top of page

BÖLÜM 5

MÜMİNLERE ŞİDDET

5.1. Kimsesiz, Köle, Zayıf ve Yoksul Alt Tabakaya Sahip Çıkılması

Mekke müşrik ileri gelenleri, Hz. Muhammed’in @ hareketinin büyümesine engel olmak için bağlılarına şiddet uygulama konusunda artık karar vermiştir. Ancak elbette bu şiddet öncelikle sahipsizler, yoksullar, fakirler, garipler ve köleler üzerine uygulanacaktı. Onlara haddini bildirmek için işkence ve zulümler yapılacak ve böylece sahipli yani arkasında kabile gücü olan Hz. Muhammed @ taraftarlarına gözdağı verilecekti. Şayet önce arkasında kabilelerinin desteği olan Hz. Muhammed @ taraftarları şiddete maruz kalacak olursa bu şiddet ters tepebilir ve kabileler arası savaşa yol açabilirdi. Zira kabilecilik Araplarda aynı zamanda bir onur vesilesiydi ve kabile üyelerinden birisine hangi sebeple olursa olsun bir zarar, aşağılama ve fiziki bir darp yapılacak olursa çatışma çıkması kaçınılmazdı. Bunun tek istisnası her kabilenin kendi üyelerini kendisinin cezalandırması idi. Bu nedenle şiddet eylemine önce toplumdaki sahipsiz, zayıf ve yoksul kimselerden başlatmaya karar verdiler. Ayrıca her kabile kendi kabilesine ait kölelerden mümin olanları da şiddet uygulanacaklar kapsamına aldılar.

Hz. Muhammed @ ise kendisine bildirilen dünya görüşünün paradigmalarını Mekke’nin ileri gelenlerine anlatmak için onlarla diyalog kapısını kapatmadı. Onları kendi safına kazandırmak için sürekli onlarla ilgileniyordu. Ona göre, eğer Şehrin ileri gelenlerini kendi tarafına katmayı başaracak olursa tevhidi dünya görüşünü ikame etmek daha kolaylaşacaktı. Diğer taraftan şirkin egemen olduğu bir toplumda yaşayanların şirk düşüncesinden etkilenmemiş olduğu düşünülemezdi. Dolayısıyla gerek Hz. Muhammed @ ve gerekse de taraftarları, içinde yaşadıkları şirk toplumunun pratikleri arasında yer alan güce ve güçlülere daha fazla itibar etme geleneğinin kendi üzerlerinde de etkilerinin görüleceği muhakkaktı.

İşte bu nedenle Cenab-ı Hak hem elçisini hem de müminleri tevhit hareketine katılmış olan zayıflara, sahipsizlere, yoksullara ve kölelere ilgisiz ve duyarsız olmamaları konusunda uyardı. Zira ayak sesleri iyiden iyiye duyulmaya başlanan işkence ve şiddet uygulamaları sırasında onlar kayıtsız kalabilirlerdi. Neticede insandılar ve belirli zaafları vardı. Rableri ise onları bu yolda iyiye, doğruya ve güzele doğru gitmeleri konusunda rehberlik ediyordu, onları eğitiyordu.

Hareket zorlu bir aşamaya doğru gidiyordu. Bu aşamada hareketin taraftarlarının birbiriyle dayanışma içerisine olmaları şarttı. Tevhit / kardeşlik paradigmasının sözde kalması halinde hareketin daha başlamadan tükenme tehlikesi meydana gelebilirdi. Ayrıca eziyet gören, acı ve çile çeken müminlerin maruz kalacakları şiddet karşısında fiziki tepki göstererek hareketin terörize edilme tehlikesi mevcuttu.

İşte tam o sırada meydana gelen bir olay, bu amaca yönelik uyarılar için çok uygundu ve Cenab-ı Hak, Abese Suresini Hz. Muhammed’i @ ve O’nun şahsında diğer mü’minleri eğitmek için inzal etti.

Söz konusu olayda Hz. Muhammed @, müşriklerin önderleri olan Velid bin Muğire, Utbe bin Rebia ve Hişam ile oturmuş ve onları tevhidi dünya görüşüne kazandırmak için tebliğde bulunduğu bir sırada görme özürlü olan İbn-i Ümmü Mektum çıkagelir. İbn-i Ümmü Mektum onların yanına oturur ve Allah elçisinden kendisini tevhidi dünya görüşü konusunda aydınlatmasını ister. Hz. Muhammed@ ile toplantı halinde olan müşrik ileri gelenlerden Velid bin Muğire, kendisini çok elit olarak gördüğünden, toplumun alt sınıfından ve üstelik de özürlü birisinin kendi aralarına girmesinden hiç hoşnut olmaz ve hoşnutsuzluğunu surat asıp, sırtını dönmesiyle ortaya koyar.  İleri gelenleri ikna etmek için uğraştığı bir sırada, özürlü birisinin araya girmesi ve Velid Bin Muğire’nin de bu durumdan hoşnutsuz olması nedeniyle Hz. Muhammed @ İbn-i Ümmü Mektum’a cevap vermez. Toplantı yaptığı müşrik önderlere tebliğe devam etmeye çalışır. Her ne kadar surat asan ve sırtını dönen kişi Hz. Muhammed @ değilse de onun bu ahlaksızlığı yapan kişi ve kişilerle birlikte oturmaya devam etmesi ve aşağılanan özürlü kişiye ilgisiz davranarak ilgisini müşrik ileri gelenlerden yana göstermesi Rabbinin O’nu azarladığı Abese Suresini göndermesine sebep oldu.

Bu sure ile Cenab-ı Hak elçisine ve taraftarlarına öyle bir ders verdi ki; bu yolda gidecek olanların sözlerinin davranışlarına yansıması, teorinin uygulama ile bir olması, kısacası sözlerin havada kalmaması ve pratiğe geçmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Bu hususta çok hassas olunması ve en ince ayrıntılara dahi dikkat edilerek özellikle hareketin bağlılarına karşı çok büyük bir hassasiyet gösterilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Zira nasıl ki Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği bu dünya görüşünün mesajlarını ve paradigmalarını yani kitabını yazılı hale getirecek müminlerin yüce, değerli, şaibesiz, doğru, dürüst, saygın ve güvenilir olmaları gerekmektedir. Tevhidi dünya görüşünü ileri taşıyacak ve yükseltecek olanlar da bu yüce gönüllü müminler olacaktır. Saygınlığa, yüceliğe ve şaibesizliğe layık olmanın yolu da Cenab-ı Hakk’ın mesajlarından ders alıp onları kayda geçirmekten ve onların hayata geçmesi için çalışıp çabalamaktan geçmektedir. Sırf varlıklı ve zengin diye insanlara saygı göstermek ilahi öğretiye terstir. Ayrıca o servet sahipleri kendisini temizlemeyen, toplumun yolsuz, soyguncu ve azgınları iseler onlara asla saygı gösterilmemesi gerekir. Velid bin Muğire gibi azgın ve şımarık servet sahipleri sırf varsıllıkları nedeniyle toplumda kendilerine itibar edilmesini beklerler. Cenab-ı Hak, bu surede onları çok fena haşlar: “Onlar servetleri var diye kendilerini ne zannediyorlar? Onu ve onun gibi olanları daha önce hiçbir şey değilken bir damla sudan yaratmadık mı? Onlara yetenekler bahşetmedik mi?  O serveti kazanacak imkanlar bahşetmedik mi? Ayrıca doğru yolu gösteren elçi ve mesajlarımızı gönderdiğimiz gibi doğru yolu seçtiği takdirde akıbetinin daha hayırlı olacağı, yanlış yolda diretirse de azap ve yıkımla karşılaşacağını bildirmedik mi? Seçim konusunda muhakeme ve temyiz yeteneği ile birlikte tercihinde özgürlük seçeneği de verdik. Ancak bütün bunlardan sonra hayatına son vereceğiz, kabre girdireceğiz ve daha sonra da tekrar dirilteceğiz.”

Cenab-ı Hak daha sonra eleştiri oklarını elçisine ve müminlere çevirir; “O ve onun gibiler hiç bizden yana olmadı. Bizim emirlerimizi yerine getirmedi. Şimdi bu karakteri bozuk ve Bizim isteklerimizi yerine getirmeyen, işi gücü kötülük olan kişiye mi itibar ediyorsunuz? Neden O’nun yola gelmesi için bu kadar çaba harcıyorsunuz? Onlar öylesine aşağılık kimselerdir ki, sizin göstereceğiniz çaba ve ilgiye değmez.”

