top of page

BÖLÜM 7

MÜŞRİKLERİN UZLAŞMA ARAYIŞLARI

 

Her ne kadar Mekke müşrik ileri gelenleri kendilerini çok güçlü görseler de biraz kafası çalışanları Kamer Suresindeki tehditlerin boş olmadığını ve gidişatın da kendi lehlerine değil Hz. Muhammed’in@ lehine olduğunu ve onu çevre kabile ya da devletlerin desteklemeleri halinde karşı koyamayacaklarının farkında idiler.

Ayrıca Habeşistan ve çevre kabile temsilcileri ile Hz. Muhammed’in@ görüşmelerine engel olamamışlar, mesajları içeren sureler bir şekilde onların liderlerine ulaşmıştı. Böylece Hz. Muhammed’in @ Tevhidi Dünya Görüşü hareketi büyük bir diplomasi başarısı göstermekte ve hareket uluslararası boyut kazanmaktaydı. İşte sürekli büyüyen, büyüdükçe de Mekke yönetimi için bir tehdit oluşturan hareket, Mekke içerisinde bir rejim sorunu oluşturmuş ve bir türlü çözülemeyen bu siyasi duruma karşı Mekke dışındaki kabile ve devletlerin ilgisiz kalmayacakları muhakkaktı.

Bu sebeple Mekke müşrik ileri gelenleri toplantı üzerine toplantı yapıyor ve çizilen karizmalarını yeniden düzeltmeleri gerekiyordu. Dahası bu şekilde devam ederse Hz. Muhammed @ yanlılarına yapılacak baskı ve şiddet uygulamaları onların hepsinin Mekke’den hicret etmelerine sebep olacak ve gittikleri yerde örgütlenip Mekke’nin üzerine yürümelerine neden olacaktı. Bu olumsuz gelişmeyi gayet iyi okumaktaydılar. Aralarında muhtemelen şu görüşmeleri yaptılar;

Utbe b. Rebia gibi daha ılımlı düşünenlerin “Artık şu rejim bunalımına bir son verelim. Gittikçe kan kaybediyoruz. Bu adamın (Hz. Muhammed’i @ kast ederek) hareketi çok ileri gitti. Mekke sınırlarını da aştı ve Habeşistan dahil Arap yarımadasındaki ehli kitap kabileleri de etkisi altına aldı. Onun mesajı yarın bütün Arap kabilelerini etkileyecek. Direnmemize gerek yok. Biz ona tabi olalım, onun getirdiği tevhidi dünya görüşünü uygulayalım eğer başarır da büyük bir medeniyet kurarsa bu bizim de başarımız olur, yok eğer hareketinde başarısız olursa o takdirde diğer Arap kabileleri onu öldürür ve hareketinin defterini dürer, böylece biz de ondan kurtulmuş oluruz. Sonuçta her halükârda kazançlıyız” şeklindeki görüşüne karşılık Ebu Cehil gibi şirkte ısrar edilmesi gerektiğini düşünenler ise “Muhammed @, getirdiği dünya görüşü ve önerdiği sistem ile insanları büyülemekte, etkilemekte fakat söylediği şeylerin hakikatle bir ilgisi yok. Hayatın gerçekleri ile onun söyledikleri uyuşmuyor. O bol bol atıyor, yalan söylüyor. O, tek tek her kabileye ait ilahlara dayalı kabile yönetimleri yerine bütün kabilelerin bir araya geldiği bir tevhid toplumu öneriyor. Ona göre bütün kabilelerin bağlı olacağı tek ilah, tek millet, tek din ile birlik, beraberlik, dayanışma, bütünlük, adalet, merhamet, kardeşlik, tevhit… sistemi kurulması gerekiyormuş. O, sizden ilahlarınızı bırakmanızı istiyor, bütün ilahları tek ilah yapmak gibi tuhaf bir şey istiyor. Diğer bir ifadeyle o bütün otoritelerin tek bir otoriteye / başkana bağlandığı başkanlık sistemini istiyor.  Fakat onun önerdiği bu sistem, gerçekleşmesi imkânsız acayip bir şey. Zira bütün Arap kabileleri özgürlüğe aşıktır. Hiç birisi muhtariyetini diğer hiçbir kabileye vermez. Her birisi kendi başına buyruk olarak yaşamak ister. Küçükte olsa kendilerine ait bağımsız bir egemenlik isterler. Onlar bu egemenliklerini asla paylaşmak istemezler. Her kabile kendi yönetimi olmasını, kendi kutsallarının olmasını, kendi silahlı gücünün olmasını ve her şeyin kendine has ayrı ayrı olmasını ister. Her kabile kendi yaşam biçimini, kendi kutsalını ve kendi kurallarını kabile anlayışı içerisinde kendisi belirlemek ister. Kendilerini bağlayıcı kayıtları kabul etmezler. ([1]) Bu nedenle onların hepsini bir araya getirip bir iradeye boyun eğdirmek ve kendi iradelerini bir başkasına devrederek bir birliğin sağlanmasına razı olmayacaklarından  Muhammed’in@ söyledikleri hayatın gerçeklerinden uzak ham hayalden öte bir şey değildir. Şimdiye kadar kabile bazında bağımsız, hür, kendi başına buyruk yaşamış kabileler için bu öneri kölelik demektir, bir tek otoriteye bağlanmak kabul edilebilecek şey değildir. Hem şimdiye kadar bu coğrafyada bu şekilde yaşadık. Hiçbir büyük devlet bizi işgal edemedi, bizi boyunduruk altına alamadı, özgürlüğümüzü bugüne kadar koruduk. Bundan sonra da bir şey yapamazlar. Dahası çağdaş ve çevremizdeki hiçbir yönetim, hiçbir devlet ve dünya görüşlerinden hiçbirisi onun dediği tevhidi dünya görüşünü savunmuyor ve onun önerdiği bir sistemi uygulamıyor. Yani önerdiği sistem tecrübe edilmemiş bir sistemdir. Şimdiye kadar kimsenin bilmediği bir şey olsa olsa uydurmadır/ saçmadır / uygulanabilir değildir.”

Yapılan tartışmalardan sonra Mekke müşrik ileri gelenleri şu görüşte karar kıldırlar ve bu kararlarını Mekke halkına şöyle açıkladılar; 

“Yapılan müzakerelerde şu karara varılmıştır; sizler bütün kabilelerin bir araya gelip bir tevhit toplumu oluşturulması gibi gerçekleşmesi hayalden de öte imkânsız zırvalara kulak vermeyin. Çok ilahlı bu şirk sistemi bizim için en ideal yoldur. Bu yolu / şirk dinini / ilahlarınızı sakın bırakmayın, ilahlarınıza sımsıkı sarılın. Şirk sisteminize karşı yapılan saldırılara karşı sisteminize sahip çıkın ve onu koruyun. Ayrıca zaten de peygamberlik gibi yüce bir makam içimizdeki onca servet sahibi ve taraftarı çok olan kimseler dururken ona mı verilmiş? Üstelik onun (Hz. Muhammed’in @) merhametlilik, fakir / fukarayı kollayan /gözeten, sınıfsal ayrımları yok etmeye çalışan, totaliter olma karşıtı vb. liderliğe yakışmayan bir şahsiyeti var. O tamamen yalan söylüyor. Rabbimiz eğer bir tevhit sistemini bize önerecekse ve bu hususta bir başkana tabi olunacaksa, bunu uygulama güç ve kudreti olanlar eliyle yapmalıydı ve peygamberliği / başkanlığı bizlerden birine vermeliydi. Yoksa malı, makamı ve taraftarı yeterli olmayan biri eliyle yaptırması uygun değildir. Diğer taraftan sabırla biraz bekleyin, göreceksiniz bu sorunu mutlaka çözeceğiz. Yalnız siz biraz sabredin, hemen gevşemeyin, O’nun söylediği büyülü sözlere hemen aldanmayın ve O’nun saldığı korkulara hemen kapılmayın. Sizden beklenen budur.”

Yukarıda özetlenen hususlar, Sa’d Suresinin giriş ayetlerinden şöyle ifade edilir;

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-8-Sâd. Zikir / öğüt / şeref / uyarı dolu bu Kur’an’a andolsun ki o inkâr edenler boş bir gurura kapılmış ve (bu sebeple) yanlış yola sapmışlardır. Onlardan önce kaç nesli (bu günahlarından dolayı) yok ettik! Ve artık kaçmalarının mümkün olmadığını anladıklarında (Bize nasıl) yalvarıyorlardı! Şimdi bu kafirler de kendi içlerinden bir uyarıcının çıkmasına şaştılar da “Bu bir sihirbazdır, çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâha indirgiyor ha! Bunun çok tuhaf bir görüş olduğunda hiç şüphe yok!” dediler. Ve içlerinden ileri gelenler / Konsey harekete geçti (ve dediler ki): “Yürüyün! İlâhlarınıza ısrarla sahip çıkın. Yapmanız gereken (sizden beklenen) şey budur! Doğrusu biz bunu (tevhidi dünya görüşünü / inancını) son dinde de (çağdaş inanç / dünya görüş ve sistemlerinin hiçbirinde) işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Ne yani! Aramızdan İlahi uyarının (Zikir) indirileceği bir o mu kaldı?” -Aslında onlar Benim uyarıma karşı bir kuşku içindeler. Fakat onlar henüz azabımı tatmadılar.- (Sad Suresi 1-8)

 

Mekke müşrik ileri gelenlerin Mekke halkına karşı haklı ve güçlü bir görüntü sergilemek için yaptıkları bu deklarasyona karşı Cenab-ı Hak elçisine şu mesajları vahyeder ve Hz. Muhammed’de @ o müşrik liderlere cevap niteliğinde olan bu mesajları halka bildirir;

“Onlar uyarıların ne anlama geldiğini hala anlayabilmiş değiller. Onlar hiç tatmadıkları için/ hiç başlarına gelmediği için, azap nedir bilmiyorlar. Allah kime peygamberliği / liderliği vereceğini kendisi belirler. İnsanların belirlediği kriterler / değer yargıları O’nu bağlamaz. O rahmet hazinelerini ki; “nübüvvet vasıtasıyla verilen ilahi bilgi / ilahi öğreti ve bu öğretiye sahip olanın makamı çok değerli bir hazinedir” sadece kendi seçtiği kullarına paylaştırır. Bu konuda kimse O’na müdahale edemez, ortak olamaz. Onlar kendilerini ne sanıyorlar? O rahmetini nasıl pay edeceğini onlara mı soracaktı? Şayet göklerin ve yerlerin yönetim ve hakimiyetinin kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlarsa o zaman kendilerini bu gerici, ilkel pozisyondan kurtarıp yükselsinler de büyük medeniyet meydana getirsinler bakalım. Eğer akılları, bilgileri yetiyorsa toplumsal yükseliş için çözüm önerileri getirsinler bakalım. Onların yüksek medeniyetler, güçlü devletler kurmak için bilgi ve hikmet hazineleri olmadığı gibi onlar derme çatma kabilelerden oluşan bir topluluktur. Organize birlikler karşısında asla tutunamayacaklar ve yenileceklerdir. Onlar şu anda Allah Elçisi’ni hor ve hakir görerek reddediyorlar ama öyle bir zaman gelecek ki, Mekke’nin müşrik orduları tam bir bozgun yaşayacaklar ve Mekke’ye müminler hâkim olacak ve müşrikler silinip gideceklerdir. Çünkü onlar atomize topluluk olmaları nedeniyle derme çatma, döküntü ordulardan müteşekkildirler. Bir araya gelmiş düzenli birliklere karşı koyamazlar. Elçiye verilen ilahi öğreti kabilelerin bir araya gelmesini ve büyük düzenli ordular meydana getirmesini öngörüyor. İlahi öğretinin meydana getirdiği kuvvetler karşısında duracak hiçbir kabile yoktur. Daha önce de kendileri gibi zalim, jakoben, azgın, hak-hukuk tanımayan sistem ve düşünceleri olan kavimlerde bozguna uğrayıp yok olup gittiler. Mekke müşrik ileri gelenlerinin de alay olsun diye “acele gelmesini istedikleri azap” çok yakındır, onlar, “devenin iki sağımlığı kadar bile olmayan / gecikmesi olmayan bir anlık” kısa bir sürede yok olacaklar. Tarihte yok edilmiş eski milletler de uyarıcılarını yalanladılar, itham ettiler, alay ettiler, iftira attılar. Sen de sana yapılanlara sabret! Zafer ancak uğrunda çeşitli sıkıntı ve yorgunluklara katlanmakla elde edilebilir. Bu Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sosyolojik bir kanunudur!”

Bu mesajları Mekke halkına okunmak üzere Cenab-ı Hak Sad Suresinin müteakip ayetlerinde şöylece bildirir;

 

9-16-Yoksa çok güçlü ve çok bağışlayıcı Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü (hakimiyet ve yönetimi) onlara mı aittir? Eğer öyle düşünüyorlarsa o zaman sebep ve vasıtaları kullanarak yükselsinler bakalım! (Bunu yapamayacakları gibi) Onlar, birtakım derme çatma kabilelerden oluşmuş ve burada bozguna uğratılacak bir ordudur! Onlardan önce Nuh’un kavmi, Ad, kazıklar sahibi Firavun, Semud, Lut’un kavmi ve Eyke ashabı (Şuayb’ın kavmi) da yalanladılar. İşte onlar da peygamberlere karşı birleşmiş hiziplerdi. Onların hepsi de elçileri yalanladılar ve bu sebeple azabımı hak ettiler. Ve bunlar “devenin iki sağımlığı kadar kısa bir süreyi” geçmeyen bir süre içerisinde gecikmeden gelecek bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.  Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!” (diye alay ederler) (Sad Suresi : 9-16)

 

 

Cenab-ı Hak, mesajlarının devamında elçisinden Mekke halkına şunları da bildirmesini vahyeder;

“Ey Mekke halkı! Size güçlü görünmeye çalışıp hava atan bu yöneticileriniz son derece aciz, yetersiz, yeteneksiz ve sizin için hiçbir gelecek vaat etmeyen kişilerdir. Halbuki elçimiz Hz. Muhammed’e ise Biz çok büyük bir gelecek vereceğiz. İran, Mısır, Bizans, Suriye, Yemen, Habeşistan…gibi halihazırdaki büyük devletleri (Dağlar metaforu ile işaret edilmekte) ve Arabistan yarımadasındaki küçük kabileleri (Kuşlar metaforu ile işaret edilmekte) onun emrine vereceğiz. O, çok büyük bir devlet kuracak ve çok büyük bir medeniyet yaratacak. Ona verdiğimiz bilgi, hikmet, yetenek, vizyon, siyaset, isabetli karar verme ve güzel konuşması ile tıpkı Hz. Davud’a@ dağları ve kuşları boyun eğdirdiğimiz ve onun çağrısına ses vermeleri gibi Hz. Muhammed’e @ de o dağlar misali büyük otoriteler / devletler ve kuşlar misali kabileler boyun eğecekler. Bütün çevre devlet ve kabileler onun tevhit toplumuna katılacaklar, onunla birlikte tevhidi dünya görüşünü yüceltecekler. Böylece Alemlerin Rabbinin ismini birlikte tesbih edecekler. Daha şimdiden Habeşistan gibi (dağ misali) bir devlet otoritesinin ve Arabistan yarımadasındaki ehli kitap kabilelerin (kuş misali) onun mesajlarına kulak vermelerini görmüyor musunuz? Bu sebeple Ey Peygamber ve bağlıları! Sizler o müşrik liderlerin diklenmelerine, gurur ve kibirlerine, jakoben tavırlarına ve sözlerine aldırmayın! Her zaman Bize yönelin ve Bizden yardım isteyin! Ey Mekke halkı! Elçimizin mesajlarına çevre devlet ve kabileler duyarsız ve ilgisiz kalmamışken sizler neden ilgisiz kalıyorsunuz?”

 

17-20- Onlar ne derlerse desinler sen sabret ve güçlü bir iradeye sahip bulunan kulumuz Davad’u hatırla. Çünkü o, her zaman bize yönelirdi. Gerçekten Biz ona dağları boyun eğdirdik; akşam ve sabah (daima, her zaman) onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak (ona boyun eğdirmiştik). Hepsi sürekli ona yönelirdi. Biz onun hakimiyetini güçlendirdik, ona hikmet, nübüvvet, isabetli karar verme ve meramını güzelce ifade etme / edebi ve güzel konuşma kabiliyeti verdik. (Sad Suresi 17-20)

 

Hz. Muhammed’in @ neden elçi olarak seçildiği ve gelecekte de muhteşem bir geleceğin kendisine neden verileceği hususunu Cenab-ı Hak, yine Davut’un @ başından geçen başka bir kıssası üzerinden anlatan ayetlerini gönderir. Söz konusu kıssa da Davut @ mihrapta / mesciddeki makamında otururken toplumda kardeşlik hukuku içerisinde yaşayanlar birbirlerine hasım / düşman olmuşlar ve aralarındaki ihtilafı halletmesi içinde Davut’a @ başvurmuşlar. Davut @ kendi toplumunun birbirlerine hasım / düşman haline gelmiş olmasından son derece ürkmüştür. İhtilafın detayları ise taraflardan haksızlığa uğrayan tarafından dile getirilir ve haksız tarafın toplumdaki tüm ekonomik kaynakları kendi tekeline toplamak istediğini aktarır. Tekel oluşturmak isteyen haksız taraf sahip olduğu doksan dokuz koyunla yetinmeyip kardeşinin tek koyununa da sahip olmak ister ve bu isteğini kabul ettirmek için kardeşi ile yaptığı tartışmada kendisinin haklı olduğunu savunur. Bir koyunu olan kişi tartışmanın detaylarında haksız görünmektedir. Zira tekelci taraf onun bir koyunla ekonomik bir işletmecilik yapamayacağı, eğer o bir koyunu da kendisine verirse kendisinin daha menfaatine olacağı vb. iddialar ile kardeşinin koyununu da kendi sürüsüne katmıştır. Elinde hiçbir şeyin kalmadığını fark eden kardeş aslında tartışmadaki gerekçelerin hiçbir haklı tarafının olmadığını ve elindeki bir koyundan da mahrum olduğunu anlamış ve haksızlığı gidermek için Hz. Davud’a@ başvurmuştur. Hz. Davud@ bunun çok büyük bir haksızlık olduğuna hükmeder. Ancak daha vahim bir duruma doğru gidildiğini de fark etmiştir. Zira toplumdaki bu haksızlıklar ve tekelleşmeye doğru gidişin, kendi toplumu için çok büyük bir fitneye sebep olacağını anlar. Toplumun başkanı olarak kendisinin toplumda bu bozulmada en büyük sorumluluk sahibi olduğunu bildiğinde Cenab-ı Hakk’tan bağışlanma diler. Arkasından bu fitneyi bertaraf etmek için yine Cenab-ı Hakk’tan yardım ister, O’na yönelir ve O’nun emirlerine secde / itaat eder. Cenab-ı Hakk’ta kendisine yönelen bu kuluna yardımını esirgemez ve onun için ihtiyaç duyduğu her türlü bağışı yapar. 

