanların malları, canları, nesilleri, ticaretleri ve sosyal güvenlikleri emniyet altına alınmış olacaklarının bildirilmesiyle Yahudilerin kıble değişikliğini gerekçe göstererek Medine’nin savunmasına iştirak etmemelerinin saçmalığı da gösterilmiş oldu.

           

96- 97- Şüphe yok ki insanlar için ilk kurulan ev / mabed / yönetim merkezi Bekke’dekidir / Mekke’dekidir. O alemlere doğru yolu gösterici kutlu bir merkezdir. (Bu hususa ilişkin) orada apaçık işaretler vardır. (Mesela İbrahim’in duruşunu / tutum ve davranışını sembolize eden) İbrahim’in makamı oradadır. Oraya giren güvende olur. Gücü yeten herkesin o ilk Evi / Beyti haccetmesi (Beytin kuruluş ilkelerine erişmek için çalışması) her insan üzerine Allah’ın hakkıdır. Kim (bu ilkelere ulaşmayı) reddederse / inkâr ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnidir. / onlara muhtaç değildir. (Al-i İmran Suresi 96-97)

 

[1] ) Tevrat’ta eti yenen ve yenmeyen hayvanlara ilişkin çok uzun bir ibare vardır; «Rab Musa ve Harun’a şöyle dedi: ‘İsrail halkına deyin ki, karada yaşayan hayvanlardan  şunların etini yiyebilirsiniz: Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve…………..Tavşan,………….Domuz, ……….Bu hayvanların etini yemiyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir/ murdardır………..»

16.10. Yahudilere Uyarılar

Kıble değişikliğini gerekçe göstererek ahitlerini bozmalarını ve böylece Medine’nin savunmasına katılmamalarını haklı çıkarmaya yönelik Yahudilerin argümanlarına cevap veren Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde onların şöyle uyarılmasını elçisine emreder;

“Allah bütün yaptıklarınızı ve çevirdiğiniz entrikalara şahit olduğunu bilmenize rağmen neden Allah’ın ayetlerini reddediyorsunuz. Kendinizi haklı çıkarmak için Kabe’yi Allah’ın elçisi İbrahim’e inşa ettirdiğini ve inşa amacının da ilahi öğretiyi insanlara öğretmek olduğunu bile bile kıble olarak Kabe’nin seçimini neden reddediyorsunuz. Hz.Muhammed’in@ ve hükümetinin aleyhine Mekkelilerle gizli gizli ittifaklar kurduğunuzu her şeye şahit olan Rabbinizin bildiğine iman ettiğiniz halde neden Allah’ın sistemine karşı duruyorsunuz? Allah’ın inzal ettiği düzenlemeleri neden inkâr ediyorsunuz? / kabul etmiyorsunuz? Neden Medine İslam Cumhuriyeti’nin politikalarını / Allah’ın yolunu yanlış göstermek için insanların zihinlerini bulandırmaya çalışıyorsunuz. Bu politikanın / Allah’ın yolunun en doğru politika olduğunu gayet iyi bilmenize rağmen bunu yapıyorsunuz. Halbuki Allah’ın yolunu izleyen Medine İslam Cumhuriyetinin yasama ve icraatlarıyla ne kadar doğru, adil ve güven verici olduğuna sizler şahitsiniz. Ayrıca Allah yolunda mücadele eden bu Cumhuriyetin zalimlere / müşriklere karşı elde ettiği başarılara da şahit olduğunuz halde yine de onu yanlış göstermeye çalışmanızın sebebi nedir?”

 

98-99- De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah, yaptıklarınızı görüp dururken / tanık iken, ne diye Allah'ın ayetlerini / düzenlemelerini / değerler sistemini reddediyorsunuz?” De ki: “Ey Kitap Ehli! Siz (doğru olduğuna) şahit / tanık olduğunuz halde niçin Allah'ın yolunu yanlış göstermeye yeltenerek müminleri Allah'ın yolundan saptırıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Ali İmran Suresi 98-99)

 

16.11. Müminlere Uyarılar

Yahudi ve işbirlikçisi olan münafıkların argümanlarına kanarak peygamberlerini mücadelesinde yalnız bırakmaya niyetlenmiş müminlere ise Cenab-ı Hak, aşağıdaki uyarıların yapılmasını elçisine emreder;