Bu hususları Cenab-ı Hak, Abese Suresinde mükemmel bir belağatle bildirir;

 

RAHMAN VE RAHİM ALLAH ADINA

           

1- 23- Surat astı ve sırtını döndü, yanına, o görme özürlü / ama geldi diye. Ne bilirsin, belki arınıp temizlenecek, Belki alacağı öğüt kendisine yararlı olacak.  O, kendini beğenene / varlıklı kodamana gelince; Sen bütün ilgini ona yönelttin. Oysa ki, onun arınmamasının sorumlusu sen değilsin. Amma! Koşarak sana gelen var ya; Haşyet duyarak / Allah’a saygıda kusur etmeyen, işte sen onu ihmal ediyorsun. Hayır… Hayır… Bu, bir öğüt ve uyarıdan ibarettir. Arzu eden onu düşünüp öğüt alır. Kutsal ve değerli sayfalarda yazılıdır, Yüce ve şaibesiz, elçilerin elleriyle, saygın, güvenilir. Halbuki o canı çıkasıca insan! (Velid bin Muğire)! Ne kadar da inkarcıdır o? (Hiç düşünmedi mi? Allah) onu hangi şeyden yarattı? Onu bir nutfeden (basit bir hayat tohumundan / bir damla sudan) yarattı, sonra ona takdir yeteneği bahşetti, Sonra, ona “yol”u kolaylaştırdı, En sonunda onun canını aldı / alacak ve kabre soktu / sokacak. Nihayet dilediği zaman onu tekrar diriltecektir. Hayır… Hayır… (O), O’nun emirlerini bugüne kadar hiç yerine getirmedi. (Abese Suresi 1-23)

                  

Cenab-ı Hak surenin devamında ise insanların maddi hayatlarını idame ettirebilmeleri için ihtiyaç duyduğu yiyeceklerin oluşumunu anlatırken vahiyle bir benzetme yapar. Nasıl ki insanın maddi hayatı için yiyeceğe ihtiyacı varsa, sosyal yaşamın meyvelerine, ürünlerine de ihtiyacı vardır. Sosyal yaşamın ürün ve meyvelerin yetişmesi için gerekli şey ise Vahiydir.  Cenab-ı Hak, sebze ve meyvelerin yetişmesi için gerekli olan su / yağmuru insanların sosyal yaşamı için gerekli olan vahye metafor olarak kullanılır. Nasıl ki yağmur cömertçe Cenab-ı Hak tarafından gökten indiriliyorsa vahiy de yine O’nun tarafından cömertçe indirilir ve insanların hayati ihtiyaçları giderilir. Gökten inen rahmet, toprağı incelikle yararak içine işler, tohumu besler, tohum o suyla gelişir, büyür ve aynı suyla çeşit çeşit meyveler veren bitkiler, ağaçlar yetişir. Vahiyde aynı şekilde içlerinde potansiyel olan insanları besleyecek, onları geliştirecek, büyütecek, olgunlaştıracak, çoğalacak, güçlenecek ve her birini çeşit çeşit meyveler veren medeniyetin birer ağacı yapacak. 

 

24- 32- Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine! Biz suyu tarifsiz bir cömertlikle indirmekteyiz, Sonra toprağı incelikle yarmaktayız, Böylece, yeryüzünde tohumu yetiştirmekteyiz; Mesela üzüm bağları, sebze bahçeleri, zeytinlik ve hurmalıklar, balta girmemiş, sık ağaçlı ormanlıklar, meyveli ve meyvesiz bitkiler, Sizin ve hayvanlarınızın beslenmesi için...(Abese Suresi 24-32)

 

Ve sonunda yetişen, gelişen, çoğalan ve güçlenen Hz. Muhammed’in @ taraftarları müşrikleri iktidardan devirdikleri zaman tıpkı kıyamet ve hesap günündeki gibi akrabalık bağları, kabile bağları işe yaramayacak ve müşrik işkenceciler kendilerini kurtarmak için kaçacak delik arayacaklar.  Diğer taraftan müminlerin yüzleri gülecek. Onların yüzleri sevinçten pırıl pırıl olurken, işkenceci ve onların takipçileri olan müşrikler için o hesap günü çok zor bir gün olacak. Onların yüzleri perişanlık, pişmanlık, nankörlük, korku ve dehşetten kararacak. İbn-i Ümmü Mektum’dan kaçanlar onu yanında istemeyenler ve yanlarına sadece kendi aşiretini ve kendisi gibi zengin insanları kabul edenler o gün kendi yandaşlarından kaçacak fakat İbn-i Ümmü Mektum gibi temiz iman sahibi insanlar ise kendi yandaşları ile birlikte olmaktan büyük mutluluk duyacaklardır. O toplumsal ve kozmik kıyamet günü geldiğinde müşrikler değerli gördükleri kimselerden kaçarken değersiz gördükleri insanlarla beraber olmadıklarına çok pişman olacaklardır ama iş işten geçmiş olacaktır.

 

33- 42- Nihayet, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; Bir gün ki o gün, Kişi kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından. O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır. Yüzler vardır ki o gün, pırıl pırıl, güleçtir, sevinç doludur. Ve yüzler vardır ki o gün, üzerlerinde toz-toprak, karardıkça kararan. İşte bunlar, evet bunlardır dibine kadar nankör olanlar ve yoldan sapan sorumsuz kişiler. (Abese Suresi 33-42)

 

5.2. Kimsesiz, Köle ve Yoksulların Baskılı ve Şedit Günlere Hazırlanması

Ümmü mektum olayını müteakip Abese Suresi nazil olunca bu sure Erkam’ın evinde Hz. Muhammed @ tarafından evde salat (namazı müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyetleri için yapılan) toplantısı için bir araya gelen müminlere okundu ve güçlü kabilelere mensup müminlere şiddet zamanında toplumun alt kesiminden olan yandaşlarına, kardeşlerine sahip çıkmaları mesajı verilmiş oldu. Önümüzdeki günlerde özellikle Mekke’nin alt tabakasından olan müminlere karşı işkence ve şiddet uygulamalarının başlayacağı ve bu nedenle de toplumdaki güçlü ve varlıklı müminlerin kardeşlerine sahip çıkmak için ellerinden geleni yapmaları öğretilmiş oldu. Şimdi sıra bu mücadele sırasında şiddete birinci derecede maruz kalacak olanların eğitilmesine gelmişti. Ammar bin Yasir (ra), Bilal Habeşi(ra), Habbab bin Eret(ra) gibi sahipsiz ve köle olan kişilerin başlarına gelecek şiddete ve işkencelere hazırlanması gerekiyordu. Esas yükü bu kişiler çekecekti ve toplumun alt sınıfından olan bu kişilerin maruz kalacağı her türlü eziyetlere karşı psikolojik olarak hazır olmaları şarttı. İşte onların ihtiyacını da bilen Rabbimiz onlar için Kadir Suresini inzal etti. Bu suredeki mesajlarla zorlu, baskıcı ve şedit günlerin geçeceğini duyurdu.  

Ve bu gecenin değerini anlattı. Kendi elçisinin şahsında müminlere seslenerek;

“Ey Resulüm! Ey onun etrafında toplanmış müminler! Cahiliye, zulüm, sıkıntı, acı, çile, şiddet, baskı, aşağılanma ve horlanmalarla geçen / geçmekte olan bu zaman dilimini ifade eden kadir gecesinde / zalimlerin orantısız güç kullandığı gecede yapılan mücadelenin değerini siz idrak edemezsiniz. Bu gecede yapılan mücadele ve direniş, idraklerin çok ötesinde muhteşem bir değere sahiptir. Zira gelecekte tarihe altın harflerle yazılacak bu mücadelenin esas sebebi ilahi hidayet rehberinin indirilmesi ve o rehberin geleceğe miras olarak taşınması insanlık adına muazzam bir kazanımdır. Bunun değeri ancak şöyle anlatılabilir: Kadir / zalimlerin orantısız güç kullandığı gecede çekilecek acı, sıkıntı ve çileler, vahiysiz ama konforlu, rahat, neşeli, zevkü sefa içerisinde geçireceğiniz bir ömürden daha hayırlıdır. Sıkıntılar ve acılar çekeceksiniz / çekiyorsunuz ama hakikat uğruna yapılan bu mücadele günleri ve sahip olduğunuz bu rehber sizin için gelecekte hayırla yad edilecek, gıpta edilecek, imrenilecek ve sizleri gökteki yıldızlar mertebesine çıkaracaktır. “Neydi o günler!” diyeceğiniz bir gece! Şu anda idrak etmeniz oldukça zor ama gelecekte bu mücadelenin ve rehberin ne kadar değerli olduğunu anlayacaksınız, göreceksiniz. Zalimlerin orantısız güç kullandığı bu karanlık sürecin zararınıza olduğunu zannetmeyin. Aksine bu zorluklar ve acılar içindeki mücadeleniz normal zamanlarda zahmetsiz ve acısız bin ayda yapacağınız mücadeleye bedeldir.”

Bu zorlu, şiddet ve işkence zamanlarını Kadir Gecesi olarak adlandıran Rabbimiz, bu karanlık ve baskıcı gecelerin gelip geçici ve çok değerli zaman dilimleri olduğunu bildirmekle kalmadı aynı zamanda bu zamanların gelecekte şanlı bir geçmiş olarak anlatılacağını hatta altın harflerle yazılacak çok değerli bir hatıra olarak tarihe geçeceğini bildirdi. Neden değerli ve tarihe altın harflerle yazılacak bir olay olduğunu da bu işkence ve şiddete maruz kalmalarının sebebinin insanların kurtuluş reçetesi olan ilahi mesajın indirilmesi ve kendilerinin de bu mesajı savunmalarında saklı olduğunu ifade etti.