İşte aynı durum şimdi Mekke’de mevcuttur. Mekke’de de şirk sisteminin getirdiği imtiyazlaşma ve tekel oluşturma almış başını gitmişti. Toplumun zayıf kesimleri her gün daha da zayıflıyor ve tekelci azgınların eline düşüyorlardı. Hz. Muhammed’e@ peygamberlik gelmeden önce Mekke’de kurulan “Hılful Fudul / Erdemliler Cemiyeti” bunun göstergesiydi. İmtiyaz sahibi olan müşrik ileri gelenler, kardeşlerinin malını, mülkünü ve sermayesini elinden alıp perişan duruma düşürüyorlardı. Böylece Mekke toplumu şirk sisteminin ayırıcı ve bölücü özelliği ile toplumdaki kardeşliği parçalayıp, kardeşleri birbirine düşman / hasım haline getiriyordu. Ölümcül rekabetler ve insanların birbirlerine olan düşmanlıkları Mekke toplumunu uçurumun eşiğine getirdiği o dönemlerde, bu durumu dert edinenler “Erdemliler Cemiyetini” kurmuşlardı. Hz. Muhammed @de bu cemiyetin aktif bir üyesiydi. Hatta Ebu Cehil’in Yemenli bir tüccarın malını gasp etmesi üzerine haksızlığa uğrayan zavallı adamın imdadına Hz. Muhammed @ yetişmişti ve mallarını Ebu Cehil’den almıştı. Mekke’nin bu gidişatından tıpkı Hz. Davud @ gibi Hz. Muhammed@ de çok tedirgin oluyor ve gerçekten çok korkuyordu. Her gün haksızlığa uğrayan ve fakirleşen insanların kendilerine başvurusuna dedesi Abdulmuttalip’ten bu yana şahit oluyordu. Bu durumu kendisine dert edinen en önde gelen şahsiyetti. Öyle ki bu sorunu nasıl çözeceğine ilişkin Hira mağarasına sık sık çekilen de kendisi idi. Yine Tıpkı Hz. Davud @ gibi Hz. Muhammed @ de Mekke toplumunun büyük bir fitne ile karşı karşıya olduğunu anlamış ve bu fitneden kurtuluşun da ancak Cenab-ı Hakk’a yönelmekte olduğunu bilmişti. Kendisine samimi bir kalple ve bağışlanma talebiyle yönelen Hz. Muhammed’e @ bu konuda elçilik vazifesini Cenab-ı Hak bağışlamıştı. İşte zengin oldukları için peygamberliğin kendilerine verilmesi gerektiğini iddia eden Mekke müşrik ileri gelenlerine Hz. Davut @ üzerinden verilen cevapta, Hz. Muhammed’in @ bu vazife için en fazla liyakatli kişi olduğu böylece vurgulanmış olur. Müşrik ileri gelenlerin toplumdaki fitnenin, haksızlığın ve sorunun esas kaynağının kendileri olması nedeniyle sırf zenginliklerine binaen peygamberlik verilmesi nasıl mümkün olabilir? Cenab-ı Hak elçilik konusundaki bu hakikatları böylece Hz. Davud @ kıssası ile ortaya koyar;

 

21-25- Ve sana şu hasımların haberi geldi mi? Hani onlar mihraba çıkıp varmışlardı. Davad’un yanına girdiklerinde o, onlardan ürkmüştü. / korkmuştu. (Ona,) “Korkma! (Biz) iki hasımız. Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hakk ile hüküm ver, aşırı gitme ve bizi doğru yola yönelt” dediler. (Birisi) dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘Onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi. (tartışmada beni yendi.)” O (Davud) dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir. Gerçekten de yakınların (ortakların, akrabaların, bir cemiyette yaşayanların) çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ederler. Ancak iman edenler ve sâlihâtı işleyenler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Davud, kendilerinin fitneyle karşı karşıya olduklarını anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi, rükû ederek yere kapandı ve O’na yöneldi. Biz de onu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz Yanımızda onun yakınlığı ve güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi 21-25)

 

 

Tıpkı Hz. Davud’un@ Allah’a yönelmesi, haksızların heva ve heveslerine uymaması ve adaletle hükmetmesi gibi Hz. Muhammed’de @ Mekke müşrik ileri gelenlerinin arzu ve heveslerine uymayacağı, toplumda adaleti tesis edeceği yine Hz. Davud @ kıssası üzerinden ifade edildikten sonra Cenab-ı Hak, adaleti; iyiliği ve toplumu ıslah etmek isteyenleri, zulüm ve bozgunculuk yapan Mekke müşrik azgınları ile bir tutmasının asla mümkün olmayacağını belirtir. Bir taraf, toplumu felakete götürürken diğer taraf, selamete götürmeye çalışıyor. Bir taraf, toplumu ateş azabına sürüklerken diğer taraf, cennete götürmeye çalışıyor. Hiç bunlar aynı olur mu? Elbette ki iyiliği güzelliği isteyen, Cenab-ı Hakk tarafından da tercih edilecek ve elçi olarak seçilecektir. Elbette ki yeryüzünde iktidar vereceği kimselerin günahkâr, zalim ve fesatçı olanlar arasından değil adil, liyakatli, dürüst ve ıslah edici kimselerden olması gerekir.

 

26-29- “Ey Davud! Elbet Biz sana yeryüzünde bir iktidar verdik. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet, (kimsenin) arzu ve heveslerine kapılma, aksi takdirde onlar seni Allah yolundan saptırır: Allah yolundan sapanları ise, Hesap Günü'nü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap bekler!” Ve Biz inkarcıların zannettiği gibi, gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boş yere / amaçsız / anlamsız yaratmadık. Kendilerini ateşe soktukları için inkâr edenlere yazıklar olsun! Yoksa iman eden ve ıslah edenleri yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir mi tutsaydık? Yoksa o takvâ sahiplerini azgın günahkârlarla bir mi tutsaydık? Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insanlar onun mesajları üzerinde iyice düşünsünler ve akıl-iz’an sahipleri ondan ders alsınlar. (Sad Suresi  26-29)

7.1. Mekkeli Müşriklerin Yeniden Uzlaşma Girişimleri

Cenab-ı Hakk’ın bu mesajları Mekkelilere okununca Müşrik ileri gelenler karizmayı bir daha çizdirmiş oldular. Onlar şerefli, gururlu, kibirli, gösterişli ve güçlü görünmeye çalıştıkça kamuoyundaki itibarları daha da azalıyordu. Ne yapsalar Hz. Muhammed @ karşısında tutarlı ve haklı pozisyonda olamıyorlardı. Karşılık verdikçe batıyorlardı. Yeni durumu kendi aralarında tekrar müzakere ettiler ve Hz. Muhammed’in @ amcası Ebu Talib’e baskı yapmaya karar verdiler. Ebu Talip ve Haşimoğullarına yapılacak baskı O’nun hareketini engelleyebilirdi. Bu nedenle Ebu Talib’i ikna yoluna gitmeye ve O’nun da yeğenine baskı yapmasını denemenin en uygun yol olduğuna karar verdiler.

Onların Haşimoğulları ve Ebu Talip üzerinden Hz. Muhammed’e @ uygulayacakları baskı iki aşamalı olacaktı. Birinci aşamada Hz. Muhammed’e @ daha önce yaptıkları uzlaşma tekliflerinde olduğu gibi çok geniş imkanlar, büyük makamlar, mal ve mülk vaad edilecekti. Eğer sorun bu teklifin kabulü ile çözülecek olursa Haşimoğulları kendi kabilelerinden olan birisinin (peygamberimizin) güçlü, yetkili ve etkili olmasından faydalanacaklardı. Ama uzlaşma teklifi reddedilecek olursa peygamberimizi himaye etmek zorunda kalacaklarından sıkıntılara gireceklerini görüyorlardı. Haşimoğullarının kolay ve kendileri açısından menfaatli olanı tercih etmesi için Hz. Muhammed’e @ toplumsal baskısı yapacakları açıktı.

Eğer uzlaşma teklifi kabul edilmeyecek olursa da ikinci aşamaya geçilecek ve o aşamada ise Haşimoğullarına boykot uygulanacak, onlarla tüm ilişkiler kesilecek ve onlar Mekke’de yaşayamaz, barınamaz hale getirilecekti. Böylece Kureyş’in en soylu ve en ileri gelen aşireti perişan edilecekti. Buna ise aşiret gelenekleri gereği Hz. Muhammed’i @ himaye edip koruyan fakat ona gönülden iman etmeyen hiçbir haşimoğlu üyesi kolay kolay razı olmayacaktı. Zira Hz. Muhammed’i @ korumak uğruna kabile tümden yok olacaktı. Kabilesinin yaşamasını isteyen aşiret üyeleri, Ebu Talip üzerinde baskı yaratacak ve Hz. Muhammed @ üzerindeki himayesini kaldırma veya O’nu uzlaşmaya razı etme hususunda baskı uygulayacaklardı.

Mekke’nin müşrik ileri gelenleri, ikinci aşamaya geçmeden önce birinci aşamayı belki birkaç kez de olsa denemeye karar verdiler. Hazırladıkları uzlaşma paketi teklifini iletmek üzere Ebu Talib’e bir heyet gönderdiler. Heyet, Ebu Talib’e kararı bildirince, uzlaşma olmadığı takdirde, bu teklifin ikinci aşamasının boykot olacağını Ebu Talip anlamıştı. Haşim oğulları ekonomik güç olarak oldukça zayıflamıştı. Zaten ekonomik olarak sıkıntılı durumda olan Haşimoğulları boykotla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirdi. Ebu Talip bu durumu Haşimoğullarına anlatmakta oldukça güçlük çekecekti. Çünkü sonunda açlığa, sefalete varan bir süreç onları bekliyordu.

Ebu Talip ve Kureyş heyeti uzlaşma teklifini peygamberimize götürmeye karar verdiler. Çünkü bu sıkıntılı durumun tek çözüm merci ya da tek hakemi vardı, o da Hz. Muhammed’den @ başkası değildi.

Mekkeliler uzlaşma önerilerinde her zaman yaptıkları gibi mal, kadın, makam, itibar verme tekliflerini getirmişler ama karşılığında peygamberimizin tevhidi dünya görüşü davasından vazgeçmesini istiyorlardı. Ebu Talip, peygamberimizi Mekke müşriklerinin yaptıkları bu teklifi kabul etmesi konusunda ikna etmeye çalıştı. Fakat peygamberimiz “Ey amcacığım! Ben onlara öyle bir tek kelimeyi (la ilahe illallah) kabul ettirmeye çalışıyorum ki, bu kelimeyi kabul ettikleri takdirde, onlara sadece Araplar değil, tüm dünya tâbi olur.” diyerek onları daha büyük bir medeniyete çağırdığını, onların iyiliğini istediğini ama onların bunu anlamaya yanaşmadığını böyle giderse bu zulmün tüm Kureyşi yok oluşa götüreceğini ifade etmeye çalıştı. Fakat peygamberimizin söylediği bu hususuların Haşimoğullarını ikna etmeyeceği açıktı. Çünkü Mekke müşrik ileri gelenlerinin teklif ettikleri kadın, mal-mülk ve saltanat onlar açısından çok değerliydi. Uzlaşma teklifi kabul edilecek olursa Mekke’nin hakimi pozisyonuna geleceklerdi. Fakat bunun aslında ne Hz. Muhammed’e @ ne de Haşimoğullarına bir fayda sağlamayacağını delilleri ile göstermek gerekiyordu.

Cenab-ı Hak, elçisini teselli etmek ve O’nun yanında saf tutanlar ile Haşimoğullarını ikna etmek için Hz. Süleyman’ın @ iktidarda iken yaşamış olduğu iktidarsızlık kıssasını inzal etti.

Kıssaya göre Hz. Süleyman @ babası Hz. Davud’dan @ devraldığı iktidar koltuğuna oturur. Her şey, önceleri gayet iyidir. Toplumun ileri gelenleri, sivil ve askeri bürokratlar Hz. Süleyman’a @  çok güzel kadınlar (rahvan kısrak metaforunda), mal, mülk ve güç sunmaktaydılar. Fakat daha sonra onu kadın, mal – mülk ve güçle oyalayarak öyle bir konuma getirdiler ki, sonunda O koltuğunda adeta bir ceset idi. Şekil olarak Hz. Süleyman@ iktidarda görünmekle birlikte mühür şeytanların elinde ve böylece esas iktidar ve devleti yönetenler şeytani dürtülerle hareket eden ileri gelenler, sivil ve askeri bürokratlardı. Hz.Süleyman’ın @ yönetimde hiçbir etkinliği yoktu. Cenab-ı Hak, içine düştüğü bu konfor, oyun ve eğlence yanlışından onu kurtarmak ve kendine getirmek için tahtına bir ceset bıraktı. Hz.Süleyman tahtındaki cesedi görünce kendisininde mevcut haliyle bu cesetten farkının olmadığını anladı. O makamda oturan kişinin asli görevi toplumun sorunlarını çözmek, onların itiyaçlarını gidermek olduğu halde kendisi oyun ve eğlenceye dalmıştı. Makama ait işler ise kendisini çevreleyen bürokratlar ve etkili kişiler tarafından yapılıyordu. Makamın mührü yetkisiz kişilerdeydi ve onlar istedikleri gibi keyflerince devleti idare ediyorlardı. Nasıl olsa sorumluluk Hz.Süleyman’da olduğu için idari işlerde onlar tüm şeytanlıkları sergiliyorlardı. Bu haliyle, Hz. Süleyman mührü şeytanlara kaptırmış kendisi sureta bir ceset gibi makamda oturuyordu. Cenab-ı Hakk’ın tahtına bir ceset bırakması olayı ile Hz. Süleyman @ hatasının nereden kaynaklandığını anladı ve kendisine sunulan kadın, mal, mülk ve imkanlara tamahı ve onların kendisine verdiği refah ortamını, oyun ve eğlence ortamını bıraktı. İşte o zaman gerçekten iktidar oldu ve ileri gelenlerin oyuncağı olmaktan kurtuldu. O, kendisine sunulan iktidar imkanlarını Allah’ın iktidarını hakim kılmak için sevmeye başlayınca o imkanları, Allah için milletin hayrı yönüne hasretti. Böylece Allah, ona öyle bir iktidar verdi ki; O, kendisine daha önce ileri gelenlerin sunduğu güç ve iktidarın çok fevkinde, başka imkanlara kavuştu. Çevredeki tüm yabancılar / ecnebiler (cinler), düşman topluluklar (şeytanlar metaforunda), bilim adamları, sanatkarlar ve mucitler onun emri altında çalışmaya başladı. O bunları kullanarak çok büyük bir medeniyet yaratma imkanına kavuştu.

Cenab-ı Hakk’ın vahyettiği bu ibret verici yaşam öyküsü ile Mekke müşrik ileri gelenlerinin de Hz. Muhammed’e @ sundukları Mekke’nin en güzel kadınları, mal-mülk, güç ve imkanları hile için sundukları anlatılmak isteniyordu. Onların da bir oyunları vardı. Onlar Hz. Muhammed’i @ uzlaşmaya ikna ederek tevhidi dünya görüşünden vazgeçirecek olurlarsa hiçbir zaman iktidarı ona vermeyeceklerdi. O, göstermelik bir makam pozisyonunda olacak, kendisine sunulan mal, kadın, servet ve konforun içerisinde oyalanıp duracak, yönetimin esas sahipleri ise müşrik ileri gelenleri olacaklardı. Böylece Hz. Muhammed @  Mekke’nin reisi makamında fakat hiçbir etkinliği olmayan, makam koltuğuna oturtulmuş cansız, ruhsuz bir cesetten farklı olmayacaktı. Hatta bu öyle kötü bir pozisyon olacaktı ki yöneten kesimler müşrik ileri gelenler olmasına rağmen, yönetimin işlediği bütün pislik işler ve kötü yönetimin faturası Hz. Muhammed’e @ çıkarılacaktı. Böylece müşrik elitler bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardı. Hem kendi zulüm yönetimleri, devam edecekti hem de bu kötü yönetimin sorumlusu kendileri değil Hz. Muhammed @ olacaktı.  Şayet müşriklerin bu oyunlarına gelinmeyecek olunursa, o takdirde de Cenab-ı Hakk’ın vaat ettiği ve şimdiye kadar bu topraklarda kimsenin sahip olmadığı bir iktidara kavuşulacaktı. Bu nedenle Hz. Muhammed @ onların tekliflerini elinin tersiyle itti ve reddetti.  Cenab-ı Hak, bunu Hz.Süleyman’ın @ kendisine sunulan atların boyunlarını ve bacaklarını kesmesi şeklinde bir metaforla anlatır.

Peygamberimiz ilahi rehberlik çerçevesinde ilerleyerek iktidar olacak olursa, Cenab-ı Hakk’ın O’na tüm ecnebilerin / yabancıların (Arap olmayanların), tüm şeytanların (Peygamberimizin düşmanlarının / hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumların), bilginlerin, mimarların, mucitlerin, kölelerin, ezilmişlerin, tüccarların / korsanların (rüzgarlar), sanatkarların, … hizmet edecekleri bir saltanat vereceği müjdelendi.

Bu kıssada anlatılan olay, referans gösterilerek Hz. Muhammed’in @ uzlaşma paketinde sunulan mal- mülk ve güç imkanlarını reddetmesinin altında yatan sebepleri müminlerin ve Haşimoğullarının anlamaları beklenmekteydi.

 

30-40- Davud’a bir de Süleyman’ı bahşettik. (O) ne güzel kuldu! Çünkü o sürekli bize yönelirdi. Hani kendisine akşamüstü (karanlık öncesi/ boykot öncesi) iyi cins ve rahvan atlar / kısrak / kadınlar sunulmuştu; “Ben, hayrı / malı / serveti / mülkü / gücü Rabbimi zikretmek / O’nun dinini hakim kılmak için severim.”  onlar perdenin arkasına gizlenince “getirin onları bana!” (dedi). Hemen onların bacaklarını, boyunlarını kesti, kurban etti.   And olsun ki Biz Süleyman’ı tahtının üzerine bir ceset bırakmak suretiyle fitnelendirmiştik / denemiştik / sınamıştık. Bunun ardından, O, da bize yönelmiş ve “Ey Rabbim! Beni koru / bağışla / maddi ve manevi pislik bulaştırma ve bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir mülk / iktidar ihsan et! Şüphesiz ki Sen, bol bol ihsan edensin” dedi. Bunun üzerine Biz de, onun emriyle istediği yere tatlı tatlı esip giden rüzgârı, şeytanları, tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini onun emrine verdik. İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık ister dağıt ister yanında tut. Şüphesiz ki, onun yanımızda bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi 30-40)

 

Bu kıssa ile Hz. Muhammed’in @ uzlaşma paketini reddedişini müminlerin, Haşimoğullarının ve kararsız / araftaki Mekke halkı tarafından olumlu karşılanması ve desteklenmesi gerektiği anlatılmak isteniyordu. Fakat Mekke müşrik ileri gelenlerinin uyguladıkları baskı ve şiddetten bunalan insanlara bunun gerekçelerini anlatmak öyle kolay değildi. Cenab-ı Hak bu hususta örnek vermeye devam eder ve bu kez Hz. Eyyup @ kıssası üzerinden insanlar ikna edilmeye çalışılır.