“Ey müminler! Peki ya size ne oluyor? Sizler neden o Yahudi ve münafıkların peşinden gidiyorsunuz. Onlar sizi saptırmak istiyor. Tam doğru yolu bulmuş iken sizler onlara uyacak olursanız perişan olursunuz. Hem size doğru yolu gösteren peygamber aranızda olmasına ve Allah’ın ayetleri / zaferleri / doğruya götürücü düzenlemeleri gelip duruyor olmasına rağmen nasıl olurda bu nimete nankörlük eder ve o Yahudi / münafık inkârcılara inanırsınız? Hani İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce onların peşinden gidiyordunuz da birbirinizi boğazlıyordunuz, neredeyse yok oluşun eşiğine gelmiştiniz. Onlar sizin neslinizi kurutacaklardı. Fakat Allah’ın ihsan ettiği İslam Cumhuriyeti nimeti sayesinde kardeş oldunuz ve yok oluştan kurtuldunuz. Bu nedenle O’nun ipine / politikasına / yoluna sımsıkı sarılın. Sakın O’nun yolundan ayrılmayın. Onların aranıza fitne ateşi yakmalarına engel olmak için içinizden Akil İnsanlar Heyeti ve Asayiş güçleri oluşturun. Bu topluluğun mensupları onların gazına gelmeyen ve aklı başında olan insanlardan oluşsun. Onlar insanlar arasında oluşturulmak istenen fitne ateşini söndürsünler ve sakın oyuna gelmesinler. Toplumdaki barışı, asayişi ve huzuru sürekli kılsınlar. İyiliği emretsinler ve kötülükten uzaklaştırsınlar. Birbirinize düşman olarak sürekli çatışma içerisinde iken Cenab-ı Hakk’ın öğretisi ile birlik sağladınız ve birbirinizin kardeşi oldunuz. Bu Rabbinizin çok açık ayetidir. Bir mucize gerçekleşti. Şimdi bu mucizeye şahit olduktan sonra tekrar eskiye dönerek parça parça olmayın. Tekrar birbirinize düşman olup çatışma içerisine girmeyin. Aksi takdirde yüzünüz kara çıkar ve büyük bir azap ile yüz yüze gelirsiniz. Bunun sebebi de sizin nankörlüğünüzden başkası değildir. Allah kimseye zulmetmek istemez. Fakat göklerde ve yeryüzündeki her şeyin sahibi olan Allah’ın doğaya koyduğu yasalara göre işlerin bu yasalar çerçevesinde cereyan etmesi nedeniyle bu hareketlerinizin sonunun azap olduğunu bilin.”

100-109- Ey Müminler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi küfre döndürürler. Hâlbuki size Allah'ın ayetleri / düzenlemeleri / zaferleri ortaya konmuş ve O'nun Elçisi de aranızda olduğu halde nasıl olurda inkârcılığa yönelirsiniz? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru yola iletilmiştir. Ey müminler! Allah'a nasıl takvalı davranmanız / sakınmanız gerekiyorsa öyle takvalı davranın / sakının ve sakın müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin. Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Sakın dağılıp ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; Hani birbirinize düşmandınız da O kalplerinizi kaynaştırdı. Böylece O'nun lütfu sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun tam kenarındaydınız da oradan sizi O kurtardı. İşte, Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız. O halde içinizden hayra çağıran, iyiliği / marufu emreden, kötülükten / münkerden men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Sakın kendilerine apaçık deliller gelmesine rağmen bölücülük yapıp ayrılan (şu ehli kitap mensubu) kimseler gibi olmayın. Çünkü bazı yüzlerin ağaracağı bazı yüzlerin de kararacağı bir günde bunlar için büyük bir azap vardır. İşte o gün yüzleri kapkara kesilen kimselere, “Ya demek siz inandıktan sonra inkâra geri döndünüz ha? Öyleyse, nankörlüğünüzün cezası olarak tadın azabı!” denilir. Yüzleri ağaranlar ise, Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. İşte bütün bunlar, hakkın ikamesi (hakkın, doğruluğun ve adaletin uygulanması) için okuduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah âlemlere zulmetmek istemez. Göklerde ve yeryüzünde olan her şey Allah'ındır. Bu nedenle bütün işler Allah'ın koyduğu yasalara (doğal / fıtrat) göre cereyan eder. (Ali İmran Suresi 100-109)

 

Cenabı Hak, Anayasal ahdine sadık kalarak Peygamberimizin yanında saf tutan müminleri över. Onların insanların arasından çıkarılmış en hayırlı topluluk olduğu ve iyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalıştıklarına vurgu yaptı.  Bu uğurda da kendilerine vaat edilen başarıya mutlaka erecekleri konusunda Allah’a güvenlerinin tam olduğunu ifade etti. Diğer taraftan Cenab-ı Hak, Yahudilerin de Anayasal ahitlerine sadık kalıp, Allah’a güvenselerdi kendileri için çok hayırlı olacağını belirtti. Ama gelinen aşamada gelecek onlar için karanlık görünüyordu. Gerçi onlardan bazıları hala anayasal sisteme bağlıydılar ve Allah’a ve Hz.Muhammed’e@ olan güvenlerini / imanlarını korumaktaydılar fakat pek çoğu yoldan çıkmıştı. 