Bu şiddete maruz kalacak müminlere müjde vermeyi Cenab-ı Hak surenin devamında şöyle sürdürdü;

“Ey Resulum! Ey iman edenler! Korkmayın! Endişe etmeyin! Rabbiniz içinde bulunduğunuz bu geceden aydınlığa çıkıncaya kadar / baskılı gece sona erinceye kadar / zulüm, acı, sıkıntı, baskı ve şiddet sona erip sizler kurtuluşa erinceye kadar sizi yardımsız ve desteksiz bırakmayacak. Sizleri güvende kılmak, her tehlike anında sizleri esenliğe çıkarmak, sizlerin güvenliğini sağlamak için meleklerini gönderecek ve sizlere hayat ve umut bahşedecek ruhu (vahyi) sürekli olarak art arda gönderecek.”

 

Rahman Rahim Allah Adına.

1-5- Muhakkak ki, biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve ruh Rabblerinin izniyle iner dururlar, her bir iş için. Esenlik verirler şafak sökene kadar /aydınlığa kavuşuncaya kadar. (Kadir Suresi 1-5)

               

5.3. Müşriklerin Şiddet Uygulamaya Başlaması

Hz. Muhammed @ zorlu günler başlamadan önce Mekke müşrik elitlerinin meclisine gitmiş ve onlara kimsesiz, köle, yoksul ve zayıf müminlere Allah’ın vahiy çeşmesinden içiyorlar diye dokunmamalarını, onlara zarar vermemelerini, eziyet ve işkence etmemelerini söylemiş ve bir sorunları varsa işte kendisinin karşılarında olduğunu belirterek onlara karşı durmuştu. Ama onlar bir defa karar vermişlerdi ve diğer kabilelerden çekinmeleri nedeniyle dokunamadıkları güçlü, sahipli kişiler yerine zayıf ve kimsesiz kişilere baskı ve şiddet uygulayacaklardı. Bu nedenle onunla alay ettiler, ayak takımına baskı ve şiddetin mutlaka yapılacağını, bu hususta da kimseden çekinmediklerini hatta kimsenin kendilerine engel olamayacağını ve kimsenin kendilerini hesaba da çekemeyeceğini söylediler.

Mekke müşriklerinin en azılısı olan Ebu Cehil, ilk şiddet uygulamasına Mekke’nin sahipsiz ailesi olan Yasir ailesinden başladı. Yemenli bir kimsesiz olan Yasir(ra) ve Ebu Huzeyfenin azatlı kölesi olan Sümeyye(ra), oğulları Ammar’ın(ra) Hz. Muhammed’in @ saflarına aktif bir şekilde katılmış olmaları nedeniyle Ebu Cehil tarafından işkenceye tabi tutuldu. Bu ailenin Mekke’de kendilerini koruyacak kimseleri yoktu. O zalim müşrikler Ammar bin Yasir’e(ra) iyi bir ders vermek için onun gözleri önünde annesi Sümeyye’nin(ra) el ve ayakları develere bağlandıktan sonra develer zıt istikametlere doğru sürülmüş ve tevhidi dünya görüşünün ilk şehidi olan bu kadın, parçalanarak can verdi. Arkasından Ammar’ın(ra) yaşlı babası yine onun gözü önünde şehit edildi ve Ammar’ın(ra) kendisine de çok şiddetli işkenceler tatbik edildi.

Ebu Cehil ve avanesi bu katliamı Mekke’nin kuytu ve ıssız bir yerinde gerçekleştirdiler. Olay duyulduktan sonra Mekke çalkalandı. Ebu Cehil, işlediği cinayet nedeniyle hiç kimseden çekinmediğini, işkence, zulüm ve katliamlarına Hz. Muhammed’in @ harekâtı devam ettiği sürece devam edeceğini, kimsenin kendisini engellemeye gücünün yetmeyeceğini ve kimseden korkmadığını Kâbe içerisinde ilan etti. Bu onun azgınlığını ilanından başka bir şey değildi.

Ammar bin Yasir(ra), işkenceden nasıl kurtulduğunu Hz. Muhammed’e @ anlattı ve kendisine tatbik edilen işkencelerin dayanılmazlığı nedeniyle kalben olmasa da dil ile tevhidi dünya görüşünü inkâr ederek canını kurtardığını belirterek kendisinden özür diledi. Dayanılmaz acılar çeken Ammar bin Yasir’e(ra) Hz. Muhammed @ moral verdi ve kalpten olmayan beyanın geçerli olmadığını, zorlayarak yaptırılan seçimin bir şey ifade etmediğini, bu nedenle benzer olayla bir daha karşılaşacak olursa hiç çekinmeden aynısını dil ile yapabileceğini buyurdu.

Cenab-ı Hak, Ammar ailesine yapılan saldırıyı ve katliamı Şems Suresi ile dile getirdi. Bu surede Cenab-ı Hak, Tevhidi Dünya Görüşünü Güneşe benzeterek izleyicilerinin ay misali pırıl pırıl aydınlandığını, dünyanın bu güneşin (tevhidi dünya görüşünün) aydınlatması ile aydınlığa, barışa ve huzura kavuşacağına vurgu yaptı. Halihazırdaki şirkin ise dünyayı zulüm ve kötülükle karanlığa boğduğunu anlattı. Ama yeri ve göğü yaratanın insanı da yarattığını ve ona iyilik ve kötülük tercihi yapma serbestisi verdiğini bildirdikten sonra iyiliği, güzelliği tercih edenin kurtulacağı müjdesini verirken tercihini kötülükten yana kullananların ise mutlaka zarar ve ziyana uğrayacağını bildirdi. Devamında ise Ebu Cehil’i ve avanesini Semud’lu ileri gelen azgınlara benzetti. Nasıl ki Semud kavminin ileri gelen azgınları kendilerine gelen elçiyi inkar edip o elçinin Allah’ın devesinin su içmesine müsaade etmeleri gerektiği uyarısını yapmasına karşın o azgınların onu hiç dinlemeyerek deveyi ayaklarından keserek yere yıkıp öldürdülerse aynı şekilde Hz. Muhammed’in @ toplumun alt kesiminden olan Allah yanlılarına dokunmamalarını onların vahiy çeşmesinden içmelerine karışmamaları hususundaki ikaz ve uyarılarına rağmen Ebu Cehil’in bu uyarılara hiç aldırmadan kimsesiz ve Allah’ın garibi olan Sümeyye ve Yasir’i bacaklarından kopartarak işkence ile öldürmeleri birbirine çok benzer hadiselerdir.

Cenab-ı Hak, Yasir ailesine yapılan katliamı Arap yarımadasında herkesin bildiği Semudlu azgınların olayı ile yaptığı muhteşem metafor, Mekke müşriklerinin kuytu yerlerde işledikleri katliamın Mekke dışındaki kabilelere duyurulmasını sağladı. Ve surenin sonunda da Semudlu azgınların yaptıkları katliamların asla karşılıksız kalmadığını ve onların yerle bir olduğu benzetmesinden hareketle Mekkeli müşrik azgınların işledikleri bu cinayetlerin de asla karşılıksız kalmayacağı tehdidini yaptı.

İşte bütün bunlar, Şems Suresi ile çok veciz ifadelerle anlatıldı;

 

Rahman Rahim Allah Adına

 

1- 15- Güneşe / vahye / tevhidi dünya görüşüne ve onun parıltısına, onu izlediği zaman Aya / peygamber ve izleyicilerine, Dünyayı aydınlatan gündüze, / Dünyaya barış, huzur getiren vahye / tevhidi dünya görüşüne ve onu (dünyayı) karanlığa boğan geceye / zulme / şirke, Göğe ve onu bina edene, Yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene, Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona kötülük ve iyilik kabiliyetlerini verene yemin olsun ki; Onu arındıran gerçekten kurtulmuştur. (Yasir, Sümeyye, Ammar, vd. gibi.) Nefsini azdıran / kötülük ile donatan kimse ise kesinlikle zarara uğramıştır. (Ebu Cehil, Velid b. Muğire, As b. Vail, vd gibi) Semûd azgınlığı sebebiyle yalanladı; İçlerinden en onulmaz azgınları ileri atıldığı zaman, (Ebu Cehil ve Ekibi gibi) Allah'ın Elçisi (Salih @ şahsında peygamberimiz gibi) onlara: “Şu Allah'ın dişi devesini (Allah’ın garibi Sümeyye gibi) bırakın (ve ona bir zarar vermeyin), suyunu içsin / vahiy çeşmesinden içsin!” demişti. Fakat onlar, onun (elçinin) talebini reddettiler ve onu (Allah’ın devesini / Allah’ın garibi Sümeyye’yi) inciklerini keserek / işkenceyle öldürdüler. Rabbleri de günahları dolayısıyla onları düzleyiverdi / yerle bir etti. Onlardan hiçbiri başlarına gelecek şeyin korkusunu taşımıyordu. (Şems Suresi 1-15)

 

Mekke müşriklerinin Yasir ailesine yaptıkları işkence ve katliam müminler nezdinde derin sarsıntılar yarattı. Hz. Muhammed @ Şems Suresi nazil olunca bu sureyi hem müminlere hem de Kabe’de Mekkeli müşriklere okudu. Onları tarihteki bu örnekle uyardı. Fakat kan akmıştı bir kere. Yaptıkları katliamın akıbetinden korkmayan müşrik azgınlar artık daha da azgınlaşacağa benziyordu. Bu nedenle kamuoyu etkilenmişti. Halka korku vermeyi başarmışlardı. Gerçi Hz. Muhammed’in @ ve taraftarlarının yollarında istikrarlı direnişlerini sürdürecekleri her hallerinden belliydi ancak Mekkeli müşriklerin kararlılıkları da ortadaydı. Bu işin gidişatı bakalım nereye gidecekti ve sırada kim vardı?