Nasıl ki Hz. Eyyüp @, kendi çevresindeki şeytani karakterli insanların hile ve desiseleri sonucunda bütün malını, mülkünü ve taraftarını kaybetmesi nedeniyle yaşadığı bunalımların meydana getirdiği hastalıklardan ve yaralardan kaynaklanan acı ve meşakkatlerden kurtulmak için Cenab-ı Hakk’a yalvardıysa Hz. Muhammed de @ Ebu Cehil ve onun gibi şeytanların uyguladıkları baskı ve şiddetin tevhit hareketine açtığı yaralardan kurtulmak için Rabbine yalvarmaktadır. Cenab-ı Hak, Hz. Eyyup’ün @ duasına icabet ederek onun acılardan ve sıkıntılardan kurtulması için harekete geçmesini, kurtulmak için çaba sarf etmesini, yola düşmesini ve hastalığına şifa olacak suyun bulunduğu yere gitmesini emretti.  

Cenab-ı Hak, aynı şekilde Hz. Muhammed’in @ ve taraftarlarının da sıkıntı, bunalım ve acılardan kurtulmaları için yola düşüp, hicret edip sulak ve bereketli toprakların bulunduğu çevre ülkelere göç etmesine kıssa üzerinden işaret verir. Bu ülkeler Habeşistan olur, Medine olur farketmez, kendilerine kucak açacak ve işkencelerden kurtulacakları bir diyar olsun yeter ki. Hz. Eyyup @ gibi tekrar eski güçlü, mal ve makam sahibi bir konumuna gelmek için baskılar karşısında ayağını yere sağlam basmasını, güçlü ve kararlı durmasını, davasından dönmemesini örnek göstererek Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının da aynı şekilde davranması halinde güçlükleri aşıp zafere (suya) ulaşacağı ifade edilmiş olur.

Aynı kıssa üzerinden devamla Hz. Eyyup’e @ dürüstlükte kararlı olmasını, haktan ayrılmamasını, birlik ve beraberlik içerisinde çaba göstermesini ve çalışmasını emreden Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının da sabırla Haktan yana olmalarını ve birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmelerini emreder. Bu emrini de yine Hz. Eyyup @ üzerinden verir. Nasıl ki Hz. Eyyup @ buğday saplarını deste şeklinde bir araya getirdiyse Hz. Muhammed’e @ de değişik kabilelerden müteşekkil tüm taraftarlarını bir araya getirip tevhidi sağlama konusunda gayret etmesini emreder.

Böylece Hz. Muhammed’in @ etrafındaki mümin sayısı kadar insanların hicret ettiği yerde kendilerine katılım yapacağı, Hz. Eyyup’un @ kendisine geri verilen ailesi ve bir misli kadar daha taraftarının aileye katılım sağlaması örneklemesi üzerinden müjdelenir. Doğru yolda ve hak yolda gösterdiği kararlılık, sabır ve sebatla bir abide olmuş Hz. Eyyup’un @ hayat hikayesi ile de müminler ve Haşimoğulları Mekke müşrik ileri gelenlerinin uzlaşma tekliflerini Hz. Muhammed’in @ reddetmesini ve O’nun doğru yolda gösterdiği azim ve kararlılığa destek olmaları gerektiği anlatılır. 

 

41-44- Kulumuz Eyyup’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Şeytan bana meşakkat ve acı dokundurdu.”  “Ayağın ile topukla / yere vur / düş yola / sefere çık / yaya olarak hemen oradan uzaklaş! İşte yıkanılacak bir yer, işte içecek soğuk bir su!” dedik. Ve Biz ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri için bir ibret olarak bahşettik. “Ve eline bir demet sap al, onunla hemen, çaba göster / gayret et ve hanis olma / kararsız olma / haktan sapma/ günah işleme.” Gerçekten Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o bize sürekli yönelirdi.  (Sad Suresi 41-44)

 

Gelinen aşamada akıllara takılan bir diğer tereddüt, zulüm rejiminin devrilip yerine adalet sisteminin gelmesi için başka ülkelere hicret etmenin neden şart olmasıydı. Cenab-ı Hak hem Hz. Muhammed@ hem de müminlerin bu konudaki tereddütlerine İbrahim @, İshak @, Yakup @, İsmâîl@, Elyasa@, Zülkifl@ gibi peygamberler üzerinden cevap verir. Geçmişte zalim iktidarlarla mücadele etmiş bütün peygamberlerin kendi yurtlarını terk etmek zorunda kaldıklarını ve vatan hasreti çektiklerini bildirir. Anılan bu şahsiyetlerin kendi öz vatanlarından başka diyarlara hicret ettikleri ve gittikleri yerlerde sıkıntı çektikleri gibi vatan hasreti ile yanıp tutuşmuş olduklarını bildirir. Böylece bunun tevhit ve adalet mücadelesinin olmazsa olmaz bir şartı olduğunu vurgular. Bir medeniyet kurmak kolay değildir. Olgun, kaliteli ve eğitimli insan gerektirir. Medeniyetleri kuran peygamberlerin ve takipçilerinin olgunlaştırılması ve eğitilmesi için sıkıntı ve hasretlerin çekilmesi bu işin kuralıdır. Hicretin sıkıntı ve zorluklarına katlanarak olgunlaşan ve takva sahibi olanlar için muhteşem bir geleceğin var olduğunu müjdeler. Onlara zulmetmiş olanları ise, çok korkunç bir akıbet beklemektedir. Cehennem azabı, kaynar su ve irin. Bu ceza sadece zulmetmiş olanlara mı? Onların bu zulümlerine seyirci kalarak onlara destek sağlamış olanlar için bir ceza yok mu? Elbetteki var! Yapılanlara seyirci kalarak zulme ortaklık yapmak acı ve azapta da ortaklığı beraberinde getirmektedir. Sadece ahiretteki azapla yetinilmeyecek, onlara bu dünyada da şiddetli azap isabet edecek. Onlar her iki azap ile karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini suçlayacaklar ve cezadan kurtulmaya çalışacaklar….

 

45-68- Güç ve basiret sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakup’u da hatırla! Şüphesiz Biz onların şahsiyetlerini yurt düşüncesi / yurt hasreti / vatan hasreti ile arı duru bir saflıkla olgunlaştırdık. Şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir. İsmail’i, Elyasa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir. İşte bu bir öğüttür /şereftir / hatırlatmadır. Şüphesiz ki takva sahipleri için güzel bir gelecek, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır. Orada konfor içinde bol meyve ve içecek isterler. Yanlarında gözlerinin içine bakan yaşıtları vardır. İşte hesap günü için size söz verilen budur. Hiç şüphesiz ki, işte Bizim verdiğimiz bu rızık tükenmez. İşte bu böyledir! Ama bir de haddini bilmez azgınlar var ki, onları da en kötü yer beklemektedir; Cehennem! Onlar da ona yaslanacaklar. Ama o ne berbat bir yataktır! İşte bu da böyledir! O halde, artık bırak da o kaynar su ve zehirli irin azabını ve aynı türden başka azap çeşitlerini de sonuna kadar tatsınlar! (İleri gelenlerine denilecek ki); “İşte bunlar da sizinle birlikte körü körüne arkanıza takılan bir grup.” (İleri gelenler şöyle cevap verecek); “Rahat yüzü görmesin onlar! Şüphesiz onların da ateşe atılmaları gerek.” (Körü körüne takip edenler ise); “Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Bunu başımıza siz getirdiniz ve gele gele en berbat yeri buldunuz!” diyerek şöyle yalvaracaklar; “Rabbimiz! Bunu kim bizim başımıza getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!” Ve yine diyecekler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız adamlardan hiçbirini burada niye göremiyoruz? Biz onları alaya almıştık / aşağılamıştık. Yoksa (buradalar da) gözden kaybolup saklandılar mı?” Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması / çekişmesi böyle gerçekleşecektir. De ki: “Ben sadece bir uyarıcıyım! Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah’tan başka tanrı yoktur.” De ki: “Bu, çok büyük, önemli bir haberdir. Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.” (Sad Suresi:45-68)

 

Cenab-ı Hak, bu surenin sonunda Haşimoğullarına ve müminlere uzlaşma teklifinin reddedilme gerekçesini anlatmak için son bir örnekleme getirir. Bu örnekleme ile uzlaşma teklifinin aslında şeytanın aldatıcı hilesinden başka bir şey olmadığının müminlerce ve Haşimoğullarınca iyice anlaşılmasını murad eder. Örnek metaforu kozmik âlemde ilk insanın yaratılışı sırasında cereyan eden olayların canlandırıldığı sahnelerden seçer. ([2]) O sahnelerde iblisin / şeytanın gerçek yüzü ve niyeti ortaya konularak, Mekke müşrik iblis ve şeytanlarının da aynı oyunları oynamak istedikleri ifade edilmiş olur.

Surenin başında anlatıldığı üzere Hz. Muhammed’in @ hareketinin uluslararası boyut kazanmasından sonra krize giren ve bu soruna çözüm arayan Mekke kabilelerinin reisleri / aksaçlıları / mele’ler topluluğu Darün Nedve’de toplanır. Toplantıda Utbe bin Rebia’nın Hz. Muhammed’in @ serbest bırakılması ve davasını gerçekleştirmesine fırsat verilmesi teklifi ile aslında Mekke’nin başına önder olarak Hz. Muhammed’in getirilmesi ve tevhidi dünya görüşünün uygulanmasına razı olunması teklif edilmekteydi. Onun teklifine göre bu işte o engellenmeyecekti. Şayet o bu düşündüğünü gerçekleştirebilirse onun başarısı tüm Mekkelilerin başarısı olacak ve bu başarıdan ileri gelenlerde paylarını alacaklardı. Şayet beceremez ise diğer Arap kabileleri onu öldürecek ve kendileri de bu sorundan kurtulmuş olacaklardı. Utbe bin Rebia bu görüşünü anlatırken Hz. Muhammed’in @ tüm özelliklerinin de başkanlık için aranan nitelikleri taşıdığını ifade eder. Utbe bin Rebia, Hz. Muhammed’in@ güzel konuşması, akıllı kararlar vermesi, birleştirici, yatıştırıcı, sorunlara getirdiği pratik ve uygun çözümleri, asaleti, duruşu, güvenilirliği gibi bütün olumlu karakterleri ile bu işi yapabilecek yeteneklerle yaratıldığına da dikkat çeker. Dahası onun olgun, paylaşmacı, alçak gönüllü, vergili yani toprağa özgü karakterleri ile tüm halk tabanında ve kabileler arasında başarılı olmasının mümkün olduğunu da ileri sürer. Ayrıca kendisinin ağzından dökülen o sözlerin insan sözü olmasının mümkün olmadığını ve bu sözlerin çok etkileyici bir ruhunun olduğunu da ekler. (Hz. Adem’e ruhun üflenmesi metaforu) Utbe bin Rebia’nın Hz. Muhammed @ hakkında Mekke’nin Aksaçlılarına / mele’ler topluluğuna yönelik yaptığı bu konuşmasının sonunda getirdiği teklif, mele’ler topluluğunun hemen hemen tamamınca kabul edilir. (Meleklerin Hz. Adem’e @ secde etmesi metaforu)

Tıpkı meleklerin kozmik âlemde Hz. Adem’e @ secde ettikleri / emre amade oldukları gibi Mekke’nin kabile reisleri / aksaçlıları / mele’ler topluluğu / melikleri de Hz. Muhammed’in @ tevhidi dünya görüşüne tabi olma teklifini kabul ederler. Fakat kabile reislerinden / aksaçlılarından / mele’ler topluluğundan / meliklerinden birisi vardı ki o tıpkı Kozmik alemdeki Mele-i Ala’da gerçekleşen olaydaki meleklerden olmasına rağmen Hz. Adem’e @ boyun eğmeyi reddeden İblis gibi Mekke’nin Yüce Konsey / Mele-i Alası sayılan Darün Nedve’nin kabul ettiği tercihe katılmadı ve Hz. Muhammed’in @ başkanlığı teklifini reddederek O’na boyun eğmeyeceğini söyledi. O iblis, Ebu Cehil’den başkası değildi. Ebu Cehil bu işin başından beri inkârcılıkta en önde gidiyordu. (İblisin kafirlerden olması gibi) Herkes Ebu Cehil’in verdiği bu tepkinin nedenini merak ediyordu. Bütün bakışlar Ebu Cehil’e çevrildi ve “Peki! Neden boyun eğmiyorsun? Hz. Muhammed’in başkanlığını neden kabul etmiyorsun?” diye soranlar olduğu gibi “Yoksa sen kendini Hz. Muhammed’den daha mı üstün görüyorsun?” bazıları da “Yoksa kibir ve gururundan dolayı mı boyun eğmiyorsun” hatta bazıları “Senin Mekke’nin içinde bulunduğu krize çözüm üretecek ideolojin veya önerilerin var mı? Sende bu konuda liyakat, bilgi, birikim ve vizyon var mı?” şeklindeki sorular Ebu Cehil’e yöneltilir. Utbe bin Rebia’nın getirdiği teklifi reddediş gerekçesini Ebu Cehil şöyle ortaya koyar; “Ben ondan daha iyiyim / daha liyakatliyim / daha hayırlıyım. Benim görüşüm şirk sisteminin devam etmesi. Bu sayede hepimiz daha çok nimetlere sahip olacağız. Bu sistem bizim için en fazla getirisi / hayrı olan bir sistem. Zira içinde yaşadığımız toplum ve çevre Arap kabileleri vahşi, bedevi bir toplumdur. Onlar yumuşaklıktan anlamaz. Onlara sert davranmak gerekir. (İblis’in ateşten yaratılmış olması metaforunda olduğu gibi) Benim topluma uyguladığım ateşten kinaye hiddet, şiddet, jakoben ve totaliter davranışlarla bu insanlar yönetilebilir. Onlara merhametli, şefkatli, vergili, paylaşmacı davranırsan tepene binerler ve asla hükmedemezsiniz. Kabilelerin diğer kabilelere karşı kendi güvenliğini sağlayabilmesi içinde mutlaka şiddeti esas alması gerekir. Aksi takdirde kabilelerin güvenlikleri tehlikeye girer. Benim görüşüm, şirk sisteminde devam etmemiz. Benim yolum daha hayırlı. Hz. Muhammed’in iddia ettiği tevhit toplumu ise asla gerçekleşemez. Çünkü (Hz. Adem’in @ çamurdan yaratılmış olması metaforunda olduğu gibi) Hz. Muhammed çamurdan (toprak+su) kinaye alçak gönüllü, cömert, paylaşmacı, halkın içinden, mütevazı, vergili, merhametli vb. özelliklere sahiptir.  Önerdiği tevhidi dünya görüşünün temel paradigmaları da Allah’ın Rahman ve Rahim oluşundan kinaye olarak herkese merhametli, şefkatli, vergili ve mütevazı davranmayı öngörmektedir. Halbuki azgın, vahşi, laf anlamaz ve bedevi tabiattaki Arap kabileleri bu paradigmalarla itaat ettirilemez. Onlar ancak şiddetten, baskıdan, zor kullanmaktan, hiddetli, sert, eli sopalı ve celalli olmaktan anlarlar. Dolayısıyla Hz. Muhammed @ başkan olduğu takdirde bu kabilelere hâkim olunamaz, yönetilemez. Kabile anlayışında bu hususların yeri yoktur. Hz. Muhammed’in @ önerdiği sistem modeli ile kabilelerin güvenlikleri asla sağlanamaz. Bu nedenle Hz. Muhammed’in yolunda hayır yoktur.”

Ebu Cehil’in bu sözleri kendi şirk ideolojisinden kaynaklı bakış açısına göre her ne kadar makul ve mantıklı gibi görünse de arkasında yatan gurur, kibir ve haset hemen herkes tarafından derhal fark ediliyordu. Ayrıca Ebu Cehil’in şirk sisteminde ısrar etmesi sorunu çözmediği gibi, haklı da değildi. Zira güvenlik endişesi ile savunduğu şirk sistemi aslında Mekke’nin güvenliğini tehlikeye atıyordu. Bu husus yakın zamanda Bizans ve Sasanilerin Arap yarımadasındaki işgalleri ile görülmüştü. Bu nedenle Darün Nedve’deki diğer aksaçlılar / mele’ler / melikler “Hadi oradan! Kendini beğenmiş, aşağılık herif! Kendini ne zannediyorsun?” (İblisin taşlanması metaforunda olduğu gibi) şeklinde görüşlerini belki içlerinden, belki yüzüne karşı ifade etseler de onların Ebu Cehil’i bu şekilde taşlamaları, sonucu değiştirmiyordu. Zira şirk sistemi ya da kabilelerin koalisyonu modelinde yönetilen Darün Nedve’den sorunu çözecek bir karara varılamıyordu. Kabilesi güçlü olan bir şeye itiraz ettiği zaman o teklif meclisten kolay kolay geçmiyordu. Böylece Mekke’nin krizden çıkış umutları, başka bahara erteleniyordu. Bunun başlıca sorumlusu da Ebu Cehil’den başkası değildi. Utbe bin Rebia teklifinin kabul edilmemesi üzerine ‘ben söyleyeceğimi söyledim / ben teklifimi yaptım, bundan sonrası size kalmış, ancak bundan sonra olacaklar için sen sorumlusun’ diye Ebu Cehil’e topu attı. Ebu Cehil ise “Tamam öyleyse, mademki çözümsüzlük konusunda beni suçluyorsunuz, o zaman işin hesabının görüleceği zamana kadar bana süre verin, ben de Hz. Muhammed ve taraftarlarının yanlış yolda olduklarını size ispat edeyim. (Diriliş gününe kadar mühlet verilmesi metaforu)” dedi.

Toplantının sonuna doğru, tıpkı İblis’in Cenab-ı Hakk’ın izzet ve şerefine yemin etmesi gibi Ebu Cehil de Darünnedve mele’ler topluğunun şeref ve izzetleri adına yemin ederek Hz. Muhammed ve müminlerin samimi olmadıklarını, sahtekâr olduklarını iddia etti ve iddiasını gelecekte yapacağı planlarla onları azdırıp, saptırarak ispatlayacağını belirtti. Ayrıca aralarından elbette bazılarının Mekke’nin iyiliği için çalışanlardan, samimi, ihlaslı, temiz kalpli olması nedeniyle onları aldatamayacağını, onları azdıramayacağını da ekledi.