 

110- Siz insanların iyiliği / kurtuluşu için eğitilmiş ve bu doğrultuda gayret gösteren en hayırlı topluluksunuz; iyiliği /marufu emreder, kötülükten / münkerden meneder ve Allah'a inanırsınız / güvenirsiniz. Kitap Ehli de inansaydı / güvenseydi kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onlardan bazıları mümindir, fakat pek çoğu yoldan çıkmıştır. (Ali İmran Suresi 110)

 

16.12. Müminlerin Endişelerini Giderme

Cenab-ı Hak, müteakip mesajlarında Yahudilerin Allah’ın ahdine bağlı kalmamaları nedeniyle her zaman alçaklık damgası yedikleri ve her nereye gittiler ise Allah’ın hışmına uğradıkları ve perişan olduklarına değinerek Medine’yi savunurken onların arkadan saldırmaları tehlikesinden korkmamaları gerektiğini müminlere söyledi. Onların müminlerle savaşmayı asla göze alamayacaklarını vurguladı. Dünyevi süfli menfaatleri için ahitlerini satan bu insanlar, canlarını nasıl ortaya koyabilirler ki?

Cenab-ı Hak, Yahudilerin müminlere savaş açacak olmaları halinde dönüp kaçacaklarını belirtti. Onların savaşmayı göze alamayarak zillet içerisinde kaçıp hezimet yaşayacaklarının sebepleri olarak şu hususları bildirdi;

  • Onların ihanet ederek haddi aşmış olmaları,

  • Hainlerin korkak olmaları,

  • Allah’ın kendilerine gösterdiği apaçık kanıtları / işaretleri / düzenlemeleri reddetmeleri,

  • Kendilerine yol gösteren peygamberlerini öldürmüş olmaları.

Böylece müminlere Uhud savaşı öncesi moral verilmiş ve birlikte yaşadıkları Yahudilerin kendilerine ihanet ederek arkadan darbe yeme konusundaki endişeleri giderilmiştir.

 

111-112- Onlar size incitmekten başka hiçbir zarar veremezler. Size savaş açsalar bile arkalarını dönüp kaçarlar. Kimse onların yardımına da koşmaz. Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Allah'ın (İslam Cumhuriyetinin himayesine) ipine ve insanların (diğer kabilelerin himayesine) ipine sığınanlar dışında onlar Allah'ın hışmına uğradılar / uğrayacaklar ve üzerlerine de zillet damgası vurulmuştur. / vurulacaktır. Bu, onların Allah'ın ayetlerini / düzenlemelerini / değerler sistemini inkâr etmiş olmaları ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, onların asi olmaları ve haddi de aşmış olmaları nedeniyledir. (Ali İmran Suresi 111-112)

 

16.13. Ahitlerine Bağlı Olan Yahudiler

Cenab-ı Hak, Yahudilerin hepsinin aynı olmadığını, onların içerisinden iyi ve takvalı kimselerin de bulunduğunu bu nedenle toptancı bir yaklaşımla hepsinin hain olarak görülmemesi gerektiğine vurgu yapan mesajlarını da gönderdi. Böylece Yahudilerden Allah’a samimi bir şekilde iman edip, iyiliği emreden, kötülükleri önlemeye çalışan, hayırlarda yarışan, iyi niyetli ve Allah’a bağlı olanlarını ahitlerine ihanet edenlerden ayrı tuttu. Onlara mükâfatlarının verileceğini bildirdi. Ahitlerine ihanet ederek haddini aşan Yahudilerin zengin ve taraftarlarının çok olmasının Allah’ın cezalandırmasına engel olamayacağını ve onların şiddetli bir azaba çarptıracağını vurguladı. Ka’b bin Eşref ve Ebu Rafi gibi Yahudi finansörlerin Medine İslam Cumhuriyetini devirmek için yaptıkları harcamaların boşa gittiği ve cezalarını çektikleri gibi bundan sonra da onların yolunda gidecek olanların hüsrana uğrayacaklarını belirtti.