 

5.4. Ashab-ı Uhdud Benzetmesi ve Habbab b. Eret’e Yapılanlar

Ve bir müddet sonra Habbab Bin Eret’e (ra) yapılan işkence haberleri geldi. Aslen Iraklı olup, köle olarak Mekke'ye getirilen ve daha sonra azat edilen Habbab bin Eret (ra) Mekke’nin demirci ustasıydı. Mekkelilerin kılıç ve silahları ile diğer demir alet ve eşyalarını imal ederdi. Hz. Muhammed’in @ saflarına katılan Habbab bin Eret’e (ra) Mekke müşrik elitleri yaptırdıkları kılıç ve silahların ücretini ödemeyerek zalimce bir tutum içerisine girdikleri gibi daha da ileri giderek fiziki işkence de yaptılar. Onu işkencelerin en ağırı olan ateşe attılar. Onu kendi dükkanında demiri eritmek için kullandığı ocağa yatırıp sırtını kızgın korlarda dağladılar.

Bu hareketleri ile Mekke müşrik azgınlarının ne kadar ileri gittikleri görülüyordu. Cenab-ı Hak, onların bu vahşice hareketleri karşısında Büruc Suresini inzal etti ve tarihte geçen bir olaya işaret ederek yaptıkları vahşetin hesabının mutlaka sorulacağını onlara bildirdi.

İşaret edilen tarihi olay, Ashab-ı Uhdud olarak meşhur olmuş olup kısaca şöyle özetlenebilir;

“Yemen (Himyer) kralı Zûnuvas Arabistan’ın güneyinde Hıristiyanların en kuvvetli merkezlerinden biri olan Necrân’ı ele geçirir ve yöre halkını dinlerini / dünya görüşlerini değiştirmeleri için zorlamaya başlar. Fakat din / dünya görüşü / ideolojilerini değiştirme konusunda zorlamaları reddeden halk çok büyük bir katliama uğratılır.  Halkın büyük bölümü ateş dolu hendeklerde yakılarak katledilir. MS 523 yılında meydana gelen bu soykırımda yaklaşık 30.000 kişi öldürülür. Necran halkından bir şahıs, bu katliamdan kendini kurtarır ve yapılan soykırımı Habeşistan ve Bizans krallarına bildirir. Bunun üzerine Bizans’ın da desteğini alan Habeşistan, 20.000 kişilik bir askeri birliği Yemen’e gönderir. MS 525 yılında gerçekleştirilen bir askeri harekatla katliamı gerçekleştiren Zûnuvas ve askerleri öldürülür. Böylece dinlerini / dünya görüşlerini / ideolojilerini değiştirmeyi reddettikleri için yakılan Necran halkının intikamı alınmış olur.”

Büruc suresinde Habbab bin Eret’e (ra) uygulanan ateş işkencesi, Ashab- Uhdud olayına benzetilerek Mekke müşrikleri uyarılır. Onlara yaptıklarının Zunüvas’ın yaptıklarından farkı olmadığı ve bu işkencelerine son vermeyecek olurlarsa sonlarının da onun gibi olacağı tehdidi yapılır.

Cenab-ı Hakk’ın Habbab bin Eret’e yapılan yangın azabı / işkencesi üzerine gönderdiği Buruc Suresi, Hz. Muhammed @ tarafından Kabe’deki muhalefetin konuşma yaptığı kürsüden Mekke’nin müşrik azgınlarına okunur. Hz. Muhammed’in @ Buruc Suresi kapsamında yaptığı konuşmada bu benzetme / metafor şöyle özetlenebilir;

“Nasıl ki Ashabı- Uhdud olarak nam salan Zunüvas ve yönetimi Necranlılara dinlerinden / ideolojilerinden / dünya görüşlerinden döndürmek için baskı ve katliam yaptıysa ve onların bu yaptıkları gizli kalmadıysa, Allah’ın bütün her şeyi gördüğü ve dilediği zamanda onları açığa çıkaran sebepleri bir şekilde gönderiyorsa, aynı şekilde sizin Mekke’nin kuytu yerlerinde yaptığınız işkence ve zulümlerin de gizli kalacağını sanmayın. Zira gökyüzündeki burçlarda / gözetleme mevkiinde olanlarla birlikte yeryüzünde de kale burçları gibi gözetleme yerlerinden sizin yaptığınız işkence olaylarına şahid olanlar her zaman vardır. Bu yaptıklarınız gizli kalmayacak ve Mekke dışına, hatta Bizans’a, Habeşistan’a, Mısır’a kadar duyulacaktır. Hiçbir ülke yanı başında meydana gelen siyasal bunalıma ilgisiz kalmaz. Mekke’deki siyasi bunalımın haberi de şimdiye kadar çoktan çevre ülkelere ulaştı ve onların ilgi alanlarına girdi. Tıpkı kale burçlarındaki gözetleme yerlerinden ileriyi gözetleyen nöbetçi askerler gibi o ülkeler, buradaki gelişmeleri gözetlemekte ve şahit olmaktadırlar. Bunları gelecekte sizlerin önüne koymak için kayıt tutmaktadırlar. Bunlar sosyolojinin, diplomasinin kurallarıdır. Bunlar doğal / ilahi kurallardır.”

 

Rahman Rahim Allah Adına

1- Burûçlar sahibi gökyüzüne yemin olsun ki, Vaad olunan o güne, Şahitlik edene ve şahit olunana, (yemin olsun ki) (Buruc Suresi 1-3)

 

 

“İşte bakın! Zunüvas ve yönetimi nasıl öldürüldü? Onlar öldürülmeyi hak ettiler! Çünkü onlar insanları hendeklere doldurup diri diri yaktılar, sadece bununla kalmadılar o hendeklerin etrafına oturup, yaptıkları işkence ve zulmü keyifle seyrettiler. O zavallı insanların suçu neydi? Onların suçu Aziz ve Hamid olan Allah’a şirk koşmaksızın iman etmeleri, yani tevhidi dünya görüşünü savunmaları değil miydi? Fakat onlara yapılan zulüm ve katliamlar gizli kaldı mı? Elbetteki gizli kalmadı. Onların işledikleri soykırım çevre ülkelerde duyulunca Zunüvas ve yönetimi için kıyamet kopmadı mı? Bizans ve Habeşistan müttefikliğinde gönderilen ordu bu zulmü yapanların hepsini kılıçtan geçirmedi mi? Ey Mekke’nin ileri gelenleri! Ashab-ı Uhdud olayında olduğu gibi sizlerin de yaptığınız işkence ve zulümler asla gizli kalmayacak ve yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz. Kendi içimizdeki siyasi bunalımı kendi içimizde çözmemiz gerekirken, siz işlediğiniz katliamlarla şehrimizi dışarının müdahalesine açık hale getiriyorsunuz.  Diğer taraftan işkence ettiğiniz insanların suçu nedir? Onlar, huzurlu, barış ve esenlik içerisinde, güçlü, güvenli, müreffeh bir ülke olalım derdinde değiller mi? Ama onların bu inançları nedeniyle sizin onlara reva gördüklerinize bakın! Allah sizin yaptığınız bu zulmü asla cezasız bırakmaz! Bir idare, zulüm ve baskı ile asla ayakta duramaz, yıkılır. Bu yıkılışın sorumluları ise yaptıklarının karşılığını mutlaka görür. Dahası zulümleri işleyenlerin cezasının bu dünyada çektikleri azapla kalacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Mazlum halka işkence edenlere Cenab-ı Hakk’ın dünyadaki azap ve cezaya ilaveten ahirette vereceği azap ise yangın azabıdır / cehennem azabıdır. İyiliği, doğruluğu, güzelliği yol edinen kimselere ise dünyada cennet gibi bir hayatı, ahirette de cenneti bahşedecektir. O, vaad ettiklerini mutlaka en iyi şekilde yerine getirir. O’nun yasalarından bir değişiklik yoktur. Sosyoloji ve diplomasi yasaları da aynen ilk insan topluluklarından bugüne aynıdır ve tekrar ederek devam eder. Fakat bununla beraber O, çok seven ve merhametlidir de. Şayet bu vahşeti durduracak olursanız o zaman azaptan kurtulursunuz.”

 

4- 16- Ashâb-ı Uhdud öldürüldü! / Hendeği kazanlar öldürüldü! O Şiddetli ateşi yakanlar. Hani onlar onun üzerine oturmuşlar müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Müminlere kızmalarının sebebi de onların çok güçlü ve övgüye lâyık olan Allah'a iman etmeleri idi. O ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur ve Allah her şeye şahittir. Şüphesiz ki inanan erkek ve kadınları ateşlere salıp / işkence edip sonra da tövbe etmeyenler için cehennem azabı vardır, yangın azabı da onlar içindir. Muhakkak ki, inanan ve ıslah edici işler yapanlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük kurtuluştur. Şüphesiz ki Rabbinin yakalayışı olağanüstü şiddetlidir. O, yoktan yaratır ve tekrar diriltir. Bununla beraber çok bağışlayandır, çok sevendir. Arş’ın sahibidir, Mecîd’dir. Dilediğini en ileri derecede yapandır. (Buruc Suresi 4-16)

        

“Yok eğer, ‘biz ne sizden ne de size destek verecek Bizans, Habeşistan, Mısır ya da herhangi bir ülke fark etmez, hiçbirinden korkmayız’ diyerek kendinizi çok güçlü ve büyük görüyorsanız, o zaman tarihteki Firavun ve Semud ordularının başına neler geldiğini bir hatırlayın.  O süper güçler de zamanında kendilerini yenilmez görüyorlardı. Ama ne oldu onlara? Bugün onların gücünden, otoritesinden bir şey kaldı mı? Bunları bir düşünün bakalım.”