Ebu Cehil’in diretmesi sonucunda Darün Nedve’den uzlaşma paketinin Hz. Muhammed’e @ teklif edilmesi kararı çıktı. Ebu Cehil’in niyeti bu teklif ile Hz. Muhammed’in@ kadın, servet, mal ve saltanat peşinde olduğunu gösterecekti. Şayet Hz. Muhammed @ uzlaşma paketini kabul ederse tevhidi dünya görüşü ve ilahi öğreti paradigmalarından kendisine sunulan nimet ve imkanlar karşılığı vazgeçmiş olacak ve böylece davasında samimi olmadığı ortaya çıkacaktı. Fakat Hz. Muhammed’in@ uzlaşma paketini reddetmesi sonucu Ebu Cehil’in azdırma planı da suya düştü.

Hz. Muhammed @ uzlaşma teklifini reddederken kendisinin bu yaptığı hizmeti tüm Mekkeliler, Arap kabileleri, milletler kısaca tüm insanlık için yaptığını ve bu hizmetinden dolayı asla bir karşılık beklemediğini, ayrıca kimsenin başını belaya sokma gibi bir niyetinin olmadığını da bildirir. Hz. Muhammed’i @ azdırıp kandıracağını iddia eden Ebu Cehil’in planının suya düştüğünü gören Mekke’nin ileri gelenlerin Ebu Cehil için “canı cehenneme!” demekten başka çareleri de kalmamış görünüyordu. Fakat müminler ve Haşimoğulları uzlaşma teklifini reddedişin ne kadar isabetli olduğunu bu kıssa ve yaşananlarla anlamakla beraber yine de içleri rahat değildi. Zira gelecek günlerin kendileri için çok sıkıntılı geçeceği aşikardı.

Bu anlatılanlar müteakip ayetlerde şöyle dile getirilir;

 

69-88- “Mele-i A'la'da olan tartışmalar hakkında benim bir bilgim yoktur. Ne var ki bana, sadece apaçık bir uyarıcı olduğum bildirilmektedir.” Hani Rabbin bir zaman meleklere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratacağım. Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın / itaat edin / emre amade olun” demişti. Bunun üzerine meleklerin tümü hep birlikte secde ettiler / itaat ettiler / emre amade oldular. Fakat İblis hariç. O büyüklük tasladı ve o kâfirlerdendi. (Allah,) “Ey İblis! O benim iki elimle yarattığıma secde etmene / itaat etmene / boyun eğmene ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa kendini herkesten üstün görenlerden birimisin?” buyurdu. (İblis) dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım / iyiyim. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Allah,) “Öyleyse çık git oradan, artık sen racîmsin / kovuldun / taşlandın / aşağılık oldun” dedi. “Ve unutma ki Hesap gününe / karşılık gününe kadar lânetim, senin üzerinedir.” (İblis,) “Rabbim! Madem öyle, bana diriliş gününe kadar mühlet ver” dedi. (Allah) “Haydi sen belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (İblis) “Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan kendilerini sadece Sana adamış / içlerini temizlemiş kulların müstesnâ” dedi. (Allah) buyurdu ki: “İşte gerçek / Hakk budur. Ve Ben de bu gerçeği / hakkı söylüyorum: And olsun ki, cehennemi seninle ve onlardan seni izleyenlerin tümüyle dolduracağım.” De ki: “Ben bu mesajı iletmeme karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden / külfet getirenlerden / başa iş çıkaranlardan da değilim. O (Kur’an) , bütün alemler için bir zikirdir/ bir öğüttür / bir mesajdır. Ve onun verdiği haberin (gerçek olduğunu) bir zaman sonra mutlaka öğreneceksiniz.” (Sad Suresi 69-88)

 

7.2. Habeşistan’a ilk Hicret

Mekke müşrik elebaşıların Hz. Muhammed @ taraftarlarına uyguladığı şiddete çevre kabile ve ülkelerin ilgisi çekilmişti ancak onlardan henüz harekete bir destek gelmiş de değildi. Mekke’de işkence ve şiddetin bütün pervasızlığıyla devam etmesi harekete katılımda bir duraksama meydana getirmişti. Ayrıca Allah Resulü’nün ilahi emir gereği uzlaşma paketini reddetmesi de gelecekte uygulanacak şiddetin dozajının daha da artacağını gösteriyordu. Her ne kadar gelen ayetler bu hususta endişe edilmemesi gerektiğini, Cenab-ı Hakk’ın eninde sonunda elçisini muzaffer kılacağını müjdelese de bunlar Arafta / arada kalan halk tarafından fazla bir anlam ifade etmemekteydi. Zira onlar, gelecekteki vaatlere göre değil, hali hazırda yaşananlara göre hareket etmekteydiler. Dahası Haşimoğulları kabilesinin mensuplarının da ilahi mesajlarla ne kadar ikna edici örnekler verilirse verilsin yine de geleceğe yönelik vaatler konusunda kalplerinin mutmain olması oldukça zor görünmekteydi. Çünkü teklif edilen uzlaşma paketlerinin reddedilmesi halinde Mekke müşrik elitlerin şiddeti daha da ileri taşıyarak kabileye boykot uygulayacaklarına ilişkin tehditleri onları kara kara düşündürmekteydi. Bu durumda bir çıkar yol bulunmalıydı ve Hz. Muhammed @ safının seçilmesi halinde çaresiz kalınmadığı ve şiddetten korkanların o korkularından emin olabilecekleri bir yaşamın olduğu gösterilmeliydi.

Cenab-ı Hak, inzal ettiği ayetlerde elçisine ve müminlere sadece moral, motivasyon ve vaat etmekle yetinmiyor aynı zamanda bu tıkanıklığı açma hususunda yol da gösteriyordu. Onlara Sa’d Suresinde Hz. Eyyub @ kıssası metaforu ile harekete geçin, bir şeyler yapın ve bereketli / sulak topraklara doğru hicret edin derken aynı surede diğer peygamberlerin hayat hikayelerine değinerek hicret olayının medeniyet yaratacak büyük hareketlerin doğası olduğuna vurgu yapıyordu.

Rabbinden mesajı alan Allah Resulü, emniyetli olarak nereye hicret edilebileceğini araştırdı ve muhtemelen hareketine ilgi duyarak bilgi almak için elçi gönderen Habeşistan kralı Necaşi’nin ülkesini hicret için en uygun yer olarak seçti. Belki de birkaç defa elçi gidiş gelişi vuku bulduktan sonra bizzat Necaşi’nin ülkesine iltica etmek isteyenleri kabul edebileceğine dair haber göndermesi ihtimali bile vardır. ([3]) Özellikle Habeşistan yönetimi Mekke’de gelişen bu harekete çok ilgi duymaktaydı. Zira bu gelişen hareketin bir peygamberi vardı ve o kendisine vahyedildiğini iddia ediyordu. Ehli kitap olan Habeşliler peygamber ve vahiy kavramına aşina idiler. Her ne kadar Mekke’deki ileri gelen aşiretler ile ticari ve dostane ilişkileri varsa da ve bu ilişkilerin bozulmasını istemeseler de yeni gelişen olay çok farklıydı. Çünkü olay, kabilelerle dostlukları aşan ve kendi inançlarında benzerlik olan bir düşünceye sahip bir muhalefetin gelişmesiydi. Bu muhalefet, bütün işkence ve şiddete rağmen direnişine devam ediyordu. Dolayısıyla şayet bu muhalefetten kendilerine bir imdat ve sığınma talebi gelecek olursa buna hayır demek imkansızdı.  Ayrıca Habeşlilerin sözkonusu peygamberin ait olduğu kabile olan Haşimoğulları ile de dostane ilişkileri mevcuttu. Hz. Muhammed’e@ ve taraftarlarına yapılacak işkence, eziyet ve boykotların Habeş yönetimini rencide edeceği aşikardı. Bu nedenle sığınma talepleri olduğu takdirde onlara kucak açmaları krallığı açısından kaçınılmazdı. Ayrıca Haberşistan’ın muhacirleri kabul ile yeni hareketi kendine çekerek Ebrehe döneminde egemen olmadığı Mekke’ye bu yolla egemen olmayı Habeş yöneticilerinin düşünebileceklerinin de değerlendirilmiş olması olasıdır.

Bütün bu hususları değerlendiren Hz. Muhammed @ Rabbinin hicret için gösterdiği yolu izleyerek kendi taraftarlarından 15 ya da 17 kişilik bir grubun Habeşistan’a hicret etmesine karar verdi. ‘Habeşistan’a ilk hicret’ olarak adlandırılan bu göç Osman bin Mazun liderliğinde yapıldı ve bu ilk grup gizlice Habeşistan’a hicret etmeyi başardı. Habeşistan kralı Necaşi hicret eden müminleri büyük bir hoşnutlukla karşıladı ve onları çok iyi ağırladı.

Müminlerin küçük bir grubunun Mekke’den hicret etmeyi başarmış olması ve muhacirlerin Habeşistan yönetimi tarafından kabul görmeleri müminler açısından bir umut ışığı idi. Böylece Mekke müşrik elitlerin tevhit hareketine katılımlarını engellemek için uyguladıkları şiddet stratejisinin boşa çıkarılma imkânı doğdu. Bundan sonra şiddet nedeniyle harekete katılmakta tereddüt edenler için başka çarelerin varlığı gösterilmiş oldu.

 

[1] ) Not: Kabilelerin bu karakterleri ile kendilerini müstağni görme hali. (A.A)

([2]) NOT: O dönem kabile Araplarında toplumsal hafıza, yaşanan hadiselerin kıssalar halinde anlatılması ile nesilden nesile aktarılıyordu.  Ahbarlar ve şairler bu mesleği icra eden kişilerdi. Bu kişiler kabileyi ilgilendiren olayları şiirsel bir lisanla ve kıssalara dökerek anlatırlar ve böylece kabilenin arşivi oluşturulurdu. Zira olayların hafızada tutulmasının en iyi ve en sağlam yolu olayları insanların severek dinleyeceği, kalpten benimseyeceği ve herkese anlatmaktan zevk alacağı bir forma getirmektir. Sözlü kültürün egemen olduğu bir toplumda arşiv ancak olayların sözlü anlatımlarla kabile mensuplarının hafızasına kazınacak şekilde anlatılmasıdır ki bunu en iyi kıssalarla yapılan metaforik anlatımlardır. Bu nedenle Kur’an, o dönemki insanların hafızasına kazınacak şekilde dilden dile aktarılmasını sağlamak için tevhid mücadelesi sırasında yaşanan olayları, geçmiş peygamberlerin kıssalarını metafor yaparak anlatır. Anlatılan her kıssanın mutlaka Muhammed’in @ yaşadığı bir olayla izdüşümü vardır. Önemli olan Muhammed’in @ hayatının evrelerinde hangi surelerin ya da ayetlerin inzal edildiğini tespit edebilmektir. (A.A)

[3]) Not: Halihazırda ulaşabildiğimiz rivayetlerde böyle bir hususa rastlamasak da gelişmelerin bu şekilde olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. (A.A)

7.3. Ebu Cehil İblisinin Habeşistan Muhacirlerini Geri Getirme Planı

Maruz kaldığı tüm baskı ve şiddete rağmen, peygamberimizin geliştirdiği tevhit hareketi, Habeşistan’a gerçekleştirdiği başarılı hicret ile Mekke sınırlarını aşıp uluslararası bir boyuta kavuştu.

Peygamberimizin hareketinin giderek kontrolden çıktığını gören Mekke müşrik elitleri Darün Nedve’yi toplantıya çağırdı. Yapılan toplantıda meclis üyelerinin / mele’ler topluluğunun geneli daha önce Utbe bin Rebia’nın teklif ettiği gibi Hz. Muhammed’i@ artık kabul etmek gerektiğini savundular. Fakat Ebu Cehil ve As bin Vail gibi iblisler grubu bu görüşe yeniden şiddetle karşı çıktılar. Bu iblisler grubunun niyeti, Habeşistan’a hicret eden muhacir müminlerin geri dönmesini sağlamaktı.  Plana göre Darün Nedve’den peygamberimizle öncekine nazaran daha geniş tavizleri içeren yeni bir uzlaşma paketi / kitabı / sözleşmesi sunulması hususunda kendilerine bir daha yetki verilmesini sağlamaktı. Bu yetkiyi aldıktan sonra hazırlanacak uzlaşma paketi önce Ebu Talib’e sunulacak. Ebu Talip, yeni ve daha geniş kapsamlı tavizleri içerecek uzlaşma paketi / kitap / sözleşme hükümleri üzerinde çalışıp kendi değerlendirmelerini de ekledikten sonra yeğeni Hz. Muhammed’i bu uzlaşmaya ikna etmeye çalışacak. Bu uzlaşma görüşmeleri devam ederken Habeşistan’a Mekke’de uzlaşma sağlandığına dair haberler uçurulacak. Uzlaşmaya dair haberleri alan muhacir müminler sevinç içerisinde Mekke’ye dönecekler. Mekke’ye geldikleri zaman da tutuklanacaklar ve böylece hicret başarısını akamete uğratıp müminlerin ümitlerini yok edeceklerdi. Bu planı Mele’ler topluluğuna / Meclis üyelerine anlattılar ancak onlar bu konuya olumsuz görüş verdiler. Fakat Ebu Cehil iblisi ve yandaşı olan kabile reisleri bu konuda ellerinden gelen her şeyi yapacaklarına dair yemin ettiler. Mele’ler topluluğunun / Meclis üyelerinin onları engelleyecek herhangi bir yaptırımları yoktu. Planı uygulamaya koyan Ebu Cehil şeytanı ve avanesi her çeşit hileye başvurdu ve sonunda uzlaşıldığına dair yalan haberleri Habeşistan’a ulaştırdı. Bu konuda müminleri ikna edici şahitleri de ayarladı. Yalan habere inanan Habeşistan muhacirleri Mekke’ye geri döndüler. Fakat Mekke’ye geldikten sonra gördüler ki ortada taraflar arasında herhangi bir uzlaşma / sözleşme yoktu. Olay, Ebu Talip’e sunulan fakat Hz. Muhammed’in@ onayı alınmadan müşriklerle peygamberimiz arasında uzlaşma sözleşmesi yapıldığına dair Mekke’de yayılan asparagas bir haberden başka bir şey değildi.

Müşrik iblisler mümin muhacirlerin Hanerşistan geri dönmesini sağlayarak büyük bir başarı elde ettiler. Hz. Muhammed @ bu durumdan son derece rahatsız oldu, sıkıntıya düştü. Amcasının, Haşimoğullarının ve Habeşistan’daki müminlerin bu konuda hataları büyüktü. Zira daha önceki uzlaşma paketi / sözleşmesi vesilesiyle yapılan uyarıların dikkate alınmamış olduğu görülüyordu. Cenab-ı Hak yaşanan olayları, Hz. Adem’in @ yaratılış ve şeytanın aldatma girişimlerinin anlatıldığı kıssa ile Araf Suresinde inzal eder. Cenab-ı Hak, kıssaya geçmeden önce elçisini teselli eder ve sıkıntıyı içinden atmasını ister. Kendisine müminleri ve Haşimoğullarını uyarması için bir kitap / sözleşme / ahit indirildiğini bildirir. Bu mesajla onlara şayet bir uzlaşma / sözleşme yapacaksanız işte size sözleşme / ahit / kitap! Yani Ey müminler! Cenab-ı Hak ile ahit yapın, o müşriklerle ahit yapmayın. O’nun size inzal ettiği ahitte onlara itaat etmeme şartı getirilmektedir. Araf Suresi ile verilen bu mesajlar şöyledir;

“İşte sana kitap / sözleşme / ahit! Bu sözleşme / ahit ile müminleri ve insanları uyar, onları korkut ve yaşadığın sıkıntıya da son ver! Müminleri ve Haşimoğullarını (Mekkeli insanları) şöyle uyar: “Allah’ın size inzal ettiği ahdine / sözleşmesine sadakat gösterin ve bu yolda sabırla devam edin! Asla başka otoritelere boyun eğmeyin! Onların uzlaşma tekliflerine asla itibar etmeyin! Bu konuda onların tehditlerine kulak asmayın! Geçmişten ders alın ve kıt hafızalı olmayın! Onların hile ve tuzaklarına gelmeyin! Tarih olmuş toplumlar, hak karşısında böyle aldatmalara girişmişlerdi ama sonunda kaybeden onlar oldular. Onlar hak karşısında yenilince zalim ve haksız olduklarını itiraf edip af dilemek zorunda kaldılar. Mekke’nin iblisleri de yarın aynı şekilde haksız ve zalim olduklarını itiraf etmek zorunda kalacaklar ve önünüzde diz çökeceklerdir. Tarihteki örneklerden ders alın! Şayet onların teklif ettikleri uzlaşma paketini kabul edecek olursanız bunun hesabını veremezsiniz. Peygamberler bile kendisinden hesap sorulmayan değildir. Şimdiye kadar gönderilen bütün elçilerden hesap sorulacak. Bu nedenle Allah’ın ‘asla onlara boyun eğmeyin!’ emrine rağmen onlarla uzlaşıp şirk sistemine boyun eğerseniz bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Bütün insanların yaptıkları tek tek kaydedilmekte, hesap günü bunlar önünüze serilecek ve herkes yaptıklarının hesabını verecek. Yaptığınız hata yüzünden elde edilen hicret başarısı, gösterdiğiniz zafiyet nedeniyle gölgelendi. Bundan sonra onların uzlaşma / sözleşme önerilerini değerlendirmeyi aklınızın ucundan bile geçirmeyeceksiniz.”