 

113-117- Gerçi onların hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde gece vakitlerinde Allah'ın ayetlerini okuyup secdeye kapanan dosdoğru bir topluluk da vardır ki; onlar Allah'a ve ahiret gününe inanır, iyiliği / marufu emreder, kötülükten / münkerden men eder ve hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar ıslah edici iyilerdendirler. Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvalı davrananları / sakınanları gayet iyi bilir. Şu inkâr edenlerin ise ne malları ne de çocukları Allah'a karşı onları koruyabilir. Onlar, ateş halkıdır ve orada sürekli kalıcıdırlar. Onların bu dünya hayatında yaptıkları harcamaların durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine vurup mahveden dondurucu bir soğuğu olan bir rüzgârın durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı. (Ali İmran Suresi 113-117)

 

16.14. Devlet Sırlarının Güvensiz Kişilerden Saklanması

Cenab-ı Hak, müminlere Uhud savaşı öncesi taktik ve tedbir olarak Yahudilerle hiçbir sırrı paylaşmamalarını emretti. Mekke ordusuna karşı belirlenecek savunma taktik ve stratejisinin Yahudilere açık edilmesi halinde onların bu bilgileri Mekke ordu komutanları ile paylaşacaklarını bildirdi.  Anayasal ahitlerine ihanet eden Yahudilerin müminlerin başına kötü şeyler gelmesi için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını belirtti. Onların böyle davranmalarının sebebini Cenab-ı Hak şöyle belirtti; “Dışa vurdukları davranışlarından da görüleceği üzere, onlar Hz.Muhammed’den@ ve müminlerden son derece nefret etmektedirler ve hatta onlar içlerinde kimsenin hayal bile edemeyeceği büyüklükte kin ve nefret beslemektedirler.”  Cenab-ı Hak, Yahudilerin müminlere bakış açıları ile müminlerin onlara bakış açılarını kıyasladı. Onların müminlere tahmin edilemeyecek derecede düşmanlık ve kin içerisinde olmalarına karşın müminlerin onları aynı ilahi öğretiyi paylaşmaları nedeniyle sevdiklerini belirtti. Fakat diğer taraftan müminlerin herhangi bir iyiliğe / hayra sahip olmaları halinde Yahudilerin buna çok üzüldüklerini ve onları son derece kıskandıklarını ama müminlerin başına bir felaket gelirse o takdirde buna sevineceklerini ifade etti. Bütün bu gerekçeler nedeniyle sır niteliği taşıyan bilgilerin Yahudilere açıklanmamasının müminlerin güvenliği için kaçınılmaz olduğu ortaya konuldu. Cenab-ı Hak bu kuralı genele şamil kılan bir ifadeyle mümin olmayan kimselerle gerek bireysel gerekse devlete ait sırları paylaşmanın yasak olduğunu bildirdi.

 

118-120- Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Zira onlar sizi yoldan çıkarmaktan ve aranızda fitne çıkarmaktan geri durmadılar. Sizin sıkıntıya düşmenizi istediler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. İşte Biz belki aklınızı kullanırsınız diye ayetleri böyle açık açık beyan ettik. Siz ki onlara sevgiyle yaklaşmanıza karşı onlar size kin ve öfke duymaktadırlar. Siz Kitabın / Anayasanın tümüne inanıp bağlı olmanıza rağmen onlar sadece sizinle buluştukları zaman “Kitaba (Anayasaya) inanıyoruz / bağlıyız” derler. Birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman ise size karşı besledikleri kin ve öfkelerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle geberin! Şüphesiz Allah kalplerde olanı en iyi bilendir.” Size bir iyilik gelse bu onları üzer. Ama başınıza bir kötülük gelse o zaman da sevinirler. Eğer sabreder ve takvalı davranırsanız / korunursanız onların hileleri size hiçbir şekilde zarar veremez. Çünkü Allah onları kendi yaptıklarıyla kuşatmıştır. (Al-i İmran Suresi 118-120)

 

16.15. Uhud Savaşı İçin Mekke’nin Hazırlıkları

 

Mekke’nin Şam ticaret yolu, müminlerce kontrol altına alınınca Mekke müşriklerinin ileri gelenleri bu ablukayı kırmanın tek ve meseleyi kökten halledecek çözüm yolunun Medine İslam Cumhuriyeti’nin ortadan kaldırılması olduğu konusunda ortak kanaate varmışlardı. Bunun için Medine İslam Cumhuriyeti’ne öldürücü bir darbe vurulması gerekiyordu. Mekke Yönetimi, hem Bedir mağlubiyetinin intikamını almak hem de Şam ticaret yolunu açacak darbeyi vurmak için hazırlıklara girişti. Adel, Kare, Dış, Ehabiş gibi bazı kabilelerden 2000 paralı asker tedarik ettiler. Mekkelilerden 1000 kişilik savaşçı askerin de katılımı ile toplam 3000 askerden oluşan bir ordu oluşturdular. Ebu Süfyan’ın komuta edeceği Mekke ordusu 700 zırhlı, 200 atlı asker ve 3000 deve ile teçhiz edildi. ([1]) Mekkelilerin bu savaş için yarım milyon dirhem kaynak ayırdığı rivayet edilir.([2])

Uhud Savaşının ağırlıklı ve esas nedeni kapanan ticaret yollarının açılması olmakla beraber müşrik ileri gelenlerin halkı savaşa razı etmede kullandıkları slogan “Bedir’in intikamının alınması” ve zedelenen haysiyetlerinin yeniden kazanılmasıydı. Zira Bedir’de Mekke’nin en önde gelen liderleri öldürülmüştü. Mekke Yönetimi Bedirde öldürülenlerin yakınlarının intikam isteklerinin ağır baskısı altındaydı. Ayrıca diğer Arap kabileleri arasında itibarsız hale gelmiş olmaları da onları bu savaşa zorlamaktaydı.