 

“Fakat siz yapılan tüm uyarılara kulak tıkıyorsunuz. Halbuki Allah, siz hiç farkında olmadan sizi kuşatıyor. Bu size okunan / söylenen şeyler çok değerli bilgilerdir ve insanlık tarihinden beri aynen korunan ve tabletlere kazınmış bilgilerdir. Tüm çağlar boyunca da geçerlidir. Bu hep böyle olmuş ve bundan sonra da böyle olacaktır. Zulmetmeye devam ettiğiniz ve uyarılara aldırmadığınız sürece eskilerin başına ne geldiyse sizin de başınıza gelecektir.”

 

17- 22- O orduların haberi sana gelmedi mi? Yani Firavun ve Semûd’un. Tüm uyarılara rağmen o inkârcılar hâlâ bir yalanlama içindedirler. Allah ise onları, fark etmeden kuşatmaktadır. İş onların iddialarının aksinedir! O, mesajları, korunmakta olan levhalarda da / tabletlerde de / yazıtlarda da yer alan, çok şerefli / yüce bir Kur’an’dır. (Buruc Suresi 17-22)

 

5.5. Mekke Müşrik Elitlerin Şiddetin Dozunu İyice Arttırmaları

Bütün uyarılara rağmen Mekke müşrik azgınları işkence ve zulümlerine bütün şiddeti ile devam ettiler. Hz. Muhammed’in @ taraftarı olan köleler, zayıflar ve kimsesizleri yola getirmek için sopayla (Kar: sopayla dövülerek yola getirmeye çalışma) kovalanıyordu. Onlar sopa darbelerinden kurtulmak için pervaneler gibi kaçışıyorlar ancak yakalandıkları yerde sopayla öldüresiye dövülüyorlardı. Dağların yün gibi atılması misali, iri cüsseli bu zavallı insanlarda sopayla yünlerin atılması gibi zalimler tarafından sopayla kemikleri kırılmakta, her tarafları kan revan içinde kalmakta ve mosmor kesilmekteydi. Zalimler dayak atmaktan yorulduktan sonra mazlumlar yatırılıp karınlarına ağır taşlar konulmakta, daha da olmadı, çukurlara yatırılıp üzerleri kızgın kumlarla örtülmekteydi.

İşte Bilal’e (ra), Suheyb’e (ra) ve Ebu Fuheyre (ra) vd. yapılan şiddet ve işkenceler hız kesmeden devam ederken Cenab-ı Hak, hem müminlere moral destek vererek onların direnişlerini sağlamak hem de müşrikleri tehdit etmek için peş peşe sureleri elçisi Hz. Muhammed’e @ inzal etti. İnzal edilen sureler, Hz. Muhammed’in @ bizzat kendisi ya da görevlendirdiği kişilerce Kabe’nin muhalefet mahfilinden insanlara okundu. Karia Suresi de kölelerin yola getirilmeleri için sopayla öldüresiye dövülmesi şeklindeki işkenceyi mümin kölelere uygulayan müşriklere ahirette / gelecekte aynıyla mukabele edileceğini anlatır. Nasıl ki Bilal-i Habeşi’yi(ra) müşrik elitler sopalarla dövmüşler, her tarafını rengarenk bulutlar gibi yara bere içerisinde bırakmışlar ve karnının üzerine taşlar yığıp üzerine de kendileri çıkarak işkenceye tabi tuttularsa, kıyametten sonra aynı akıbetle müşrik elitler de yüz yüze geleceklerdir. Öyle bir zaman gelecek ki, bu müşrik elitler işkence ettikleri köle ve zayıf müminlerden köşe bucak kaçacaklar.

İşte müşrik işkencecilerin mümin zayıflara ve kölelere reva gördükleri şiddet sahneleri Karia Suresinde çok belağatli bir şekilde betimlenir;

“Şimdi sopayla kovalanma sırası size geldi! Pervaneler gibi kaçın bakalım! Fakat kaçışınız nafile! İlahi Sopa kafanızı parçalayacak! Yakalandığınız yerde yün atılması gibi sizler de sopalanacaksınız ve her tarafınız kıpkırmızı kan, her tarafınız mosmor, bütün vücutlarınız sopa darbelerinden rengarenk olacak ve bütün kemikleriniz kırılacak, un ufak olacaksınız…. Üzerlerine ağır taşlar koyduğunuz üzerine de sizin çıktığınız (tartıda ağırlığı fazla basıp altta olana kinaye ile) insanlara / müminlere ise o gün hoşnutluk var! Ama bütün bu işkenceleri, eziyetleri yapan, işkence yaptığı insanların üzerine çıkıp üstte olan (tartıda hafif olup üste çıkana kinaye ile) insanların ise anası ağlatılacak o gün! Onlar, sizin asla ve asla tahayyül / idrak bile edemeyeceğiniz kızgın ateşli cehennem çukurunun dibine yollanacaktır!”

 

Rahman Rahim Allah adına

1- 11- Kâriah! Nedir o kâriah? Kâriah’ı sen nereden bileceksin ki! O gün, insanlar, darmadağın pervaneler gibi olurlar. Dağlar ise saçılmış renkli yün gibi olur. Ve o zaman kimin tartıları ağır basarsa, işte o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir. Tartıları hafif gelen kimse ise, işte onun anası Haviye’dir. Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin ki? O, kızgın bir ateştir. (Karia Suresi 1-11)

5.6. Mekkeli Müşriklerin Azgınlıklarını Çevre Ülkelere Şikâyet Eden Mesaj

Cenab-ı Hak Mekke müşriklerinin işledikleri katliamlar nedeniyle iyice azdıklarını onların ticaret için gittikleri Mısır, Filistin, Şam vb. yörelere mesaj olarak iletilmek üzere Tin suresini inzal eder. Bu sure ile Cenab-ı Hak insanların dikkatini bazı meyve ve coğrafi isimler ile nam salmış erdemli, seçkin ve üstün şahsiyetlere işaretle başlar. İncir ve zeytin denilince bu meyvelerin yetiştiği Mısır, Filistin ve Şam beldelerine ve oralarda yaşayan geçmiş peygamberlerin (Hz. İsa, Hz. Yahya, Hz. Süleyman, Hz. İshak, Hz. Yakub vb.) bağlılarına, Sina dağı ile de Hz. Musa’ya bağlı Yahudilere mesaj gönderilir. Gönderilen mesajda güvenli belde olan Mekke ile de Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gibi şahsiyetlere işaret edilerek Mekke insanının Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in öğretilerine bağlı kaldığı dönemlerde çok yüksek ahlaka, en güzel karakterlere ve yaratılışa sahip iken Mekke’nin güvenli bir belde özelliğine sahip olduğu ifade edilir.

 

Rahmân Rahîm Allah Adına

1-4- İncire, zeytine, Sina dağına ve bu güvenli beldeye yemin olsun ki, gerçekten Biz insanı en güzel biçimde yarattık. (Tin Suresi 1-4)

 

Fakat gelinen noktada ise Mekke müşriklerinin yaptıklarına işaretle ne kadar aşağı ne kadar rezil ne kadar alçak bir konuma geldikleri bildirilir. İman eden ve güzel eylemlerde bulunan kişiler müstesna olmak üzere müşrik olan Mekke halkının bu şehrin kurucularının güzel karakterlerinden hiçbir nasiplerinin kalmadığına ve içlerindeki güzide / karakterli / ahlaklı ve şahsiyetli insanlara işkence uygulamaları ve katletmeleri nedeniyle geldikleri aşağılık duruma dikkat çekilir.

 

5- 6-Ve sonra onu aşağıların en aşağısına indirdik. Fakat iman edip doğru ve yararlı işler yapanlar hariç. Onlar için kesintisiz bir ödül vardır! (Tin Suresi 5-6)

 

Cenab-ı Hak, Mekke müşriklerinin uyarılara kulak tıkadıklarını ve yaptıklarının hesabını vermeyi de reddettiklerini, işledikleri zulüm nedeniyle kimseden de korkmadıklarını, çekinmediklerini dile getirir. Böylece müşrik azgınların artık iyiden iyiye haddi aştıklarına işaret edilerek çevre ülkedeki temiz şahsiyetlere gelinen durum hakkında bilgi verilir. O müşrik azgınların inkâr, şiddet ve katliamlarında bu denli pervasız davranmalarının arkasında ne olduğu, diğer bir ifade ile onların neye ve kime güvenerek böyle davrandıkları dile getirilir. Sonunda da Allah’ın hakimler hâkimi olduğu bildirilerek hem Mekke müşriklerine yaptıklarının hesabının bir gün mutlaka sorulacağı mesajı verilir hem de çevre ülkelerdeki adalet yanlısı şahsiyetlere mazlumların yanında yer almaları gerektiği ve onlara sahip çıkılması için ellerinden geleni yapmaları mesajı iletilir.