Elçisini teselli ve müminlerle Haşimoğullarını uyarı niteliğindeki mesajları, Cenab-ı Hak Araf Suresinin (diğer adıyla Misak / Anlaşma / Sözleşme Suresi) ilk ayetlerinde şöyle bildirdi;

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-9- Elif, lam, mim, sad.  Artık göğsündeki sıkıntıyı at! İşte sana bir Kitab indirildi ki onunla insanları uyarman ve müminlere de şu öğüdü vermen için; “Rabbinizden size indirilene uyun! O’nun dışında birtakım başka otoritelere asla itaat etmeyin! Ne kadar da kıt hafızalısınız! Ve Biz nice kentleri helâk ettik. Kahredici gazabımız onlar gece uyurlarken yahut gündüz dinlenirlerken onlara gelivermişti. Kahredici gazabımız onlara geldiğinde de “Biz gerçekten zalimlermişiz! / Kesinlikle haksız olan bizlerdik!” itirafından başka bir savunmaları olmadı. Hem kendilerine elçi gönderilmiş olanları hem de gönderilen elçileri elbet hesaba çekeceğiz. Ve ardından onlara, olup biten her şeyi, kesin bir ilme / arşive / kayıtlara dayanarak bir bir anlatacağız. Öyle ya, Biz hiçbir zaman onlardan uzak olmadık ki! Hesap günü ölçü ve tartı hakkıyla gerçekleşir. Sonuçta Kimin sevapları tartıda ağır basarsa, işte onlar kurtulanlardır. Fakat kimin sevabı tartıda hafif kalırsa, işte onlar âyetlerimize karşı haksızlık etmelerinden dolayı kendilerini harcayan kimselerdir. (Araf Suresi 1-9)

 

Cenab-ı Hak, inzal ettiği müteakip ayetlerde Ebu Cehil iblisi ve avenesinin yukarıda kısaca özetlenen planın uygulanması sırasında gerçekleşen olaylar zincirini Hz. Adem @ kıssası metaforuna uyarlayarak ve satır aralarında gerekli dersleri vererek anlatır;

“Sizi bu ülkeye yerleştiren, sizin geçim kaynaklarınızı temin eden Rabbiniz olduğuna göre müşriklerin isteklerine değil O’nun isteklerine uymalısınız ve O’nun rehberliğinden sapmamalısınız. Sizin rızık kaynaklarınızı onlar (müşrikler) değil Allah sağlıyor. Bu nedenle onların boykot tehdidinden korkmayın! Dahası sizi yaratan da O, sizi şekillendiren de O. Ve en önemlisi de aranızdan birisini özenle seçip, yetiştiren, bilgi, birikim ve yeteneklerle donatan da O. Daha sonrada Mekke’yi içine düştüğü bataklıktan kurtaracak çözüm modelini gönderen de O. Daha önce olduğu gibi şimdi bir daha Mekke’nin mele’ler topluluğu / meclis üyeleri toplanmış ve Rabbinizin aranızdan seçip çıkardığı bu nadide şahsiyet olan Hz. Muhammed’i @ başkan yapmayı ve tevhidi dünya görüşünü kabul etmeyi  (Meleklerin Hz.Adem’e secde etmesi gibi)  gündeme getirmiş, ([1]) ekseriyeti de bunu kabul etmişken ve aralarından sadece Ebu Cehil denen iblis bu teklife karşı çıkmışken (İblisin Hz.Adem’e secde etmemesi gibi) siz o iblisin size önerdiği uzlaşma teklifini kabul etmeyi nasıl düşünürsünüz?”

 “Hatta o mele’ler topluluğu / meclis üyeleri / melikler Ebu Cehil’in Hz. Muhammed’e @ tabi olmama gerekçesini bile ciddiye almadılar, onu haklı görmediler. Bildiğiniz gibi Ebu Cehil iblisi Hz. Muhammed’in @ başkan olmasına karşı çıkışını ve tevhidi dünya görüşünü inkâr edişini şöyle gerekçelendirmişti; <Hz. Muhammed@ çok mütevazı, şefkatli ve cömert karakterli (ki bu karakterler çamurdan kinaye) bir kişiliğe sahip. Aynı zamanda önerdiği sistemin paradigmaları da Rahmaniyeti, merhameti, şefkati, vergili olmayı öngörmektedir. Halbuki Araplar vahşidir, söz anlamazlar, onlara hükmedecek kişinin otoriter, öfkeli, celalli, şiddetli, emredici, jakoben (ateşten kinaye karakter özellikleri) olması gerekir. Bizim için şirk sistemi en iyi sistemdir. Çünkü bizler bu sistem sayesinde zenginliğe ve güce kavuştuk. Araplara merhamet gösterilirse insanın tepesine çıkarlar. Bizim şimdi uyguladığımız gibi bütün kabile melikleri ateşten kinaye sert ve jakoben olmalı ki kabilelerine hâkim olunsun. Aksi takdirde halk dize gelmez. Ben ise bahsettiğim bu ateşten kinaye karakterlere sahibim ve savunduğum şirk ideolojisi de halka asla merhamet edilmemesini öngörür. Biz bedevi, vahşi kabileleri ancak bu ideoloji ile yönetebiliriz. Bu nedenle şirk ideolojisi, tevhidi dünya görüşünden üstündür.> Ebu Cehil’in ileri sürdüğü bu gerekçelerde de görüleceği üzere onun Hz. Muhammed’e @ bakış açısı çok açık olmasına rağmen sizler onun sizi kandırmaya yönelik tuzaklarına nasıl aldanırsınız?”

 

10-12- Ve hiç kuşkusuz Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler kıldık (sağladık). Ne kadar da az şükrediyorsunuz! Ve hiç kuşkusuz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere / meliklere, “Adem’e secde / itaat edin” dedik; İblis hariç onlar hemen secde / itaat ettiler; o secde / emre amade/ itaat edenlerden olmadı. (Allah,) “Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten ne alıkoydu? /seni secde etmemeye götüren şey nedir?” dedi. (İblis de) “Ben, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi. (Araf Suresi 10-12)

 

Hz. Muhammed @ yetişmişliği, olgunluğu, dirayeti, cesareti, oturması-kalkmasını yani protokol kurallarını bilmesi, güzel konuşması, akıllı ve ferasetli olması gibi bir yöneticide olması gerekli bütün özelliklere sahip olduğunu bilen Darün Nedve’nin üyeleri, Ebu Cehil iblisinin bu gerekçelerinin doğru olmadığını aksine kıskançlıktan, gurur ve kibirden kaynaklandığını bildiklerinden ona karşı çıktılar. Onların Ebu Cehil ve yandaşlarına karşı sözleri şöyle oldu;

“Hadi oradan kendinizi ne sanıyorsunuz? Sizler Muhammed’in eline su dökemezsiniz. İçinde yaşadığımız sistem bunalımına ilişkin içimizden hiçbir kimse onun gibi çözümler getirememektedir. O’nun getirdiği çözümler daha makul ve faydalıdır. Bizi kurtaracak olan sözler onun tarafından ifade edilmektedir. Açık yüreklilikle itiraf etmeliyiz ki ona gelen öğretiyi / Kur’an’ı gizli gizli dinliyoruz, hepimiz ona ve getirdiğine büyük bir hayranlık duyuyoruz. Fakat sen sistem bunalımına çözüm konusunda herhangi bir öneri getiremiyorsun. Şirk sistemimiz geldi tıkandı. Bugün Muhammed @ bu tıkanıklığı gündeme getirdi. O getirmese yarın mutlaka bir şekilde karşımıza çıkacaktı. ……”

Onlar belki bu ifadeleri doğrudan Ebu Cehil’in yüzüne karşı kullanamasalar da kendi içlerinden bu tür düşünceler geçmişti ve muhtemelen de bu düşüncelerini diğer kişilerle paylaştılar. Mele’ler topluluğunun / meclis üyelerinin genelinin Ebu Cehil’in görüşüne katılmamaları, sapık yolda görmeleri ve aşağılamaları nedeniyle o çileden çıkar.  Kıssada bu durum iblisi rabbinin azdırması olarak ifade edilir.

Darün Nedve’nin danışma kurulu gibi çalışması ve kabile reisleri üzerinde yaptırım gücü olmaması nedeniyle Ebu Cehil kafasına koyduğunu yapacağını ve bunu yaparken de Allah elçisi ve müminleri kandırarak doğru yoldan saptırmak için her türlü yolu deneyeceğini bildirir.  Bunun üzerine Darün Nedve meclis üyeleri / mele’ler topluluğu dilediğini yapabileceğini ancak sonunda yaptıklarının cezasını azap ateşiyle çekeceğini bildirirken ‘canın cehenneme!’ diye huzurlarından kovmuşlardır. Cenab-ı Hak bu sahneyi kendisinin iblise diriliş zamanına kadar süre vermesi, iblisin insanları doğru yoldan saptırmak için sağdan, soldan, önden, arkadan yaklaşacağı, arkasından iblisin huzurdan kovulması, cehennem ile cezalandırılması temaları ile anlatır. ([2])

 

13-18- (Allah) “Öyleyse in o bulunduğun yerden, çünkü orada büyüklük taslamak senin haddin değil! Hemen çık git artık! Artık sen aşağılık birisin!” dedi. (İblis) “Yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre tanı!” dedi. (Allah) “Haydi sana süre tanınmıştır.” dedi.  (İblis) “Mademki sen beni saptırdın yemin olsun ki, ben de Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra onların önlerinden / doğrudan / açıktan, arkalarından / sinsice / dolaylıca, sağlarından / sureti haktan görünerek / haklıymış gibi göstererek, sollarından / zaaflarını ve güdülerini kullanarak onlara sokulacağım ve Sen, onların çoğunu şükredenler bulmayacaksın / beklediğini bulamayacaksın” dedi.  (Allah) “aşağılanmış ve dışlanmış olarak defol oradan! Onlardan kim sana uyarsa, ant olsun ki, cehennemi tıka basa sizlerle dolduracağım!” dedi. (Araf Suresi 13-18)

 

Darün Nedve’de yapılan konuşmalar gizli kalmadı ve Ebu Cehil’e karşı olan mele’ler topluluğundan / meclis heyetinden bazıları olan bitenlerden Hz. Muhammed’i @ haberdar etti. Ebu Cehil’in şeytani bir plan peşinde olduğu anlaşılmıştı. Bu şeytani planı kendi üzerinde oynanacağı için amcası Ebu Talib’e müşrik elebaşılarından gelecek herhangi bir uzlaşma teklifini asla kabul etmemesini ve tehditlere de asla boyun eğmemesini bildirdi. Şayet mal, mülk, makam vb. karşılığı tevhidi dünya görüşünden taviz verme karşılığı uzlaşmaya (ağaca yaklaşma metaforu) yanaşılacak olunursa işte o zaman zalimlerden olunacağını ve haklıyken kamuoyu nezdinde haksız konuma düşüleceğini de tembihledi.

 

19- Ve (sana gelince), “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskan edin, dilediğiniz yerden de yeyin ve şu ağaca / uzlaşma-sözleşme / iktidara mal-mülke / ihtişam ve debdebeye yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz” (dedi). (Araf Suresi  19)

 

Fakat bütün bu uyarılara rağmen Ebu Cehil sağdan girdi, soldan girdi, arkadan, önden ve sonunda şeytani planını uygulama ortamını yakaladı. O, Mekke müşrik kabile reislerinden bir heyet oluşturdu ve Ebu Talip’le görüşmeye gittiler. Ebu Talip’i yeğenini durdurma konusunda aciz kaldığını, şayet onun hareketini durdurma konusunda ikna edemez ise Haşimoğulları ile topyekûn mücadele edeceklerini ve bu işe boykot uygulama ile başlayacakları tehdidini savurdular.  Ama yeğeninin kendileriyle uzlaşmaya yanaşması halinde ona her türlü mal mülk ve imkânın verileceğini bildirdiler.  Uzlaşmanın Haşimoğullarına son derece faydası olacağını, bu vesileyle kabilesinin Mekke’nin en güçlü kabilesi haline geleceğini belirttiler. Aksi halde de Haşimoğullarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını bildirdiler.  Ebu Talip için Haşimoğullarının Mekke’nin en güçlü kabilesi olmak konusundaki teklif cezbedici değildi. Zira o da şirk sisteminin ve kabileciliğin karşısında idi. Fakat kabilesinin yok edilmesi şeklindeki ültimatom onun için çok kaygı vericiydi. Zira heyetin yaptığı tehdit gerçekleşirse hem kabilesini kaybedecek hem de yeğenini kaybedecekti. Tevhidi hareket yok olup gidecekti. Hangi tercihi yapacağını şaşırdı. Mekke’yi kurtaracak tek çözüm önerisi getiren yeğenini desteklemeye devam edecek olursa kendi kabilesine uygulanacak boykot ve arkasından gelecek çatışma kabilesini bitirecek yok edecekti. Böyle bir durumda yeğeni de yardımcısız ve korunaksız kalıp yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktı. Hem yeğenini korumak hem de kabilesini korumak için bu tehlikeyi göze alamadı ve uzlaşma seçeneğini tercih etmek en iyisiydi. Kendisine gelen heyete kabilesinin ileri gelenleri / mele’ler topluluğu ve yeğeni ile bu konuyu konuşacağını söyledi.

Müşrik kabile reislerinden oluşan heyet, Ebu Talip’le görüşmeden ayrıldıktan sonra Ebu Cehil hemen uzlaşmanın gerçekleştiği yalan haberini tüm Mekke’ye yaydı. Asparagas habere göre kabileciliğe dayalı mevcut şirk sistemine dokunmamak ve tevhidi dünya görüşünden vazgeçmek kaydıyla Hz. Muhammed @ Mekke’nin başkanı olacaktı. Ebu Cehil bir taraftan da yalan haberi çok hızlı bir şekilde Habeşistan’daki hicret etmiş müminlere kadar ulaştırdı. Oradaki müminler Mekke’de uzlaşmanın sağlandığı yalan haberini alır almaz geri dönmek için yola koyuldular.

Ebu Talip, heyet gittikten sonra durumu müzakere etmek üzere kabilesinin ileri gelenleri / mele’ler topluluğu / aksaçlıları / ihtiyarlar heyetini toplantıya çağırdı ve onlarla konuyu istişare etti. Onlar kabilelerinin boykota uğratılmasını ve arkasından Mekke’den sürülüp çıkarılmasını ya da yok edilmesini göze alamayacakları konusunda görüş bildirdiler. Diğer taraftan tıpkı Âdem @ kıssasındaki gibi ağaca yaklaşıp ve meyvesinden tatmaları gibi uzlaşmaya yanaşırlarsa kabileleri Mekke’de ebedi kalacakları ve Mekke’nin en üstün kabilesi haline geleceklerdi. Şeytanın ağacın yasaklanma sebebi olarak onların cennetin kralı olmalarını veya orada ebedi kalmalarını Rablerinin istememesine bağlaması metaforunda olduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın uzlaşmayı yasaklama sebebini Ebu Cehil şeytanının Haşimoğullarının Mekke’nin kral kabilesi ve Mekke’nin ebedi yerleşimcisi olmasını istememesi olarak onlara yorumlamıştı. Cenab-ı Hak, daha önce ne kadar uyarıda bulunmuş olsa da Haşimoğulları uzlaşma yasağına uymadıkları takdirde içinde yaşadıkları ortamı terke mecbur kılınıp cennet metaforundaki yurtlarından çıkarılmaları tehdidiyle karşı karşıya kalmaları nedeniyle bir tercih yapmak zorunda kaldılar. Ya uzlaşma yasağını çiğneyip (ağaca yaklaşma yasağını çiğneme metaforu) uzlaşmaya yanaşacaklar ve Mekke’de yurtlarında kalıp normal yaşamlarına devam edecekler veya Rabblerinin emrine uyup asla müşrik sistemle uzlaşmayacaklar ve bu durumda da Mekke’deki yaşamlarına elveda demek zorunda kalacaklardı. Çünkü ilahi öğreti “asla uzlaşmayın” derken Ebu cehil şeytanı elinde uzlaşma teklifi ile gelmiş şayet kabul etmez iseniz size önce boykot uygularız sonra da Mekke’den sürer çıkarırız diye tehdit ediyordu. Şayet uzlaşma teklifini kabul edecek olurlarsa Hz. Muhammed’in @ Mekke’ye başkan olması ve böylece Haşimoğullarının da Mekke’nin başkanının kabilesi olması nedeniyle aynı saltanatı paylaşacağı gibi bir cazibesi de vardı. Ebu Cehil bu noktada “muz ve sopa” siyaseti güderek Şeytani karakterini ortaya koymuştu. Böylece Haşimoğullarının aksaçlıları uzlaşma yanlısı oldukları yönünde görüşlerini bildirdiler.

 Ebu Talip çok zor durumda kalmıştı. Bir tarafta kabilesi diğer tarafta yeğeni. Durumu yeğeni Hz. Muhammed@ ile de görüşmek için onu çağırtıp müşrik kabile reislerinin teklif ve tehditleri ile konu hakkında Haşimoğulları ileri gelenlerinin görüşlerini kendisine bildirdi. O yeğenine “hem kendisine hem kabilesine acımasını, bu baskı ve şiddete güç yetiremeyeceğini, ültimatom verilen hususların gerçekleşmesi halinde bunun altından kalkamayacağını bildirerek uzlaşmaya yanaşmasını” istedi.

Hz. Muhammed @ amcasının bu sözlerinden Ebu Cehil şeytanının yaptığı tehditlerin sonuç verdiğini ve amcasının bu tehditlerle ve kabilesinin de kendisini desteklememesi nedeniyle fikir değiştirdiğini gördü ve şu meşhur sözleri söyledi;

“Ey amca! Vallahi, bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı sol elime koysalar da Allah tevhidi dünya görüşünü üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam!"

 Bu sözler Ebu Talib’e cesaret vermenin yanında aynı zamanda amcasının oyuna geldiğini Ebu Cehil’in şeytani planına kandığını da ifade ediyordu. Ebu Cehil ve ekibinin yaptığı tehditlerin Haşimoğullarının üzerinde yarattığı korkunun Ebu Talip üzerinde yarattığı olumsuz etki de düşünüldüğünde Ebu Talip’in bu oyuna gelmesinin çok normal olduğu düşünülmelidir.

Habeşistan’a kadar yayılan bu asparagas haber yüzünden muhacirler Habeşistan’dan geri döndüler ve hemen Mekke müşrik kabile reislerince tutuklandılar. Dahası Ebu Cehil şeytanının bu başarısının arkasından yaptığı tezvirat çok daha kötüydü. Çünkü Ebu Cehil’in yaptığı propaganda da “Hz. Muhammed ve kabilesinin davası iktidara gelmekmiş(!) mevcut sistemde başkanlığı kabul ettiler. (!) Onların derdi bütün kabileleri kendilerine bağlamak ve başa geçmekmiş(!), bize inanmıyordunuz ama şimdi anladınız mı? ….. vb.” tezviratlar yer almaktaydı.

Yapılan tezviratlar Mekke kamuoyunda etkisini gösterdi ve halk, Hz. Muhammed’in @ peygamberlik, vahiy ve tevhidi dünya görüşü gibi iddialarının Haşimoğullarının Mekke’ye egemen olmak için çıkardıkları şeyler oldukları şüphesine düştü. Halk gözünde Hz. Muhammed @ ve Haşimoğullarının zaaflarını ve çirkinliklerinin ortaya döküldüğüne inanılmaya başlandı. Ebu Cehil yaptığı hile ile çok önemli bir siyasi zafer kazanmıştı.