Hazırlıkları tamamlayan Mekke ordusu yola koyuldu. Diğer taraftan Abbas b. Abdülmuttalib, Mekke ordusu hakkındaki bilgileri bir mektupla gizlice ve son derece süratli bir şekilde (üç gün)  Peygamberimize bildirdi. Bu mektup, Mekke ordusundaki savaşçı sayısını ve bunların silah ve ekipmanları ile harekât zamanı konusundaki bilgileri içeriyordu.

Mekke ordusu Medine’ye 5 km mesafedeki Uhud dağının eteklerine kadar geldi ve orada kamp ku­rup beklemeye başladı.

Mekkeliler Medine'ye saldırmayıp açık arazide savaşı tercih ediyorlardı. Çünkü Medine şehrinin kabilelere göre ayrılmış mahallelerden oluşuyordu ve bu mahallerdeki evler savunmaya elverişli bitişik nizam bir mimariye sahipti. Medine’ye saldırı yapılması halinde şehrin söz konusu mimari yapısının avantajını kullanacak müminlerin onlara çok büyük kayıplar verdirmeleri mümkündü. Kale gibi yapılardan yapılacak ok ve taş atışları ile Mekke ordusu çok ciddi kayıplara uğrayabilirdi. Bu hususu gayet iyi bilen Mekke ordusundaki bazı kimseler Medinelileri şehrin dışına çekmeye çalışmanın daha akıllıca olacağını söylediler. Ayrıca şehre saldırmak Medine’deki ayrılıkçı Yahudileri ve münafıkları da Hz.Muhammed’in yanında yer almaya itebileceği ve böylece tüm Medinelilerin toplu direniş yapacakları ihtimali de vardı. Bu değerlendirmeleri yapan Mekke ordusu komuta heyeti sonunda Medine şehrinin çıkış istikametini ablukaya alarak beklemeye karar verdi. Bu bekleme sırasında da Medine ordusunun şehir dışına çekilmesi durumunu dikkate alarak Uhud önlerinde çeşitli kuyular kazıp üstlerini örterek tuzaklar hazırladılar.

16.16. Mescid-i Nebevi de Savaş Stratejisi Üzerine Müşavereler

Medine İslam Cumhuriyeti ileri gelenleri de Mekke or­dusu ile nasıl ve nerede savaşılmasına karar vermek için Mescid-i Nebevi de toplandı. Hz.Muhammed@ ile münafıkların başı olan Abdullah bin Ubey ve savaş konusunda tecrübeli bazı şahsiyetler, Mekke ordusunun saldırısına şehrin içerisinde kalarak savunma şeklinde cevap verilmesi stratejisini tercih ettiler. Mekke ordusunun karşısına çıkıp bir meydan savaşı yapmanın tehlikeli olduğunu zira düşman ordusunun çok kalabalık oluşunun kendileri açısından büyük bir dezavantaj olduğunu ifade ettiler. Ama Mekke ordusunun şehre saldırması beklenir de şehir savunulacak olursa düşman kuvvetlerine çok büyük zayiatlar verdirileceği ve onların asla başarı sağlayamayacağı ifade edildi. Şehrin mimari yapısının (Şekil 4) savunmaya son derece elverişli olması yanında kadın ve çocukların da emniyette olacakları değerlendirildi.  Dahası kadınların ve çocukların bile bu savaşa evlerin çatılarından / damlarından düşmana atacakları taşlarla savunmaya yardım edecekleri de dile getirildi. Diğer taraftan Medine’nin ayrık mahalle yapısından dolayı Mekke ordusunun mahalleler arasına dağılacağı ve böylece kuvvetlerinin azalacağı da değerlendirildi.

 

[1] ) https://islamansiklopedisi.org.tr/uhud-gazvesi

[2])  Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslâm Daveti –Medine Dönemi –Celalettin Vatandaş – Sahife 144

sekil4.png

Şekil 4 Medine Şehir Yapısı

Savunma stratejinin bütün bu avantajlarının yanı sıra başka avantajları da vardı. Şöyle ki; Medine’nin her kabilesi kendi mahallesinde savunma yapacaktı. Mekke ordusunun çocuklara ve kadınlara zarar verme endişelerinden kaynaklanan nedenlerle münafık olsun Yahudi olsun çatışmadan kimse kaçmayacak / kaçamayacaktı. Dolayısıyla şehir topyekûn direnecekti.