 

7- 8- Öyleyse, (Ey Mekkeli müşrik insan!) Bundan sonra dini/ hesap vermeyi sana ne yalanlatıyor? Allah, hâkimler hâkimi değil midir? (Tin Suresi 7-8)

 

5.7. Müşriklere Kıyamet ve Mahkeme-i Kübra da Hesap Sorma Sahnelerinin Gösterilmesi

Mekke müşrik baronlarının işkence ve şiddetine maruz kalan mümin köle ve zayıflara moral vermek, ayrıca işkencecileri tehdit edip korkutmak için Cenab-ı Hakk surelerini arka arkaya inzal eder. Bu surelerden birisi de Kıyamet suresidir ki bu surede müşrik elitler için Kıyamet sahneleri tasvir edilir. Bu tasvirler aynı zamanda gelecekte onların başlarına gelecek toplumsal kıyamete de bir misaldir / metafordur. Böylece Mekke müşrik elitlerin sadece uzak gördükleri bir kıyamet olayı ile değil aynı zamanda yakın bir gelecekte yaşayacakları toplumsal devrim / toplumsal yıkım / toplumsal kıyamet ile iktidarlarını kaybetmeleri ve işkence ettikleri kişilerin iktidara gelmeleri halinde hallerinin nice olacağı anlatılarak tehdit edilirler.

Surede zikredildiği üzere, Mekke müşrikleri insanların öldükten sonra çürüyüp toz toprak olduktan sonra dağılan, un ufak olan kemiklerinin tekrar bir araya gelip dirilmesine nasıl inanmıyorlarsa aynı şekilde Hz. Muhammed’in @ iddia ettiği gibi toplumsal bir kıyametin gerçekleşeceğine ve bu kıyametten sonra da adeta atomize halde dağılmış bulunan kabilelerin bir araya geleceğine ve böylece toplumsal bir dirilişin gerçekleşeceğine de inanmıyorlardı. Onlar bunu Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının gücüne bakarak mümkün görmüyorlarsa da Hz. Muhammed’in @ mesajlarının halk üzerindeki etkisine bakarak kalplerinde az çok bir korku ve tedirginlik yaşamıyor değillerdi.

Cenab-ı Hak, kozmik kıyamette bütün insanların biyolojik olarak tekrar diriltmesine temsilen / metafor yaparak anlattığı toplumsal kıyametin akabinde toplumsal dirilişe referans vererek bu kıyamete yemine eder ve sonra da Mekkeli müşrik elitlerin yaptıkları zulüm ve işkenceler nedeniyle mutlaka pişman edileceği vurgulanır.

Dahası aynı metafor kullanılarak, nasıl ki insanların parmak uçlarına kadar bütün organları bir araya getirilecekse aynı şekilde en büyüğünden en küçüğüne, en yakınından en uzağına kadar bütün kabilelerin bir araya getirileceği ve toplumsal dirilişin mutlaka gerçekleşeceğine işaret edilir.

Mekke müşrik elitlerin kıyamet ve dirilişi inkâr etmelerinin altında yatan şey ise, onların günaha, soyguna, hile ve desiseye, aldatma ve zulme dayalı şirk sisteminin devam etmesini istemeleridir. Onlar işledikleri günah ve soygun düzeninden vazgeçmek istemiyorlardı.  Kabilelerin birbirini kırması, kan dökmeleri, acı çekmeleri onları hiç ilgilendirmiyordu. Zira onlar bu ayrışma, kavga, kan ve acılardan besleniyorlardı. Şirk otoriteleri öyle bir sistem kurmuşlardı ki, zavallı kabileler birbirini yiyorlar ama bunun sebebini bir türlü bilemiyorlardı. Bilseler de çözüm üretemiyorlar, çare bulamıyorlardı. Şirk sistemi ile toplumun vahşi, geri, ilkel durumda kalması bile bu sistemden beslenen otoritelerin umurunda değildi. Çünkü onlar için çevirdikleri entrikaların sürüp gitmesi ve bu entrika siyaseti ile üstünlüklerinin devam etmesi önemliydi. Bu sistemde kimse onlardan hesap soramıyor ve her halükârda onlar kazanıyordu. Fakat onlar bir gün mutlaka bir kriz, devrim, bunalım veya yıkımla yüzyüze geleceklerine ihtimal vermiyorlardı. Onlar bu durumun böyle uzun süre gitmeyeceğini iddia eden Hz. Muhammed @ ile “madem bu böyle gitmez ne zaman olacakmış bu kıyamet” diye dalga geçiyorlardı. Böyle demekle hem kozmik kıyameti inkâr ediyorlar hem de toplumsal kıyameti kabul etmiyorlardı.

 

Rahman Rahim Allah Adına

1- 2-Hayır, Yemin ederim / Andolsun kıyamet gününe ki (mutlaka gelecek ve) sizler (o gün yaptıklarınıza) pişman olacaksınız! O insan (Mekkeli müşrik insan) kendisinin kemiklerini asla bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, Biz onun parmak uçlarına (varıncaya kadar tüm organlarını) düzeltmeye gücü yetenleriz. Aslında o insan, geleceğini fücûrla / günahla geçirmek istiyor / geleceğini karartıyor. (Ve alaylı bir şekilde) Soruyor: “Kıyamet günü ne zamanmış?” (Kıyamet Suresi: 1-6)

 

Mekke müşriklerinin gerek ehli kitap kabilelerden öğrendikleri kadarıyla olsun gerekse Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den miras kalan ilahi öğretiden öğrendikleri ile ahiret, kıyamet ve hesap günü hakkında bilgileri vardı. Fakat zamanla bu konulardaki inançları zayıflamış ve şirk sisteminin işleyişi içerisinde bunu inkâr ederek inanç sistemlerinden çıkarmışlardı.

Her ne kadar müşriklerden bir kısmında ahiret inancı hala varlığını sürdürüyorsa da önemli bir kısmı bu inancı terk etmişti. Onların ahiret inancını terk edişlerindeki esas sebep, şirk sistemi ile ahiret inancının örtüşmemesi idi. Zira ahiret inancı, beraberinde hesap vermeyi de getiriyordu. Halbuki onlar kurdukları ve yerleştirdikleri şirk sisteminde yaptıkları zulmü, haksızlığı, hile ve soygunu kamufle etmek bir yana onları dini ve kutsal hale getirmişlerdi. Şayet öldükten sonra hesap vermeyi ve yeni bir hayatı kabul edecek olurlarsa, o takdirde hesabı, kalpleri ve niyetleri dahil her şeyi bilen Allah soracağı için onların bu işledikleri kötülükler nedeniyle cezalandırılacakları apaçıktı. Ama bu inancın yerine tıpkı ticari ilişkilerinde yaptıkları gibi sosyal hayatta da işlenen cürümlerin, günahların bedelini ödeyerek cezadan kurtulma şeklinde bir inanç geliştirilirse ve her şeyin bu dünyada olup bittiğini, öldükten sonrası için herhangi bir hesap verme gibi bir durumun asla olmayacağı inancı getirilirse sorun da çözülmüş olacaktı. Onlarda böyle yaptılar ve şirk sisteminin insanları aldatan bu düşünce modelini esas aldılar.

Fakat Cenab-ı Hak, gönderdiği mesajlarla onlara kozmik kıyametin mutlaka olacağını bildirdiği gibi nasıl olacağını en detaylı sahnelerle tasvir etti. Öyle ki tasvir için kullanılan sözler muhataplarını adeta o anda yaşadığı sahneler olarak canlandırdı. Bu canlandırma sözleri, muhataplarında büyüleyici bir etki yarattı. Nazil olan surelere muhatap olan kimseler, bu canlandırma ile aynı zamanda bu dünyadaki hayatlarında da bir kıyametin ve hesap vermenin zorunlu olduğuna inandılar.

İşte Kıyamet suresinin devam eden ayetlerinde yukarıda anlatıldığı şekilde benzer bir canlandırma örneği, Mekke müşriklerinin uyarılıp korkutulması için gösterilir. Önce kozmik kıyamet sahneleri tasvir edilir ve gözlerin yerinden fırlayacakmış gibi (fal taşı gibi) açılmasına neden olan bir ay tutulması olayında olduğu gibi her ikisinin de kaybolmasının bir ifadesi olan “Güneş ile ayın bir araya gelmesi” ya da her ay yaşanan mihâk gecesi (her Arabî ayın son üç gecesi) gibi ay ve güneş bir araya gelir ve fakat sadece ay değil, güneş de yokluk deryasına dalar, görünmez olur. Güneş vahiyle, Ay ise Hz. Muhammed @ ile metafor yapıldığında, Hz. Muhammed’in @ hicret veya herhangi bir sebeple Mekke’yi terk etmesi halinde işte o zaman Mekkeli müşriklerin hali perişan olacaktır. Zira o zaman Mekke’nin kıyameti kopmuş olacak ve azgın müşrik elitler kaçıp sığınacak delik arayacaklar ama hiçbir yere kaçamayacaklardır. Çünkü onlar nasıl kozmik kıyamette Cenab-ı Hakk’ın huzurunda kurulacak Mahkem-i Kübra da (o büyük mahkemede) hesap vermek üzere toplanacak ise, aynı şekilde toplumsal kıyamet koptuğunda da alay eden, müminlere işkence eden müşrik elitler Hz. Muhammed’in @ önderliğinde kurulacak tevhidi sistemin mahkemesinde ve milletin huzurunda toplanacak ve kendilerinden hesap sorulacaktır. İlahi savcılık, onların tüm işledikleri kötülükleri ve yapması gerekirken yapmadıkları şeyleri yüzüne okuyacaktır. Öyle ki, müşrikler tüm yaptıklarını bizzat kendileri en ince ayrıntılarına varıncaya kadar göreceklerdir. Böylece yaptıklarını asla inkâr edemeyeceklerdir. Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının da gelecekte işkenceci müşrik elitlerin aynı şekilde sorgulanacağının ve yaptıklarının da kendilerine ayrıntılı olarak bildirileceğine ilişkin işaretlerini aşağıdaki ayetler verir.