Hz. Muhammed @ Haşimoğullarının mele’ler topluluğunu / aksaçlılarını topladı ve onlara; “Beğendiniz mi yaptığınızı? Cenab-ı Hak, hepimizi Ebu Cehil şeytanı hakkında uyarmadı mı? Onların şeytani bir plan peşinde olduklarını, asla iyi niyetli olmadıklarını ve düşmanca hareket ettiklerini bu nedenle de onlardan gelecek tekliflere asla sıcak bakılmaması gerektiği hususunda uyarmadı mı?” diye onları sıkıştırdı. Haşimoğullarının aksaçlıları / ihtiyar heyeti çok büyük bir hata yaptıklarının farkında olmakla birlikte kendilerini savunmak için yapma niyetinde oldukları uzlaşma anlaşmasının kendilerine getireceği katkılardan bahsetmeye çalıştılar. (Cennet yapraklarından üstlerini örtme çabasına bir metafor.) Fakat Hz. Muhammed @ onlara ileri sürdükleri mazeretlerin hiçbirinin geçerliliği olmadığını zira gerçekten kabilecilik mantığıyla hareket ederek tercihlerini yaptıklarını, böylece ayıp / çıplak yerlerinin açığa çıkması gibi mala, mülke, servete ve kabilelerinin üstün olması arzu ve istekleriyle çirkinliklerinin açığa çıktığını belirtti. Ayrıca ileri sürülen hiçbir mazeretin Mekke Kamuoyunda oluşan aleyhte algıyı değiştirmeyeceğini belirtmesi üzerine onlar çok büyük hata yaptıklarını kabul ettiler. (Çıplaklıklarını / ayıplarını fark etmeleri metaforu.) Ebu Talip yeğeni Hz. Muhammed@ e her ne derse haklı olduğunu, bundan sonra böyle bir hata yapmayacaklarını ve daima kendisinin yanında yer alacaklarını şöyle ifade etti “"Gel ey kardeşimin oğlu Gel! Şimdi istediğini söyle, istediğini yap!  Vallahi biz seni hiçbir zaman onlara teslim etmeyeceğiz ve onlarla bir daha hiçbir pazarlığa girmeyeceğiz!” dedi.

 

20-22- Derken o (şeytan), onların farkında olmadıkları çıplaklıkları/ eksiklikleri / zaafları / kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini / kötü karakterlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek / melik / kral olursunuz ya da (burada) ebedi kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan / uzlaşmaktan-sözleşmekten / iktidardan, maldan-mülkten/ ihtişam ve debdebeden men etti” dedi. Ve “Elbette ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. (Karşılıklı sözleştiler) Böylece onları aldatarak zillete düşürdü. Ağacı / uzlaşmaya- sözleşmeye / ihtilafların halline   / iktidara / mal-mülke / ihtişam ve debdebeye doğru adım atınca / yanaşınca / tadınca, eksiklikleri / açıkları / çıplakları / çirkinlikleri kendilerine belli oldu ve topladıkları cennet yapraklarından üst üste yamayıp üzerlerine almaya başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben sizi o ağaçtan / iktidardan / uzlaşmaktan- sözleşmekten / maldan-mülkten / ihtişam ve debdebeden men etmedim mi ve size, ‘Bu şeytan kesinlikle sizin için apaçık bir düşmandır’ demedim mi?” (Araf Suresi 20-22)

 

Haşimoğulları Ebu Cehil’in tehdidine boyun eğip uzlaşma yaptıkları takdirde kabilelerinin zarar görmekten kurtulacaklarını ve Mekke’nin en üstün kabilesi olacaklarını sanmışlardı. Fakat uzlaşmaya / anlaşmaya yanaştıktan sonra asıl o zaman yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldıklarını anladılar. Zira esas şimdi Mekkeliler kendilerine cephe almışlardı. Şimdiye kadar çok başarılı bir şekilde yürütülmüş tevhidi dünya görüşü hareketi bu hata nedeniyle kamuoyu desteğini bir süreliğine de olsa yitirmişti. Peygamberimiz yanlış yapıldığını ve her ne pahasına olursa olsun bir daha böyle bir yanlışa düşmemek hususunda kendi kabilesinden söz alır. Haşimoğulları da yanlış yaptıklarını açık yüreklilikle kabul ederler ve Hz. Muhammed’i @ her halükârda koruyacaklarını beyan ederler. Hz. Muhammed’in @ ne yaparsa yapsın ve ne pahasına olursa olsun arkasında olmaya söz verirler. (Cenab-ı Hakk’a yönelerek bağışlanma dileme ve kusurlarını örterek bir şans vermesini dilemesi metaforu)

Uyarılara rağmen işlenen bu hata nedeniyle peygamberimizin hareketi artık belli bir süre yükseliş trendini kaybedecektir. Bunun arkası da tehdit edildikleri gibi boykota uğramak olacaktır. Çünkü kamuoyu desteğini kaybeden Haşimoğullarına boykot uygulamak kolaylaşmıştır. Artık ister mümin olsun isterse olmasın Haşimoğulları mensupları boykot ile çetin bir mücadelenin içerisine gireceklerini görüyorlardı. Tıpkı Âdem @ kıssasındaki cennetten iniş metaforunda olduğu gibi Haşimoğulları artık Mekke’de iskân ettikleri yerlerden sürüleceklerdi. Mekke’deki üstün mertebelerini de kaybedeceklerdi. Ebu Talip tepesine sürgüne gönderilecekler ve boykota tabi tutulacaklardı. Bu hata nedeniyle Hz. Muhammed @ ve taraftarları bir süre daha Mekkeli müşrik şeytanlarla mücadele etmeleri gerekecektir. (Birbirleri ile düşman olma metaforu) Bu şehirde bir süre daha kalınacak, bir kısmı ise bu şehirde ölecek, ekonomik olarak perişan olacak ve bir süre sonra da bu şehirden çıkarılacaktı.  Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın Âdem kıssasında insanoğlunu yeryüzüne gönderip de orada yaşayıp, mücadele edip, orada ölüp sonunda da oradan çıkarılacağını haber vermesi gibi.

 

23-25- (Onlar) “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak kaybedenlerden oluruz!” dediler. (Allah) “Birbirinize düşman olarak alçalın / inin o makamdan! (Bundan böyle) sizin için yeryüzünde / ülkede bir süreye kadar kalmak ve faydalanmak vardır” dedi. (Allah) “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız” dedi. (Araf Suresi 23-25)

 

7.4. Boykota Karşı Direnişe Hazırlık

Mekke müşrik şeytanları, peygamberimize karşı ilk defa siyasi bir zafer kazanmanın sarhoşluğu içerisindedir ve Darün Nedve’nin ılımlı aksaçlı üyelerine karşı kendi kabiliyetlerini ispat etmişlerdir. Hz. Muhammed @ ve taraftarları açısından çok büyük bir prestij kaybı söz konusudur. Bu prestij kaybının telafi edilmesi ve başka hatalara, yanlışlara düşmemek için Cenab-ı Hakk’ın rehberliğine / yol göstericiliğine ihtiyaç vardır.

Hz. Muhammed @ taraftarlarının müşrik elebaşları ile yapacakları çetin mücadele için yetiştirilmeleri gerekiyordu. Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde bu mücadelede gerekli olan donanıma ilişkin ilkeleri içeren ayetlerini inzal eder. Bu ayetlerde, arzulara göre hareket edilmemesi gerektiği ve ne kadar sıkıntı, acı ve çileye sebep olsa da vahye tabi olmak gerektiği bildirilir. Bundan sonra hataya düşmemek ve dış etkenlerden korunmak için Vahiy elbisesinin / takva elbisesinin giyilmesi gerektiği belirtilir. (Ayıpları, kusurları örtecek elbisenin indirilmesi metaforu). Dahası nasıl ki giyinilen elbiseler aynı zamanda süslenme ve güzel görünme aracıysa, tekrar kamuoyunda güzel görünmenin ve onların nezdinde itibarlı hale gelmenin yolunun vahiy elbisesinin kuşanılması olduğu bildirilir.

 

26- Ey Âdem oğulları! Size çirkinliklerinizi / ayıplarınızı / çıplaklığınızı örtecek / eksiklerinizi giderecek giysi, süslenecek / sizi daha donanımlı / gösterişli / güzel kılacak elbise indirdik. İşte takva elbisesi; o, daha hayırlıdır. İşte bu, düşünüp öğüt alırlar diye Allah’ın ayetlerindendir. (Araf Suresi 26)

 

Cenab-ı Hak, yaşanan bu kötü tecrübe ve yanlış siyasetin Haşimoğulları ileri gelenlerinin vahiy elbisesinin öngördüğü prensibe uymamasından kaynaklandığını bildirir. Onların vahyi prensiplerden soyunup kendi heva heveslerine uymaları sonucunda Ebu Cehil şeytanının onları kamuoyu nezdinde kötü, çirkin göstermesine fırsat verilmişti.  Nasıl ki Şeytan Hz. Âdem ve eşini aynı şekilde kandırıp elbiselerini soydurdu ve ayıp yerleri ortaya çıktıysa, bu olayın benzeri şimdi Haşimoğullarına Ebu Cehil şeytanı tarafından yaşatılmıştır. Böylece Hz. Muhammed @ ve Haşimoğulları kamuoyunda kötü niyetli olarak gösterilmiştir.

Buna karşı Cenab-ı Hak da müminlere ve Haşimoğullarına aşağıdaki uyarılarda bulunur;

                               

“Eğer sizler vahyin rehberliğine değil de kendi arzu ve heveslerinize göre hareket edecek olursanız, karşınızdaki Ebu Cehil gibi şeytanlar sizi kötü karakterli, aşağılık, kirli ve çirkin gösterir. (Hz. Adem’in @ elbiselerinden soyulması ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırma metaforu) Sizi üstün kılan temiz, dürüst, doğru, ahlaklı, şahsiyetli ve donanımlı karakterlerinizi soymak ve onların yerine sizin kendileri gibi ahlaksız, şerefsiz, haysiyetsiz, yalancı, sahtekar, düzenbaz, vb. çirkin ve eksiklik ifade eden karakterlere sahip göstermek için ellerinden geleni yaparlar.  O sebeple sakın vahiy / takva elbisesinden vazgeçmeyin kendinizi daima vahiy / takva ile koruyun. Aksi takdirde onlar sizin sürekli boşluğunuzu arar dururlar ve bir boşluk yakalarlarsa oradan sizi ayartırlar. Onların sizin bilemeyeceğiniz, kapsamına muttali olamayacağınız çeşitli şeytani planlarının oldukları (Ebu Cehil şeytanı ve kabilesinin Haşimoğulları’nı gizli gizli sürekli izlemesi metaforu) ve bunları ancak vahyin rehberliğinde aşılabileceği bildirilir.”

 

27- Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, kendi çirkinliklerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de bir fitneye düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanlara veliler (yol gösteren, yardım eden ve koruyan yakınlar) yaptık. (Araf Suresi 27)

 

Ebu Cehil şeytanının yapmış olduğu hareket aslında çok iğrenç bir hareketti. Hz. Muhammed @ kendisine çirkin ve iğrenç bir oyun oynanmaya çalışıldığını Mekke halkına duyurunca Ebu Cehil ve ekibi kendisini şöyle savundu; “Bunda bir kötülük yok. Haşimoğulları’nın ileri gelenleri kabilelerinin geleceğini düşündü ve uzlaşmayı kabul etti. İnsanların kendi kabilesinin menfaatini düşünmesinden daha doğal ne olabilir? Bu Allah’ın emrettiği ilahi bir kuraldır. Geçmişten beri bu hep böyle olmuştur. İşte şirk sisteminin doğru olduğu buradan çıkıyor.”

Cenab-ı Hak, ise inzal ettiği müteakip ayetlerde Ebu Cehil şeytanının iddia ettiği şeyin yanlış olduğunu, put haline getirilmiş kabileciliğin iğrenç ve kötü olduğunu ve kendisinin de böyle kötülük ve iğrençliği asla emretmediğini bildirdi. Kendisinin hakkı, hukuku ve adaleti emrettiğini belirttiği gibi müşriklerin kendi arzu ve heveslerinin istediği kötü şeyleri meşrulaştırmak için Allah emretti diye kendisine iftira attıklarını da bildirdi.

Allah için yapılacak her eylemde Allah’a gönülden bir sadakatle / samimiyetle / doğrulukla hareket edilmesi, O’nu yüreğinin derinliklerinde hissedilmesi ve O’nun öğretilerine bağlı kalınmasını belirtti. Sonunda ise Kendisine dönülüp hesap verileceğini bildirdi.

Bu ayetlerde Ebu Cehil Şeytanının iddia ettiği gibi kabilecilik ve şirk sisteminin Allah’ın emrettiği bir yönetim tarzı olduğunu kabul edenlerin sapıklığı hak ettikleri bildirilirken aslında Ebu Cehil’in propagandasına iştirak edenlerin niyetlerinin de bozuk olduğu vurgulanır. Diğer taraftan iyi ve kötüyü ayırt edebilenlerin Allah’ın yolunu seçtikleri ifade edilir.

 

28-30- Onlar bir kötülük / iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, dolayısıyla bunu bize Allah emretmiştir” derler. De ki: “Allah kötülüğü / iğrençliği emretmez. Yoksa Allah’ın size emrettiğini bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı atfediyorsunuz?” De ki: “Rabbim adaleti / doğruluğu / hakkı emretti. O halde siz Allah için giriştiğiniz her eylemde (Her mescitte dini sadece O'na ait kılarak) bütün varlığınızla O’na yönelin ve dini / sisteminizi / yolunuzu yalnız O’na has kılarak ta yürekten yalvarın. Başlangıçta sizi yarattığı gibi sonunda yine O’na döneceksiniz.”  (Allah) Bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık hak oldu; çünkü onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları, dost edindiler. Üstelik de doğru yolda olduklarını sanarak. (Araf Suresi 28-30)

 

Mekke müşrik elitler siyasi bir zafer sarhoşluğu ile Haşimoğulları’na boykot / muhasara yapmaya hazırlanıyorlardı. Çünkü uzlaşma teklifleri Haşimoğulları tarafından kabul edilse de Hz. Muhammed @ tarafından kabul edilmemişti. Ebu Talip’in önderliğinde Haşimoğulları da şimdi Hz. Muhammed’in @ yanında duruyorlardı. Onlar onu her halükârda destekleyeceklerine de ant içmişlerdi. Bu nedenle Mekke müşrik elitleri tehdit ettikleri boykotu gerçekleştirmek için harekete geçeceklerdi.

Uygulanacak boykot ile Haşimoğulları ile diğer kabileler arasındaki tüm ticari ve insani ilişkiler kesilecekti. Onlara yiyecek, giyecek, her türlü eşya ve mal satışları yasaklanacaktı. Hatta evlilik ilişkileri de boykot kapsamında idi. Birlikte yaşanılan şehir halkından bazı kesimlere böyle bir boykotun yapılması son derece yanlıştı.  Mekke gibi Haram / Serbest bir bölgede böyle bir uygulamanın yapılması ise iki kat yanlıştı. Çünkü Hz. İbrahim’in Kabe’yi inşa etme amacı hukuksuzluktan kaçan insanların bu bölgede toplanarak emniyet, güven, barış ve hukuk içerisinde yaşamasıdır. O nedenle Mekke haram / serbest bölgedir. Yani bu bölgede cana, mala, ırza tecavüz edilemez, insanların yaşam haklarına büyük hürmet vardır. İnsanlar ihtiyaçlarını serbestçe ve güven içerisinde temin ederler. Ticaretlerini bu serbestlik ve güven içerisinde gerçekleştirirler. Allah’ın verdiği tüm temiz rızıklar, ziynetler ve eşyalar burada serbestçe alınır satılır. Bundan kimse mahrum edilemez ve kimseye yasaklanamaz. Bu bölgede sadece israf / aşırı gitmek, sınırları aşmak, hakka tecavüz etmek, kötülüğü ve çirkinliği aramak yasaktır.

Mekke’nin (Kabe’nin) statüsü ve kuruluş amacına yönelik bu hatırlatma ile asıl yanlışın bu nimetleri Haşimoğulları’na yasaklayacak olan ve / veya yasaklama tehdidini yapan Ebu Cehil gibi şeytanlarınca işlenmekte olduğu ortaya konulmalıydı.

Şayet bu boykot uygulanacak olursa bunun Mekke’nin Haram Bölge statüsüne darbe vurulması olacaktı. Mekkelilere en büyük kötülük bu boykot darbesi ile yapılacaktı.

Allah’ın insanlar için yarattığı her türlü yiyecek, giyecek, içecek, eşya, bilgi vb. rızık ve ziynetlerden insanları mahrum etmenin / yasaklamanın kimsenin haddi olmadığı ilan edilerek boykotun çok yanlış olduğu ve bu işin sonunda (kıyamette) asıl boykotçuların bu nimetlerden mahrum kalacaklarının tehdidi müteakip ayetlerle yapılır.

 

31-32- Ey Âdem oğulları! Mescidlerde ziynetlerinizi (elbise, takı, binit, eşya) takının ve yiyin-için fakat israf etmeyin. Muhakkak ki Allah israf edenleri sevmez. De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram / yasak edebilir?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında müminler içindir –kıyamet gününde yalnız onlara has olmak üzere–.” İşte böylece Biz, ayetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (Araf Suresi 31-32)

 

Daha sonra ki ayetlerde Cenab-ı Hak, asıl yasaklanması gereken şeyin, gizli ve açık her türlü günahı irtikap etmek, başkasının malına haksız olarak göz dikmek, halkı aldatıp kandırma iğrençliklerini işlemek, üstelik bu tür çirkin eylemleri kendisinin emrettiğini söyleyerek kendisine iftira atmak, O’na ortaklar koşmak ve kendi kafalarından kutsallıklar uydurmak olduğunu bildirdi.  Fakat müşrik elebaşılar yasaklanması gereken bu şeyleri şirk sistemi ile meşru hale getirip rahatlıkla işliyorlardı.

Cenab-ı Hak onların işledikleri bu suçlar nedeniyle sonlarını hazırladıklarını ifade eder. Her ümmetin bir ecelinin olduğunu ve bu tür günahlar nedeniyle yıkılma zamanları / ecelleri geldiğinde bir an bile gecikmeksizin yıkılıp gideceklerine vurgu yaparken Mekke şirk sisteminin de sonunun mutlaka geleceğine işaret etti. Ayetlerini kendilerine okuyan Resulüne uyarak kendini düzelten ve takva sahibi olanların ise tevhid sistemi kurulduğu zaman üzülmeyeceklerini ve korku duymayacaklarını bildirdi. Fakat kim de kibir / gurur yapar da Allah Resulünü inkâr ederse o kişinin her iki cihanda da azap ile cezalandırılacağını da bildirdi.