Yukarıda anılan avantajlar dolayısıyla Medine’nin savunulma stratejisi kabul edilmek üzereyken bazı heyecanlı müminler savunma stratejisinin korkaklık olduğunu, meydana çıkıp düşmanla çarpışmanın yiğitlik olacağını savundular. Bu düşünceyi savunan müminlerden lyas b. Evs çıktı ve fikrini şöyle ifade etti;

“Ey Allah'ın Resulü! Kureyş müşriklerinin kavimlerine dö­nüp 'Muhammed'i ve adamlarını Medine'de kıstırdık' demelerinden çekiniyorum. Me­dine'ye kapanmamız Kureyş'in cesaretini artırır. Bütün hurmalıklarımızı keser, bütün ekinlerimizi çiğnerler. Ey Allah'ın Resulü! Biz müşrikken Araplar üzerimize gelirler­di de o zaman dahi Medine'ye sığınmazdık. Kılıçlarımızı sıyırır, üzerlerine hücum eder, aşağılanmış bir hâlde onları çevremizden kovardık. Bugün düşmanımızı savaş alanında karşılamaya ve defetmeye daha layık ve elverişli durumdayız- Senin sayende Allah'ın bizi destekleyeceğini bilip dururken bizi evlerimize kapatma.” ([1])

Bu müminin sözlerinden anlaşıldığı üzere bu stratejinin dezavantajlarına da işaret edilmiştir. Şöyle ki; Mekke ordusu eğer Medine’nin yegâne geçim kaynağı olan ekinleri ve hurma ağaçlarını yok edecek olursa Medine İslam Cumhuriyetinin savaştan sonra ayakta kalması ekonomik nedenlerden dolayı zor olacaktı. Diğer taraftan Ebu Said el-Hudri’nin babası Malik b. Sinan’ın sözleri ise hem iman hem de yiğitlik ifade etmekteydi:

"Ya Rasulallah! Biz, vallahi, iki iyiliğin arasında bulunuyoruz. Bu iyiliklerden birisi; Allah, bizi onlara galip ve muzaffer kılarsa-ki, böyle olmasını dileriz-bu da Bedir vakası gibi bir vaka olur, onlardan kaçıp kurtulanlardan başkası kalmaz. Ya Rasulallah! Bu iki iyilikten diğeri de Yüce Allah'ın bize şehitlik nasip etmesidir. Vallahi, ya Rasulallah! Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır" dedi.

Hz. Hamza da:

"Sana Kitabı indirmiş olan Allah'a andolsun ki, şu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça bir şey yemeyeceğim!" dedi.

Meydana çıkarak Mekke müşrikleri ile göğüs göğüse çarpışma yapılmasını savunan müminlerin bu konuşmaları üzerine Ensar’ın çoğunluğu bu görüşe doğru kaydılar. Münafıkların başı olan Abdullah bin Ubey ve bazı yaşlı tecrübeli şahsiyetler ise bu görüşe şiddetle karşı çıktılar.  Onlar «ne zaman Medine dışına çıkıldıysa yenilgiye uğranıldığını ama Medine içerisinde kalıp savunma yapıldığında ise galip gelindiğini» belirttiler. İyas bin Evs’in ifadeleri ile çelişen ifadeler sarf eden bu münafıklar belki de Hz. Peygamberin yalnız bırakılması, gücünün azaltılıp yenilmesini temin etmek için samimi mümin gençleri çaktırmadan gaza getirmişlerdi. Şayet kendi tercih ettikleri ve hatta Hz.Muhammed’in@ de katıldığı strateji kabul edilmeyecek olursa o takdirde savaşa katılmamak için gerekçeleri doğmuş olacaktı. Bu nedenle tartışmayı alevlendirdiler. Samimi mümin gençlerin sürekli onurlu ve kahramanca fakat stratejik akıldan yoksun olan meydan savaşı stratejisini savunan bir tutum içerisine girmelerini sağladılar. Hararetli tartışmalar sırasında münafıklar samimi mümin gençleri daha da kışkırtmak için savaş stratejisi bilmemekle suçladılar. Samimi mümin gençler ise onlara asıl savaşı bilmeyenlerin kendileri olduğunu belirttikleri gibi onları korkaklıkla da suçladılar.

 

16.17. Müşavereler Neticesinde Alınan Kararlar

Şiddetli tartışmaların sonunda Hz.Muhammed@ de şehrin savunulması noktasında münafıklarla aynı görüşte olmasına rağmen münafıkların yanında yer almak yerine samimi müminlerin görüşünden yana tavır koymayı daha uygun buldu ve savaşı Medine dışında yapma kararı alındı.