 

7- 14- Gözlerin fal taşı gibi açıldığı zaman, Ay tutulduğu zaman, Güneş ve Ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, “Kaçacak yer neresi?” der. Hayır… Hayır… Sığınacak bir yer yoktur! O gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. O gün insana, yaptığı ve yapmadığı ne varsa bildirilir / yüzüne okunur. Böylece o insan, kendi işlediklerini kendisi de görecektir. (Kıyamet Suresi: 7-14)

 

Cenab-ı Hak, Mahkeme-i Kübradaki sahneleri anlatmaya devam eder;

“Nasıl ki kurulacak o büyük mahkemede zulüm yapan ve müminlerle alay eden müşrik azgınlara işledikleri yüzlerine okunduktan ve bizzat kayıtlarda kendilerine gösterilip de bu yaptıklarını inkâr etmelerinin asla mümkün olamayacağı ortaya çıktıktan sonra onların tek yapacakları şey, çeşitli mazeretler ileriye sürmek olacaktır.”

 

15. Birtakım mazeretler ortaya atsa da... . (Kıyamet Suresi: 15)

 

“İlahi Mahkemede, yaptıklarına mazeret bulmaya çalışan müşriklere, ilahi savcılığın verdiği cevap çok sert olacak ve kendilerine; ‘dur hele! Mazeret uydurmak için acele etme ve boşuna çeneni yorma’ denilecek. Mekke’nin fethinden sonra da Müminler, o işkenceci müşriklerin yaptıkları zulümler için boşuna mazeret ileri sürüp çenelerini yormamalarını ve suçlu olduklarını beyan ederler.” ([1])

 

16- O konuda acele edip çeneni yorma! / dilini depretme! (Kıyamet Suresi: 16)

 

“Çünkü ilahi savcılık o müşriklerin yaptıkları her şeyi, işledikleri tüm kötülükleri, niyetleri de dahil olmak üzere toplamış, kaydetmiş ve arşivlemiştir. Şimdi onların tek tek yüzlerine okunması yapılacaktır. Bu nedenle mazeret ileri sürmek için ‘boşuna çeneni yorma! her şeyin kaydı var!’ diye suçluya bildirilecektir.  İşte bu hesap günü sahnesi aynı zamanda Müminler zafer kazandıktan sonra da gerçekleşecek ve müşriklerin yaptıkları zulüm, işkence ve şiddet bugün bizzat şiddete uğrayanların hafızalarına kazınıyor ve o zafer gününde de onlara hatırlatılacaktır.”

 

17- Muhakkak ki onun (yaptıkları her türlü kötülüklerin) toplanması / kaydederek arşivlenmesi ve okunması Bize aittir. (Kıyamet Suresi: 17)

 

“Ey suçlu! Ey Zalim!  Şimdi sana düşen, yaptıkların yüzüne okunduğu zaman sesini çıkarmadan, mazeret için uğraşmadan, sessizce dinlemen ve iddianamenin okunmasını sonuna kadar takip etmendir. Bu iddianamede yer alan iddiaların ayrıca açıklamaları, kanıtları, delilleri de ilahi savcılık tarafından yapılacaktır. İşte nasıl ki ilahi mahkemede suçlulara böyle muamele yapılacak, işte bu dünyada Hz. Muhammed’in @ iktidarı da şimdi işkenceci olan müşrik elitlerin yaptıklarının kayıtları, arşivleri tutulmakta ve aynı şekilde zamanı gelince onlara bu kayıtlar okunacak ve onlara asla mazeret ileri sürmelerine bile fırsat verilmeyecektir. Çünkü onların suçları ayan beyan ortadadır. / ispatlı- delillidir.”


18-19-O halde Biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunmasını takip et! Sonra, onun beyanı [kanıtlarıyla ortaya konması] da bize aittir. (Kıyamet Suresi: 18-19)

 

“Siz sadece bu dünyayı düşünüyorsunuz, kısa vadeli düşünüyorsunuz. Ve sadece günü kurtarmaya çalışıyorsunuz da geleceğinizi hiç önemsemiyorsunuz.  Uzun vadeli düşünmüyorsunuz. Halihazırdaki yaşadığınız hazları, keyifleri, rahatlığı düşünüyorsunuz ve konforunuzu bozmak istemiyorsunuz. Geleceğinizin tehlikede olduğunu bildirenlere de yapmadığınızı bırakmayarak başınıza gelecek azap ve felaketleri, bunalım ve krizleri çabuklaştırıyorsunuz. Bu yaptığınız zulüm ve işkenceler nedeniyle gelecekte başınıza gelecek felaketleri hiç önemsemiyorsunuz. Ama sizler işlediklerinizin cezası olarak o gün insanın belini kıran şiddet uygulanacağını anladığınızda yüzleriniz asılacaktır. Bugün işkence ve zulüm yaptığınız müminlerin ise o gün yüzleri gülecek zira onlar yaptıklarının karşılığı olarak verilecek mükafat için Rabblerine nazar edecekler. Ahirette gerçekleşecek bu hesap görme olayı aynı zamanda bu dünyada da gerçekleşecek ve toplumsal diriliş gerçekleştiği ve Hz. Muhammed @ ve taraftarları zafer kazanarak iktidara geldiklerinde de müminler sevinç içerisinde olacaklar ve Rabblerinden yana olmanın mükafatını beklerken müşrik azgınların yüzleri ise korku ve üzüntüden asılacaktır. Zira yaptıklarının cezası olarak çok şiddetli bir karşılık verileceğini düşünecekler.”


20-25- Hayır! Hayır! Siz dünyayı seviyor fakat ahireti önemsemiyorsunuz. Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabblerine nazar edicidirler. Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar. Anlar ki kendilerine bel kıran (bel kemiklerini kıran bir cezalandırma) yapılacak. (Kıyamet Suresi: 20-25)

 

Cenab-ı Hak, ahireti umursamayan Mekkeli müşriklere bir önemli hatırlatmada daha bulunur ve onların dikkatlerini ölüm anına çeker;

“Madem ki ahireti önemsemiyorsunuz, geleceğinizden endişe etmiyorsunuz o zaman can çıkmaya başladığı, sekaret haline geldiğiniz zaman ki bu konuda hiç şüphe yoktur, herkes bu hali yaşayacak, işte o canın çıkmaya başladığı zaman bacaklarınız birbirine dolanır, ölümden geri dönüş için, ölümden geri döndürecek kurtarıcı ararsınız fakat nafile. Artık ayrılık vaktinin geldiğini ve bu seferki gidişin Rabbe olduğunu anlarsınız. Ama iş işten geçmiştir artık. Zira bir gün yaptıklarınızın hesabını vereceğinizi reddetmiştiniz ve salat etmemiş (namazı müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyetleri yapmadığınız) ya da en azından destek vermediğiniz gibi hakkı savunanlarla alay edip onlara işkence ettikten sonra çalım sata sata arkadaşlarınızla eğlenmiştiniz. Fakat çok yakında göreceksiniz. Sizler başıboş bırakılacağınızı mı zannediyordunuz. Hesap vermeyeceğinizi mi sanıyordunuz? Bu yaptıklarınızın hesabını hem ahirette hem de dünyada vereceksiniz. Göreceksiniz siz! Hem de çok yakında.”

 

26-36- Hayır… Hayır… Can köprücük kemiklerine dayandığı zaman, “Kim tedavi edicidir! / şefaatçi kimdir? / kurtarıcı var mıdır?” diye sorulur. Fakat! Anlar ki, artık bu bir ayrılış anıdır. Bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk, sadece Rabbinedir. Fakat o ne tasdik etmiş ne namaz kılmıştı. Fakat o, yalanlamış ve geri durmuştu. Sonra da çalım sata sata ehline / arkadaşlarına gitmişti. Çok yakında göreceksin sen, hem de çok yakında! Yine, Çok yakında göreceksin sen, hem de çok yakında! Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? (Kıyamet Suresi: 26-36)

 

Bütün bu uyarılara rağmen hala inanmayan Müşrik baronlara Cenab-ı Hak bir uyarı daha yapar;

“Siz daha önce bir damla su değil miydiniz? Sonra döllenmiş bir yumurtaya dönüştünüz daha sonra çeşitli organlar ile donatıldınız ve erkek ya da dişi olarak dünyaya geldiniz. Şimdi bütün bu yaratmayı gerçekleştiren, öldükten sonra sizi tekrar diriltemez mi? Aynı şekilde sizin toplumunuz Mekke’ye gelen Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile oluşmaya başladı ve sonra büyüdünüz, çeşitli kabileler halinde çoğaldınız ve Mekke’yi oluşturdunuz. İlk önceleri Hz. İbrahim’i takip ederek tevhidi dünya görüşünü savunurken canlı ve diri idiniz. Ama şimdi şirk nedeniyle toplumsal olarak öldünüz, geri kaldınız, ilkel ve şirkin parçaladığı toz gibi atomize topluluklar oldunuz. Birliğiniz gitti. Hayatiyetiniz gitti. Ama sizi ilk defa yaratan Rab, toplumsal olarak öldükten sonra yine toplumsal olarak sizi yeniden diriltip tarih sahnesinde yerinizi almaya kadir değil midir?  O yaratıcı, çürümüş, kokuşmuş ve ölü toplumları temizleyip arındırıp tekrar diriltemez mi? Onlara tekrar hayat veremez mi?”