 

33-36- De ki: “Rabbim, sadece iğrençlikleri; onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere başkasının malına göz dikmeyi, haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmanızı ve hakkında bilmediğiniz şeyleri Allah’a iftira etmenizi yasaklamıştır.” Her ümmet (toplum) için bir ecel (süre) vardır. Onun için ecelleri geldiğinde ne bir an erteleyebilirler ne de öne alabilirler. Ey Âdem oğulları! Size, aranızdan, ayetlerimi anlatan elçiler geldiğinde, kim sorumluluk bilinciyle hareket eder ve kendini düzeltirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de.  Ama ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayanlar ise, işte onlar ateş ashabıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. (Araf Suresi 33-36)

 

Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde boykot tehdidinde öncülük yapan, onlara engel olmadığı gibi kendini onlara katılmak zorunda hissedenlere yönelik şiddetli uyarılar yaptı. Bu uyarılar ahirette karşılaşılacak ceza sahneleri ile korkutularak yapıldı. Söz konusu cezalandırma sahneleri aynı zamanda Mekke’li müşriklerin gelecekte başlarına gelecek toplumsal kıyametlerinde yaşayacakları sahnelerdi.

Boykotun bayraktarlığını / önderliğini yapan müşrikler ile onlara uyup boykota katılan müşrikler hem gelecekteki toplumsal kıyamette hem de ahiretteki kozmik kıyamette karşılaşacakları azap sırasında birbirlerini suçlayacaklar ve boykot bayraktarlarına uyan müşriklerin kendilerini kurtarmak için Ebu Cehil gibi boykot önderlerini suçlayacakları ve onlara lanet okuyacakları sahnesi anlatıldı. Fakat o suçlamaların kendilerini azaptan kurtarmayacağı da ifade edildi. Çünkü onlar aslında boykotçulara karşı koyabilecek iken karşı olmayı göze alamayıp suça iştirak etmişlerdi.

Yapılan uyarılar ile boykota gönülsüz olanların en azından gelecekte karşılaşacakları cezadan korkarak boykota iştirak etmemeleri sağlanmaya çalışıldı. Ama iştirak edecek olurlarsa bu işin şakasının olmadığı da vurgulanmış oldu.

 

37-41- Öyleyse, Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kitap’ta yazılan nasipleri onları bulacaktır. Resullerimiz, canlarını almak üzere onlara gelince; “Hani, nerede Allah'tan başka yardım istedikleriniz?” diyecekler. Onlar ise, “Bizi yüzüstü bıraktılar!” diye karşılık verecekler ve inkârcı olduklarına, bizzat kendileri tanıklık edecekler. (Allah onlara,) “Size önderlik eden / sizi sürükleyen (Ebu cehil gibi şeytanlar grubu) insden (tanıdığınız, ünsiyetiniz olan) ve cinnden (tanımadığınız, yabancı, ecnebi) toplumların arasına katılarak ateşe girin!” diyecek. Her toplum girdikçe kardeşine / yandaşına / yoldaşına lânet edecek. Nihayet hepsi oraya toplandığında, izleyenler / tabi olanlar önderler / öncüler / boykot bayraktarları hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten iki kat azap ver” diyecek. (Allah ise) “Herkese iki kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” diye cevap verecek. Bu kez önderler / öncüler / boykot bayraktarları, kendilerini izleyenlere / tabi olanlara “İşte gördünüz, sizin bizden bir farkınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” diyecekler. Şu, ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün (yüce alemlerin) kapıları açılmayacak ve halat (ya da deve) iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de ateşten örtüleri vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi: 37-41)

 

Cenab-ı Hak, ahiret yurdunun diğer sahnesinde ise müminlere ve boykota maruz kalan Haşimoğullarına, karşılaştıkları zulüm ve mahrumiyetin karşılıksız bırakılmayacağını ve çok büyük mükafatla ödüllendirileceğini anlattı. Bu ödül aynı zamanda Hz. Muhammed’in @ yanında yer alanlara bu dünyada verilecek ödülün de müjdesidir.

Ayetlerin devamında Cenab-ı Hak, Ahiretteki cennette yaşanacakları örnek vererek Hz. Muhammed @ yanlılarının kuracakları medeniyette dünya cenneti misali müminlerin kalpleri Cenab-ı Hakk’ın kılavuzluğu ile kabilesel ve kişisel kıskançlıklardan, hasedden, kin ve garazdan, hainliklerden temizlenerek kardeşliğe, tevhide, barış yurduna kavuşulacağını müjdeler.

Anlatılan bu sahnelerde, boykotla her türlü nimetten mahrum bırakılanlar ahirette boykotçulara tabi olanlarla alay edecekler ve adeta “nasılmış, kim haklıymış?” diyecekler. Boykotçulara tabi olanlar ise çok büyük bir pişmanlıkla boykot önderlerine / Ebu Cehil gibi iblislere lanet edecekler. İşte bunların hepsi hem bu dünyada hem de ahirette yaşanmış ve yaşanacaktır.

 

42-45- Fakat kim iman eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa –ki Biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz– işte onlar cennet ehlidir ve onlar, orada ebedi olarak kalıcıdır. Onları içlerine işlemiş kötü duygu ve düşüncelerden tamamen arındıracağız. Onların altlarından ırmaklar akacak. (Ve onlar,) “Bize bunun için rehberlik eden Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bize rehberlik etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir” diyecekler. Onlara seslenilir: “İşte size yaptığınız iyiliklere karşılık mirasçısı olduğunuz Cennet!” Cennet halkı ateş halkına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçekleşmiş olarak bulduk. Peki, siz Rabbinizin size vaat ettiğini gerçekleşmiş olarak buldunuz mu?” diye seslenecekler. Onlar, “Evet” diyecekler. İçlerinden bir münadi haykıracak: “Allah lanet etsin tüm zalimlere! O zalimler ki insanları Allah’ın yolundan çevirirler ve onu çapraşık, dolambaçlı, zor göstermeye çabalarlar; üstelik onlar ahireti de inkâr ederler!” (Araf Suresi 42-45)

 

Haşimoğullar ve müminler ise boykota karşı şanlı bir direniş sergileyeceklerdir. Öyle ki henüz iman etmemiş fakat müminlerin haklı olduklarını bilen kararsızlar /a’raftakiler / ortadakiler onlara gıpta edeceklerdir. Ayrıca mümin olmasalar da müşriklerin Haşimoğullarına ve müminlere yapacakları boykota gönlü razı olmayan, onların bu girişimlerini yanlış bulan ama elinden de bir şey gelmeyen araftaki Mekkelileri inkârcı müşrik Mekkelilerden ayrı tutmak gerekiyordu.  Onlar korktuğu içinde müminlerin yanında yer almıyorlardı fakat müminlerin ve Haşimoğullarının onurlu direnişlerine de imreniyorlardı. Onlar diğer inkarcılardan farklıydı. Onlar müşrik elitlerin Haşimoğullarına ve müminlere yapacakları boykotun çok yanlış ve Mescid-i Haramın statüsüne aykırı olduğunu ve bu boykotun sonunun iyi olmayacağını biliyorlardı. Aslında bu boykotçu ileri gelenlerle beraber olmak ve onlarla birlikte bulunmak da istemiyorlardı. Arada kalmış bu kimselerin hem dünyadaki gelecekleri hem de ahiretteki akıbetleri yine kıyamet sahneleri ile tasvir edilir. Onlar sonunda Hz. Muhammed @ ve müminlerin yanında olmayı ve müşriklerden uzak olmayı tercih edeceklerinden dolayı hem bu dünya da hem de ahirette huzura, barışa ve cennete kavuşacakları müjdelenir.

Cenab-ı Hak, araftakiler ayırdımı ile toplumda iyi ve kötüyü ayırt edebilen ama birtakım nedenlerle iyilerin yanında da yer alamayan insanları, toptancı bir anlayışla kötülerin arasına itmemeye ve onları kazanmaya çalışan müthiş bir stratejiyi Hz. Muhammed @ ve yanlılarına öğretti.

 

46-49- Aralarında da bir perde vardır. A’raftaki / ortadaki / iyilerle kötüleri ayırt edebilmiş kimseler, her iki kesimi de simalarından (belirtilerinden) tanırlar. Ve bunlar (a’raftaki kimseler), cennete girmek için can attıkları halde henüz girmemiş olmakla birlikte cennet halkına da “Selâm olsun size!” diye sesleneceklerdir. Gözleri ateş halkına çevrilince, “Rabbimiz! Bizi bu zalimlerin arasına katma” diye yalvaracaklar. A’raftaki / ortadaki / iyilerle kötüleri ayırt edebilmiş kimseler, simalarındaki belirtilerinden tanıdıkları kimselere seslenip, “Kalabalığınız ve büyüklenmenizin sebebi olan şeyler (malınız, mülkünüz, gücünüz,..) size hiçbir yarar sağlamadı, işte şunlar (müminleri işaret ederek) bir zamanlar “Allah rahmetini onlara asla ulaştırmaz!” diye yemin ettiğiniz kimseler değiller mi?”  diyecekler ve kendilerine “Girin cennete! Sizin için gelecek endişesi yok, geçmiş dolayısı ile de hüzün duymak da yok!” denilecek.( Araf Suresi: 46-49)

 

Cenab-ı Hak, bir diğer kıyamet sahnesini anlatırken Mekkeli müşrik elitlerin Haşimoğullarına ve müminlere reva görecekleri boykotun aynısı ile kendilerinin ahirette karşılaşacaklarını tasvir eder ve müminler ile Haşimoğullarına ise cennet nimetlerinin sunulacağını bildirir.

Ayrıca peygamberimizin vaad ettiği toplumsal kurtuluş / diriliş / azap gününün hemen olmasa da mutlaka geleceğini ve bu nedenle önemli olanın o gün için hazırlıklı olmak gerektiği müteakip ayetlerde vurgulanır.

 

50–53-Ateş halkı, cennet halkına şöyle seslenecek: “(Ne olur) üzerimize biraz su dökün!” veya “Allah’ın size bahşettiği rızıklardan bize de verin”. Onlar ise, “Allah, dinlerini oyun ve eğlenceye çevirip dünya hayatının cazibesine aldanan inkârcılara suyu da yiyecekleri de yasaklamıştır!” diye cevap verecekler.  Dahası onlar nasıl bugünle karşılaşacaklarını umursamadılar ve mesajlarımızı bile bile inkâr ettilerse, Biz de bu gün onları dikkate almayacağız. Zira Biz onlara, inanmaya gönüllü bir toplum için, bir yol haritası ve rahmet olarak, tam ve kesin bir bilgiye dayalı izahlarımız bulunan bir Kitap iletmiştik. (Şimdi) onlar ille de onun verdiği haberlerin hemen gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Onun gerçekleştiği gün geldiğinde, önceleri onu dikkate almayanlar, “Doğrusu Rabbimizin elçileri bize hakikati söylemiş. Acaba şimdi bize şefaat edip bizi kayıracak birileri var mı? Veya geri gönderilip de yaptıklarımızdan başkasını yapabilir miyiz?” diyecekler. Doğrusu onlar işte böyle kişiliklerini yitirecekler ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakacak. (Araf Suresi 50-53)

 

Hz. Muhammed @ yanlılarının morale ihtiyacı vardır. Zira Habeşistan’a yapılan hicret başarılı olmuşken müşrik elitlerin yapmış oldukları siyasi bir manevra ile yanıltılarak tekrar Mekke’ye geri dönmeleri onların morallerini son derece bozmuştur.

Toplumsal devrimin / dönüşümün ne zaman gerçekleşeceği, Cenab-ı Hakk’ın vaadini ne zaman yerine getireceği hususlarındaki tereddütlere cevaplar verilmesi gerekmektedir. Bu tereddütleri gidermek ve moral vermek için Cenab-ı Hak, yerleri ve gökleri aşama aşama belli bir süreçte yarattığını ve sonra da yarattığı kâinatı kontrolü altına aldığını belirtti. O bu benzetme ile tevhidi dünya görüşüne dönüşümün aşama aşama olacağını ve sonunda da ilahi öğretiye dayalı tevhit sisteminin bütün topluma hâkim olacağını anlatır. Zaferi hemen vermemesinin hikmeti olarak, hareketin belirli aşamalardan geçerek olgunlaşması gerektiğine işaret edilir.

Güneş, ay ve yıldızların O’nun emrine amade olması misali bütün beşerî otoriteleri de emrine amade kılabilecek güç ve kudrete sahip olan Alemlerin Rabbinin her şeye hâkim olduğunu ve son derece de cömert olduğu belirtilir. Bu nedenle de müminlerin güvenmeleri ve dua / niyazla O’na yönelmeleri gerektiği ifade edilir. Ayrıca müminler O’nun verdiği söz / vaat yerine gelince yani ülkede dirlik, düzenlilik ve birlik sağlanıp toplum ıslah edildikten sonra sakın bozgunculardan olmamaları konusunda uyarılırlar.

 

[1]) Utbe bin Rebia’nın Resulullahın tevhidi dünya görüşünü tüm Mekke’nin kabul edip arkasından gidilmesini, başarırsa bu başarının Mekke’nin başarısı olacağı, şayet yenilirse o zamanda bu beladan kurtulmuş olacakları şeklindeki teklifine atıfla (A.A)

[2]) NOT: Kıssanın ayetlerdeki anlatımına dikkat edilecek olursa konuşan şahısların isimleri zikredilmez. Yeni konuşanların kimlikleri gizlenir. Böylece kıssa benzer olaylara çok rahat bir şekilde metafor yapılabilir. Sözlü kültürün anlatım şekli olan kıssa anlatımı tekniği ile Cenab-ı Hak, o dönemde olan olayları çok veciz ve edebi bir şekilde Hz. Adem kıssası metaforunda anlatmıştır. (A.A)

Hatta şu uyarılarda eklenir; “Sadece kendi toplumunuzu ıslah etmeyeceksiniz başka diyarlara da gidip diğer toplumları ıslah etmek üzere O’nun size gönderdiği öğretiyi taşıyacaksınız ve bu ilahi öğretiyi onlara öğreteceksiniz. Böylece oralara da rahmet olacak çevrenizdeki ölü toplumları da bu rahmetle dirilteceksiniz. Tıpkı rüzgârın yağmur yüklü bulutları yüklenip taşıması ve o yağmuru / rahmeti kurak beldelere / ölmüş topraklara götürüp bırakması ve oraların o rahmet ile dirilmesi gibi.” Rüzgâr misali vahyi alıp başka diyarlara götüren müminler, bu ilahi öğretinin vereceği hayat ile dirilen toplumlar ile büyük bir medeniyet inşa edecektir.

Cenab-ı Hak, müminlere şu görevleri de çeşitli benzetmelerle bildirir; “Sizlerin görevi insanlar için iyi bir ortam hazırlamaktır. İlahi öğretinin hâkim olduğu bir toplumdan güzel insanlar çıkacaktır ve güzel bir toplum inşa edilecektir. Ama kötü, çirkin ve sapık bir toplumun çıkaracağı insanlar da azgın, sapık ve zalim olacaktır. Şirk öğretisinin hâkim olduğu toplumdan iyi insan çıkmasını bekleyebilir misiniz? Bu, tıpkı bereketli ve verimli bir toprağın iyi bitki vermesi ve kurak, kıraç ve verimsiz bir toprağın da kötü, çelimsiz ve zayıf bitki vermesi misali gibidir.”

İşte bu vazifeleri yapabilecek kıvama gelmesi için müminlerin bir süre daha yetişmeleri, olgunlaşmaları ve çilelere tahammülü öğrenmeleri gerekmektedir.

 

54-58- Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde /aşamada / çağda yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden / otoritesini kuran / yönetimi altına alan, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine amade kılan Allah’tır. İyi biliniz ki yaratma da yönetme de sadece O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! Rabbinize alçak gönüllü olarak ve derin bir acziyet duygusu içinde yalvarın! Kesinlikle O, haddi aşanları sevmez. Bu nedenle düzen sağlandıktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O’na, derin bir ürperti ve büyük bir iştiyakla dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, muhsinlere (erdemlilere / güzel davrananlara) çok yakındır. O’dur, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler olarak gönderen. Ki o rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye götürür ve bu yolla suyu indiririz. Böylece her türlü ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız. İşte Biz, ölüleri de böyle dirilteceğiz. Belki düşünür de öğüt alırsınız. İyi / güzel / bereketli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle gür ve gümrah olur; ama kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, şükreden / elindeki nimetin değerini bilen bir toplum için ayetlerimizi böyle türlü türlü, tekrar tekrar dile getiriyoruz. (Araf Suresi 54-58)

 

Mekke müşrik elitler siyasi bir zafer kazandıkları düşüncesiyle zafer sarhoşluğu içerisinde idiler. Habeşistan’a hicret eden müminlerin Mekke’ye geri dönmeleri onlarda çok büyük sevinç yaratmıştı. Ayrıca uzlaşmaya yanaşmayan Haşimoğulları ve müminlere boykot uygulama kararında ısrarlı idiler.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Hz. Muhammed @ Rabbine olan sonsuz bir güven ile müşrik elitlerini hemen sevinmemelerini, tevhidi dünya görüşüne dönmedikleri takdirde kendilerini korkunç bir azap / yıkımın beklediği konusunda uyarıyordu.

Onlar ise bu uyarılara Peygamberimiz için siyasetten anlamayan, sapık, yolunu şaşırmış, dalalet içinde olduğunu söylediler. Bu sözleriyle onlar kazandıkları siyasi zafere işaretle savundukları şirk ideolojilerinin daha üstün olduğunu ifade ediyorlardı. Onların bu sözlerine karşı Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’den @ onlara Hz. Nuh’un @ diliyle cevap vermesini istedi ve müteakip ayetlerini inzal etti. Bu ayetlerde Hz. Nuh’un@ mücadelesinde kavminin aynı sözleri kendisine sarf ettiğini kıssa olarak zikreder. Nasıl ki Hz. Nuh @ kendi kavminin azgınlarına karşı uyarılarını yaparken kendisinin gayet aklı başında ve ne dediğini bilen birisi olduğunu belirttikten sonra, bu uyarılarını Allah’ın elçisi olarak yaptığını, kendilerine öğüt verdiğini, ilahi vahiy sayesinde onların bilemediği şeyleri bildiğini ifade ettiyse, Hz. Muhammed’de @ aynı hususları Mekke müşrik ileri gelenlerine söyledi. “Kavminin faydasına olacak öğütlerde bulunmak neden yadırganıyor anlaşılacak gibi değil” diye de ekler.

Hz. Nuh’un @ gemisine girenlerin kurtulduğu gibi Hz. Muhammed’in @ tevhid dünya görüşüne katılanlarında kurtulacağı müjdesi verilir ki; müminler bu müjde ile sevinsinler.  Zira boykota gidilen bir süreçte böyle bir morale onların çok ihtiyaçları vardı.