Münafıklar bu kararı hiç benimsemediler ve karar aleyhine tezvirat yapmaya başladılar. Onlar açısından peygamberimizi mücadelesinde yalnız bırakma yönündeki amaçlarına ulaşmak için gerekçeleri elde etmişlerdi. Şimdi bundan sonra yapacakları bu strateji aleyhine tezviratlarını iyice köpürtmek ve böylece Medine İslam Ordusundan koparabildikleri kadar asker koparmaktı.

Karardan sonra müminler hazırlıklarını tamamladılar. Mekke ordusunun Uhud dağı eteklerine konuşlanmasından iki gün sonra Medine İslam Ordusu Uhud Savaşı için Medine’nin dışına hareket etti. Fakat Uhud’a hareket etmeden önce Mekke ordusu ile Medine dışında savaşma kararının yanlışlığını anlayan, hatta münafıkların gazına geldiklerini fark eden samimi müminler bu isteklerinden vazgeçtiklerini ve düşmanı Medine’de karşılama şeklinde kararın değiştirilebileceğini bildirerek peygamberimize özürlerini beyan ettiler.

Fakat Hz.Muhammed@ bir karar alındıktan sonra o kararın gereğini yapmadan karar değiştirmenin, yönetimi ne yaptığını bilmeyen istikrarsız bir duruma düşüreceğini ifade eden bir konuşma yaparak onların talebini reddeder;

“Bir peygamber düşmanla savaşmadan ve Allah onunla düşmanı arasındaki hükmünü vermeden zırhını çıkarmaz. Ben size ne emrediyorsam onu ya­pın. Haydi, Allah'ın ismini anarak yola çıkın. Sabır ve sebat ederseniz Allah'ın yardı­mı sizinle olacaktır” ([2])

 

16.18. Medine İslam Ordu’sunun Uhud’a Hareketi

Yaklaşık 1000(bin) kişiden oluşan Medine İslam Ordusu Medine'den çıkarken Yahudilerden 600 kişilik bir birlik Medine İslam Ordusuna katılmak üzere geldi.  Savaşın çıkacağı ayan beyan ortada olduğu zamanlarda savaşa katılmamak için çeşit çeşit bahaneler üreten ve ortalığı fitneye boğan Yahudilerin İslam Ordusuna katılmak için bir birlik göndermesinin nedeni, savaştan sonra Anayasayı ihlal etmediklerine yönelik bir delil göstermek içindi. Şayet savaşı İslam ordusu kazanırsa Anayasayı ihlal ettikleri gerekçesi ile İslam Cumhuriyeti tarafından yargılanmaları halinde, onlar “Biz Anayasadaki Medine’nin savunulmasına katkı sağlama yükümlülüğümüzü yerine getirmek için orduya katılmak üzere askeri kuvvet gönderdik” diyeceklerdi. Fakat Hz.Muhammed@ onların orduya katılma tekliflerini reddetti. Eğer peygamberimiz onların orduya katılmasına rıza gösterseydi bu kez de onlar müminlerin savaş stratejilerini bozarak yenilmelerini kolaylaştıracaklardı. Zira savaşa katılmamak için ortalığı karıştıran Yahudilerin şimdi orduya katılmaya çalışması samimiyetten uzaktı. Bu görüşün doğruluğunu ispat eden en önemli delil ise Yahudi âlimi olan Muhayrık’ın savaşa katılmak isteğini peygamberimizin geri çevirmemesidir. O samimiyetini Uhud’da şehit düşerek göstermiştir.

Medine İslam Ordusu Uhud’a doğru Medine’den çıkarken Hz.Muhammed@ Şeyheyn denilen yerde orduyu konaklattı, orduya yeniden düzen verirken çocuk yaştaki delikanlıları geri gönderdi. Yaşları küçük olmasına rağmen kendilerini güçlü gösteren ve iyi bir okçu olan Rafi ile yaşı küçük olmasına rağmen iri kemikli olan Semure adlı iki delikanlının orduya katılmasına izin verdi.

 

16.19. Savaş Öncesi Medine İslam Ordu’sundan Ayrılmalar

Şeyheyn'deki konaklama sırasında İslam Ordusunda bir bölünme yaşandı. Medine'de kalarak savunma savaşı verme konusunda ısrarcı olan Abdullah b. Ubey yan çizdi. O, peygamberimize hitaben “savaş strateji bilmeyen çocuk çoluğun ya da heyecanlarına yenilen kişilerin dediğine uyuyorsun da bizim gibi güngörmüş tecrübeli şahsiyetlerin sözlerini dikkate almıyorsun. Güya savaşı biz bilmiyoruz. Böyle savaş olmaz, yenilgi kaçınılmaz olacak vb.» sözler sarf etti.  O, kendi görüşüne yakın duran kişileri de kandırıp yanına alarak hep birlikte İslam Ordusundan ayrıldılar.  Yaklaşık 300 kişinin ayrılışıyla İslâm ordusu 700 kişiye düştü. Abdullah b. Ubey ve ona uyanların ordudan ayrılmaları, müminler için son derece mo­ral bozucu olduğu gibi aynı zamanda ordunun gücünü de önemli ölçüde azaltmıştı. Hatta bu ayrılış İslam Ordusunun dağılmasına kadar gidebilecek olumsuz bir gelişmeydi. Bunun en önemli göstergesi ise Harise ve Selime kabilelerinin Medine İslam Ordusundan ayrılmayı düşünmeleri idi. Fakat Hz.Muhammed@ Bedir Savaşında da İslam Ordusunun gayet zayıf olmasına rağmen Cenab-ı Hakk’ın yardım için gönderdiği melaikelerle zafer kazanıldığından hareketle bu savaşta da ilahi yardımın geleceğini vaat ederek söz konusu kabileleri orduda kalmaya ikna etti ve böylece ordunun dağılmasının önüne geçti.  Yalnız melaikelerle yapılacak yardımı sabırla mücadele etme ve emirlere itaat şartına bağlandığını da belirtti.

Cenab-ı Hak, bu durumu savaştan sonra aşağıdaki ayetlerle kayıt altına aldırdı;

 

121-127- Hani sen, müminleri savaş meydanına götürüp mevzilerine yerleştirmek üzere sabah erkenden ehlinden ayrılmıştın.  Allah, her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. İşte o zaman içinizden iki topluluk, paniğe kapılıp neredeyse geri dönmek üzereydi. Hâlbuki Allah kendilerinin yardımcısıydı / velisiydi. Müminler sadece Allah'a tevekkül etmeli! Andolsun sizler güçsüz iken, Allah size Bedir'de yardım etmişti. Öyleyse Allah’tan sakının ki şükredenlerden olasınız. Hani sen müminlere, “Rabbinizin, indirilecek üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” demiştin. Eğer sabreder ve takvalı davranacak / emirlere itaat edecek olursanız, düşman ansızın üzerinize saldırdığında, Rabbiniz eğitilmiş beş bin melekle size yardım edecektir. Allah, bu yardımı sırf size bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. İnkâr edenlerin bir kısmının kökünü kesmek yahut perişan olarak geri dönecek şekilde bozguna uğratmak için gerekli yardım sadece aziz ve hâkim Allah katındandır. (Al-i İmran Suresi 121-127)

 

16.20. Medine Ordusunun Karargâhı ve Savaş Düzeni

Gece karanlık çökünce Peygamberimiz orduyu Şeyheyn’den Uhud’a doğru harekete geçirdi. Savaş meydan savaşı olacağı için savaşın yapılacağı yer olarak Mekke müşrik ordusunun karşısında yer alan bir düzlük seçildi. Hz. Peygamber@ Okçular / Ayneyn tepesini ve Uhud dağını arkalarına alacak şekilde İslam ordusunu bu düzlüğe konuşlandırdı. Savaş sırasında İslam Ordusu’nun Mekke müşrik ordusuna ait atlı birliklerce arkadan çevrelenmesini engellemek için Abdullah bin Cubeyr komutasında 40 / 50 okçudan oluşan birliği Okçular / Ayneyn tepesine yerleştirdi. Korktuğu başına gelmemesi için bu okçuları çok şiddetli bir şekilde uyardı;

“Göreviniz bize yönelecek düşman süvari birliğini engellemek, onları oka tutarak püskürtmekten ibarettir. Yerlerinizde sağlamca durun ve bizi arkamızdan koruyun. Düşmanı yenip ganimet toplamaya baş­ladığımızı veya yenilip darmadağın olduğumuzu görseniz bile benden emir almadık­ça yerlerinizi terk etmeyin. Eğer sizler görevinizi yerine getirmezseniz bizler galip ge­lemeyiz” ([3])

Okçular mevzilerine yerleştirildikten sonra peygamberimiz sabahın erken saatlerinde İslam Ordusunu savaşa hazır hale getirdi.

 

[1] )Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslâm Daveti- Medine Dönemi- Celalettin Vatandaş Sahife 145

[2] )Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslâm Daveti- Medine Dönemi- Celalettin Vatandaş Sahife 147

 

[3] ) Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslâm Daveti- Medine Dönemi- Celalettin Vatandaş Sahife 150

bottom of page