 

59-64- And olsun ki Biz, Nuh’u kavmine elçi olarak gönderdik. O dedi ki; “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Ben, sizin korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum” dedi. Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni apaçık bir sapıklık / dalalet içinde görüyoruz” diye karşılık verdiler. (Nuh) dedi ki: “Ey kavmim! Ben dalalette / sapık / yolunu kaybetmiş değilim, aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği mesajları tebliğ ediyor, size öğüt veriyorum; çünkü ben Allah’tan gelen vahiy sayesinde, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Fakat takvalı / sorumluluk sahibi olmanız ve bu sayede rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, Rabbiniz tarafından bir zikir (kitap)gelmesi neden acayibinize gidiyor / yadırgıyorsunuz?” (Bu uyarıya rağmen) onu yalanladılar. Bunun üzerine Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Onlar gerçekten de kör bir kavim (topluluk) idiler. (Araf Suresi 59-64)

 

Müşrik elebaşılara Hz. Nuh’un @ dilinden verilen cevaptan sonra bu kez Hz. Hud @ diliyle de cevaplar verilir. Ve bu cevaplarda Hz. Hud @ kıssası üzerinden peygamberimiz için “Kendisinde bir akılsızlık, basiretsizlik, şaşkınlık, gafillik olmadığını ve bunu da en iyi bilenlerin kendileri” olduğu belirtildi. Daha sonra ise “Cenab-ı Hak tarafından bilgiyle donatılmış, ne yapacağını bilen, akıllı ve bilge bir kişilikle sizlere öğüt veren, yol gösteren, önünüzdeki tehlikelere işaret ederek sorumlu olmaya davet eden ve böylece sizin iyiliğinizi isteyen birisinin yine O’nun tarafından size gönderilmesinden daha tabii ne olabilir? Bu olaydaki tuhaflık nerede?” şeklinde uyarıcı ve düşünmeye çağıran sorular yöneltildi.

Hz. Hud @ diliyle verilmesi istenen mesajlara bir de Hz. Muhammed’in @ yaptığı uyarı ile alay etmelerine verilen cevaplarda eklenir. Çünkü onlar Hz. Muhammed’in @ sadece şahsiyeti ile alay etmemişlerdi aynı zamanda onun “toplumsal kıyametiniz / yıkımınız / azabınız yakındır” uyarısına karşı da şöyle alay etmişlerdi; “Hani bizim şirk rejimimizin ve bizim sonumuz geliyordu? Ne zaman olacak bu toplumsa kıyamet? / bu toplumsal yıkım? Ne zaman gelecek bu tehdit ettiğin azap?” Onların bu alaylarına karşı da peygamberimizin Hz. Hud @ diliyle şöyle cevap vermesi bildirildi; “Şu içinde yaşadığınız kokuşmuşluğunuz, geriliğiniz ve ilkelliğiniz size azap olarak yetmez mi? Azap olarak daha neyi bekliyorsunuz? Zaten hak ettiğiniz azabın içindesiniz. Bu ilkellik, gerilik ve kokuşmuşluğun sebebi olan boş-batıl gelenek, düşünce ve inançlarınızla bakalım nereye kadar gideceksiniz? Bu halinizin sizi nereye götüreceğini birlikte yaşayacağız ve göreceğiz?”

 

65-72- Ad’a da kardeşlerinden Hud’u (elçi olarak gönderdik). O, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?” dedi. Kavminden, inkarda direnen ileri gelenler, “Biz seni beyinsizlik / ahmaklık / saflık / zekâ geriliği içinde görüyoruz ve üstelik biz senin yalan söylediğini düşünüyoruz” diye cevap verdiler. (Hud da) dedi ki “Ey kavmim! Ben beyinsiz / ahmak / saf / geri zekalı biri değilim. Tam aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden birine Rabbinizden bir zikir (kitap) gelmesi neden acayibinize gidiyor / yadırgıyorsunuz? Hiç değilse Nuh kavminden sonra sizi nasıl halifeler / uygarlığın mirasçısı yaptığını ve yaratılış bakımından sizi nasıl üstünlüklerle takviye ettiğini düşünün! Allah’ın bu nimetlerini düşünün ki kurtuluşa erebilesiniz!” (Onlar da) dediler ki: “Sen bize Allah’a; tek olarak kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakmamız için mi geldin? Tamam, eğer doğrulardan isen, haydi getir (de görelim) bizi tehdit edip durduğun azabı!” (Hud) dedi ki: “(Daha ne bekliyorsunuz ki?) Rabbinizin bir azap olarak müstehak gördüğü kokuşmuşluğun içindesiniz zaten! Şimdi, Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın yücelttiği isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!” Bunun üzerine onu ve onunla beraber olan kimseleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanların kökünü kazıdık. Çünkü onlar (tehdidimizin gerçekliğine) inanmamışlardı. (Araf Suresi 65-72)

 

Hz. Muhammed’in @ müşrik elitlerin boykota asla yeltenmemeleri ve toplumun zayıf, kimsesiz, yoksul ve fakirlerine zalimce davranmamaları aksi takdirde acıklı bir cezaya çarptırılacakları konusunda uyarınca onlar geldikleri konumu siyasi zafer olarak gördüklerinden daha çok şımardılar ve şirk rejimlerini kimsenin yıkamayacağını ve asla tehditlere pabuç bırakmayacaklarını deklare ettiler.

Böylece onlar rejimlerinin çok güçlü olduğunu, muhalifleri ezebilecek kudrette olduklarını ve bu konuda kural, ilke, kutsal vb. hiçbir değer tanımadıklarını ve yapacakları şeyler konusunda bir gün gelip yaptıklarının ve yapacaklarının hesabının sorulmasından korkmadıklarını gösteren mesajlarını verdiler. Hatta daha da ileri giderek müminlerin çok emin oldukları ve geleceğinden asla şüphe etmedikleri toplumsal yıkım / toplumsal devrim konusunda onların kanaatlerine asla katılmadıklarını ve onların bekledikleri bu devrimin / bu yıkımın hayalden öte bir şey olmadığını belirttiler. Bu nedenle de şirk sistemini aynen muhafaza edeceklerini, Hz. Muhammed @ yanlılarına ve Haşimoğullarına boykot uygulayacaklarını, Allah’ın verdiği nimetleri onlara yasaklayacaklarını ve bu hususta kimseden korkmayacaklarını duyurdular. (Allah’ın devesinin yeryüzünde otlamasına müsaade edilmemesine bir metafor)

Mekke’nin müşrik elitleri bunlarla da yetinmeyeceklerini ve Hz. Muhammed’in @ safında yer alan köle ve kimsesizleri her türlü işkenceden geçirdiklerini, bazısını vahşice öldürdüklerini de anlatarak a’raftakiler ve Mekke’ye gelen yabancılar üzerinde baskı ve terör estirileceğini de söylediler.  Mekke’ye gelen yabancılardan Hz. Muhammed’e @ iman ederek bağlanma kararı alanlar ya da onu desteklemek arzusunda olan olursa onlara da boykot, baskı, yıldırma, aşağılama ve hatta zayıf olanlarına karşı da aynı şeyleri yapmaktan çekinmeyeceklerini ifade ettiler. Onların bütün bu söylemleri Hz. Salih @ kıssasındaki “haydi getir şu tehdit ettiğin azabı” metaforu ile verilmektedir.

Fakat Mekke müşrik ileri gelenleri yapacakları yanlışın farkında bile değildiler. Çünkü eğer boykot yapacak olurlarsa bu kendi sonları olacaktı. Cenab-ı Hak, boykot konusundaki uyarısını Hz. Salih @ kıssası ile yapar;

 

73-79- (And olsun ki) Semud’a da kardeşlerinden Salih’i (elçi olarak gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah’ın devesi, sizin için bir ayettir; o halde bırakın onu Allah’ın yeryüzünde otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi elem verici bir azap yakalayıverir. Ad’dan sonra O’nun sizi nasıl halifeler / uygarlığa varisler kıldığını ve yeryüzünde sizi nasıl yerleştirdiğini düşünün ki: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarını evler halinde yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini düşünün de yeryüzünde fesadı / kötülüğü yaygınlaştırarak taşkınlık yapmayın.”  Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, aşağılayıp zulmettikleri müminlere dediler ki: “Siz, Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş olduğunu nereden biliyorsunuz?” (Onlar da) “Biz onun getirdiği mesaja inanıyoruz!” dediler. O büyüklük taslayan kimseler, “sizin o kadar emin olduğunuz şeyi biz asla doğru bulmuyoruz!” dediler. Sonunda deveyi katlettiler ve Rablerinin emrine başkaldırdılar: üstelik dediler ki; “Ey Salih! Eğer gerçekten elçilerden birisi isen, haydi getir şu bizi tehdit ettiğin azabı!” Derken, onları, şiddetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (Salih de) onları ardında bırakırken “Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin mesajını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim, fakat siz öğüt verenleri hiç sevmediniz!” diye söylenmişti. (Araf Suresi 73-79)

 

Hz. Muhammed @ Mekkelileri temizliğe, dürüstlüğe, doğruluğa ve erdemliliğe davet etmişti. Getirdiği ilahi öğreti ile de onları yıkıma, azaba götürecek şirk sisteminden ve bu sistemin sonuçları olan sapkınlıklardan da kurtulmaya davet etmekteydi. Şirk sistemi onların cinsel sapkınlıklarını da meşru hale getirmişti. Halbuki Allah Resulü, tevhidi dünya görüşü ile onları livataya kadar varan azgınlık ve cinsel sapıklıklardan da kurtarmaya çalışıyordu.

Mekkeli müşrik ileri gelenleri son kazandıkları siyasal zafer sarhoşluğuyla öylesine azdılar ki; cinsel sapkınlıklarının ve ahlaksızlıklarının dile getirilmesinden, yüzlerine vurulmasından utanacakları yerde pişkin pişkin Hz. Muhammed @ ve müminler için “namus budalası, temizlik budalası, ahlak budalası, temiz olmak istiyorlarmış vb.”  ifadelerle onların temiz ve namuslu olmaya yönelik güzel ve övülecek hareketleriyle alay ettiler. Hatta iğrenç hareketlerine ortak olmadıkları için boykotla onları içlerinden atma, onları kendilerinden tecrit etme veya yurtlarından kovma tehdidinde bulundular.

Kazandıkları siyasi zafer ile onların kendilerini ne kadar güçlü hissettiklerini ve kendilerini haklı olarak eleştirenleri bile Mekke’den sürüp çıkarma ve tecrit etme tehdidinde bulunabilecek kadar yüzsüz, arsız bir hale dönüştüklerini göstermektedir.

Diğer taraftan Hz. Lut @ kıssasının cinsel sapkınlık anlatısı üzerinden Mekke’deki siyasal duruma da bir atıf vardır. Şöyle ki; “kadınları bırakıp erkeklere tecavüz ediyorsunuz” ifadesi ile tevhidi hareketin eril çıkışına, müşriklerin siyasal tecavüzü olarak da okunabilir. Zaten arkasından gelen uygulamanın temiz kalmaya çalışan müminleri şehirden sürüp çıkarmak tehdidi boykot ile örtüşmektedir.

İşte Mekke’deki bu durum Hz. Lut @ kıssası ile tasvir edilmiş ve onlara Hz. Lut’un @ dili ile cevap verilmiştir;

 

80-84- (Ant olsun) Lut’u da (elçi olarak gönderdik). Hani o, kavmine şöyle çıkışmıştı: “Siz, sizden önce alemlerden hiçbirinin yapmadığı kötülüğü mü / fahşayı mı yapıyorsunuz? Sizler kadınlardan başka erkeklerin üzerine şehvetle geliyorsunuz.  Aslında sizler haddi aşmış / çizmeyi çoktan aşmış bir kavimsiniz.” Ama kavminin cevabı yalnızca şundan ibaret oldu; “Sürün çıkarın şehrinizden onları! Besbelli bunlar pek temiz insanlarmış!” Bunun ardından Biz de o’nu ve ailesini / yakınlarını / yandaşlarını kurtardık, sadece karısı kalıp toprağa verilenlerden oldu. Sonunda sağanak (gibi bela) yağdırdık üzerlerine. Bak bakalım günahkârların sonu nasıl olurmuş! (Araf Suresi 80-84)

 

Hz. Muhammed’in @ teklif ettiği tevhidi dünya görüşü, kabileci şirk sisteminin getirdiği hukuksuzluğu kaldırmayı öngörüyordu. Kabileci şirk sisteminde kabilelerin birbirinden bağımsız olması, bireylerin işlediklerinden sadece kendi kabile otoritelerine karşı sorumlu olmaları, kimsenin kendilerine hesap soramayacağı anlayışı ve kabilelerin de kendi mensuplarını aşırı şekilde kayırmaları nedeniyle şehir yaşamında muazzam hukuksuzluk ortaya çıkmıştı. Bu hukuksuzluk hayatın her alanında görülüyordu. İşte tevhidi sistemle bu hukuksuzluğun kaldırılması için kabileci şirk sisteminin yok edilmesi gerekiyordu.

Allah Resulü@ şirk sisteminin terk edilmesini ve bu sistemin meşru hale getirdiği ticari yolsuzlukların kaldırılması gerektiğini bildirerek müşrik elebaşılarını en zayıf ve haksız oldukları yerden yakalıyordu. Yani onların yaptıkları ticari işlemlerde insanları aldatmamalarını, insanların haklarına tecavüz etmemelerini, ölçüyü ve tartıyı düzgün tutmalarını bildirirken aslında onların doğru olduğunu savundukları şirk sisteminin yanlışlığına işaret ediyordu. Zira onlar alışverişlerinde ölçerken ölçüyü kendi lehlerine olacak şekilde tutuyorlardı ve bunu da tekel konumlarını kullanarak yasal hale getirmişlerdi. İnsanlar çaresiz oldukları için yapılan haksızlığa karşı çıkamıyorlardı. Böylece onların kıssaların başında peygamberimizi suçladıkları sapıklığın aslında kendilerinde olduğu halka gösterilmiş oluyordu. Onları doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet sistemi olan tevhid sistemine çağırıyordu.

Ayrıca Mekke’nin Hz. İbrahim @ tarafından kurulurken ne kadar az bir topluluk olduklarını ama şimdi gelinen noktada Arabistan yarımadasının ana kenti konumuna geldiklerini belirttikten sonra bu durumun devam etmesi için hukuka, iyiliğe, ıslah olmaya, doğruluğa ve dürüstlüğe önem verilmesi gerektiğini aksi takdirde yok olacaklarını bildirir.

Mekkeli müşrik elitler yolsuzluklarının deşifre edilmesinden ve bu yolsuzluklarının bir sistem sorunu olduğunun ifade edilmesinden son derece rahatsız oluyorlardı. Şimdi siyaseten bir üstünlük yakaladıklarını düşünerek peygamberimizi ve müminleri kendi yolsuzluklarını deşifre etmekten vazgeçmeye zorlamakta ve gittikleri yoldan vazgeçmeye çağırıyorlardı. Onları Mekke dışına sürgün etmekle ve boykot uygulamakla korkutmaya çalıştılar. Müminlerin önlerine iki seçenek sundular; “ya şirk sistemini benimseyecek ve tevhidi dünya görüşünü bırakacaksınız ya da Mekke’den sürülerek boykota maruz kalacaksınız.”

Müminler bu çağrıyı kesin bir dille reddettiler ve Cenab-ı Hak kendilerini iğrençlik, pislik, yolsuzluk batağından kurtarmış ve temizlik, doğruluk, dürüstlük, fazileti bahşetmişken tekrar o iğrençliğe dönmelerinin mümkün olmadığını haykırdılar. Şayet tekrar şirk sistemine dönecek olurlarsa şimdiye kadar yaptıkları mücadele ve iddiaları ile Allah’a iftira etmiş olacaklarını bildirdiler. Ve onlara şayet kendilerinin haklı olduklarını, bu yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorlarsa eğer karşılarında da bu yaptıklarının yanlış olduğunu iddia eden bir kitle olduğunu değerlendirerek hiç olmazsa halkın hangi tarafı en son tercih edeceğini / Allah’ın nasıl hüküm vereceğini beklemelerini ve kendilerine karşı fikirde olanlara baskı yapmamalarını söylediler. Ama onların boykot konusunda kararlı olduklarını görünce de müşrik kavimleri ile aralarındaki sorunun çözümünde Allah’tan yardım niyaz ettiler.

Cenab-ı Hak müşrik elebaşıların eninde sonunda kaybedeceklerini ve yıkıldıkları zaman da arkalarından kimsenin üzülmeyeceğini Hz. Şuayb @ kıssası üzerinden bildirerek müminlere moral verdi. Yukarıda anlatılan durum bir bütün halinde Hz. Şuayb @ kendi kavmi ile yaşadıkları diyalog üzerinden aktarıldı;

 

85-93- (And olsun ki) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (elçi gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden apaçık belgeler geldi: Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasının değerini eksiltmeyin, ülkede ıslahat yapıldıktan sonra bozgunculuk yapmayın; eğer Allah’a güvenen kimseler iseniz, bu sizin için daha hayırlıdır! Hem öyle Müminleri tehdit ederek Allah’ın yolundan döndürmeye ve O’nun yolunu yanlış göstermek için her türlü yola başvurmayın. Düşünün ki siz sayıca çok az iken O sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bakın da ibret alın! Mademki aranızda getirdiğim mesaja inanan bir topluluk yanında inanmayan bir topluluk da var; o halde Allah aramızda hükmedinceye kadar bekleyin!  Zira O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Ya seni ve senin tarafını seçen müminleri kentimizden sürüp çıkarırız, ya da bizim milletimize / dinimize / yolumuza / inanç sistemimize dönersiniz!” (Şuayb da) dedi ki: “Peki ya razı olmazsak? Hem Allah bizi ondan kurtardıktan sonra kalkıp tekrar sizin milletinize / inanç sisteminize / dininize dönersek, o zaman Allah’a karşı düpedüz yalan yakıştırmış oluruz. Rabbimiz Allah istemediği sürece sizin inanç sistemine geri dönmemiz mümkün değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır ve biz sadece Allah’a güveniyoruz.” “–Ey Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasındaki engelleri hakk ile (gerçek olarak, adilane bir şekilde, en güzel ve en uygun bir şekilde, hakkı-gerçeği açığa çıkaransın) kaldır. Sen elbette engelleri kaldıranların / hakkı- gerçeği açığa çıkaranların en iyisisin! –”  Ve o’nun kavminden, kâfir olan ileri gelenler : “Eğer Şuayb’a uyacak olursanız, kesinlikle kaybeden siz olacaksınız!” diye (insanları) tehdit ettiler.  Sonunda o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada hiç yaşamamış gibi / yalan oldular. Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, işte gerçek kaybeden onlar oldu... Ve (Şuayb) onları ardında bırakırken şöyle söylendi: “Ey kavmim! Doğrusu ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim, (ama siz öğüt almadınız) şimdi hâl böyleyken ben (sizin gibi) nankör bir kavme / topluma nasıl üzüleyim?” (Araf Suresi 85-93)

bottom of page