37-40- O, bir damla su / nutfe değil miydi? Sonra bir döllenmiş yumurta oldu, sonra O, onu yaratmış sonra da düzene koymuştur ki ondan da erkek ve dişi olmak üzere iki çift var etmiştir. Peki, bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi: 37-40)

 

[1]) NOT: Tevhid Mesajı- Prof. Dr. Hasan Elik & Muhammed Coşkun. Fahrettin Razi’nin Keffal’den yaptığı alıntıya göre tercih edilen görüş burada da paylaşılmıştır. (A.A)

5.8. Ruh Hastası İşkenceci Müşrik Elitlerden İntikam Alınacağının İlanı

 Mekke’nin müşrik elitlerin uyguladıkları şiddet ve baskının dozu arttıkça, mücadeledeki direnişin dozajı da artmaktadır. Cenab-ı Hak, inzal ettiği surelerde müşrik elitleri aynı şekilde şiddetle cezalandıracağı tehdidinde bulunarak bir taraftan onları korkutmakta diğer taraftan ise Hz. Muhammed @ ve taraftarlarına moral vermektedir. Arka arkaya nazil olan bu sureler, Kabe’nin muhalefet kürsüsünden müşrik elitlerine karşı okunurken müminlere ise özgüven vermektedir. Öyle ki bu surelerdeki hitabette, Cenab-ı Hak müminleri arkasına almış onları koruyor ve müşrik işkencecilerin suçlarını ifşa ediyor ve daha sonra onları aşağılıyor, tehdit ediyor ve korkutuyordu. Aynı zamanda o işkenceci zalim müşrik elebaşıların patalojik bir hastalığın içerisinde olduklarını, bu nedenle değer yargılarının kalmadığını ve insan olma özelliklerini kaybettiklerinin vurgusunu yapar.

Velid b. Muğire, Ümeyye b. Halef, Ahnes b. Şüreyk gibi Mekke’nin azgın ileri gelenleri Hz. Muhammed’in @ taraftarlarından zayıf, kimsesiz ve köle olanlarına şiddet uygularken Hz. Muhammed@ ve güçlü aşiret mensubu olan taraftarlarına ise sözlü taciz, aşağılama, kaş-göz işaretleri ile alay etme vb. hareketlerle şimdilik psikolojik şiddet uygulamaktaydılar. Cenab-ı Hak, onların bu yaptıklarının hesabını vereceklerini bildirmek için Hümeze Suresini inzal etti. Bu yapılanların intikamının mutlaka alınacağını şu veciz ifadelerle bildirdi;

 

 

 

Rahman, Rahim Allahın Adına

1- Sıkıntıya sokanların / Kırıp dökenlerin / Vuranların / Dövenlerin / Arkadan kınayarak, ayıplayanların / Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline! (Hümeze Suresi 1)

 

Kabe’de müşriklere karşı okunan bu surede işkenceci zalim müşrik elebaşıların patolojik kişilik bozuklukları olduğu, edindikleri mal veya emtia ile kendilerini her şeye gücü yeten, ölümü dahi baştan savıp ölümsüzlük sağlayan bir ilâh olarak görme eğilimleri ile ifade edilir. Mal tutkusunun esiri olup iyice yozlaşan bu kişilik, elindeki ekonomik varlığı, hesaba çekilme ve yaptıklarının karşılığını verme zamanı olan ahirette Allah’ın vereceği cezayı bertaraf edebilecek bir güç zannedecek kadar da akılsızdır. Onun bu beyinsizliği iki de bir para sayması ve saydıkça da bundan zevk alması şeklinde tezahür eden çocukça davranışları onun komikliğini ortaya koyar.

 

2–3. O ki malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini ebedîleştirdiğini sanarak onu tekrar tekrar sayandır. (Hümeze Suresi 2-3)

 

Ne var ki, bu davranışlarının kendilerine pek pahalıya mal olacak ağır bir sonuç içermekte olduğu Cenab-ı Hak tarafından bildirilir. Hem de onlara öyle ağır maliyeti olacak ki onların önemsiz bir paçavra gibi aşağılanarak fırlatıp atılacakları çok kesin bir dille vurgulanır. Bu işin şakasının olmadığı ve mutlaka sonunda gerçekleştirileceği bildirilir. O azgın ve zalim kodamanlar tevhidi hareket başarıya ulaştığında malsız mülksüz perişan olacaklar ve meteliğe kurşun atar hale geleceklerdir.

 

4. Hayır… Hayır… Kesinlikle o, Hutame’ye fırlatılıp atılacaktır. (Hümeze Suresi 4)

 

Cenab-ı Hak onların fırlatılıp atılacağı ortamı cehennem ateşi metaforunu kullanarak açıkladı. Nasıl ki ahirette Cenab-ı Hakk’ın tutuşturduğu ateş o müşrik elebaşıların yüreklerine işleyecek şiddetteyse bu dünya hayatında Hz. Muhammed’in@ Allah’ın vahyi ile yaktığı ateş de o müşrik elitlerin yüreklerine işleyecektir. Hz. Muhammed’in @ başlattığı tevhit hareketi, Allah tarafında tutuşturulmuş bir ateştir ki, bu ateş şirk / bölücülük sisteminin liderlerini, azgın kodamanlarını yakacaktır. Hem de öyle bir yakışla yakacaktır ki onun ateşi ciğerlere işleyen bir ateş olacak ve onların yürekleri yanacaktır. Hiçbir şey bu ateşi söndüremeyecektir. Bugün sürekli malını parasını sayan o azgın kodamanlar yarın malları ellerinden gidip meteliksiz kaldıkları zaman, işte o zaman onların içlerine ateş düşmüş olacaktır.

 

5-7- Hutame’nin ne olduğunu sen idrak edebilir misin? (O,) Allah’ın tutuşturulmuş bir ateşidir. O, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkar. / ciğerlere işleyen - yürekler yakan bir ateştir o. (Hümeze Suresi 5-7)

 

Dahası nasıl ki, onlar ahirette cehennem ateşinin içerisindedir ve cehennemden kaçışı engellemek için yüksek kapılar vardır ve bu kapılar bir yere kaçamasınlar diye onların üzerlerine kilitlenmiştir, işte aynen bunun gibi Mekke’nin kodamanları da yarın o meteliksizlik yüreklerine dert olduğu zaman, o perişan hallerinden kurtulmaları da mümkün olmayacak şekilde izole edilecekler, adeta bir zindan hayatı yaşayacaklardır.

 

8-9- O, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır; Uzatılmış direkler / kafesler içinde. (Hümeze Suresi 8-9)

 

5.9. İşkenceci Müşrik Kodamanlara İlahi Tehditlere Devam

İşkence ve şiddetin hiç aralık vermeden devam ettiği bu vasatta peş peşe gönderdiği surelerle müşrik kodamanları tehdit eden Cenab-ı Hak, bu tehditlerine bir yenisini daha ekler ve Mürselat Suresini gönderir. Bu sure de Kabe’nin muhalefet köşesinden müşrik elitlere okunur.

 

Müşriklere yapılan tehditlerin sık sık tekrar edildiği bu sure, azıp sapmış toplumları tekrar yola getirmek için birbiri arkasına gönderilen elçilere ve onlara vahyedilen öğretilere yemin edilerek başlar.

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-Andolsun, birbiri ardınca dalga dalga gönderilenlere (Mürselat Suresi 1)

 

Gönderilen bu elçiler ve onların öğretilerinin fırtına gibi esip sonunda gönderildiği kokuşmuş ve çürümüş toplumların iktidarlarını devirdiği ifade edilirken bundan Mekke müşrik elitlerin istisna tutulmayacağına ve bir gün gelecek onların da Hz. Muhammed’in @ tevhidi dünya görüşünü oluşturan ilahi mesajın fırtınası karşısında savrulup gideceğine işaret eder.

 

2- Andolsun, Fırtına gibi esip devirenlere. (Mürselat Suresi 2)

 

Nasıl ki yağmurun kurumuş tabiatı canlandırıp hayat vermesi ve dirilişi sağladığı örneğinde olduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın da gönderdiği bu elçilerin ölmüş toplumları yeniden dirilteceği ve onlara hayat vereceğine işaret edilir. Böylece Hz. Muhammed @ ve tevhidi dünya öğretisi de ölmüş Mekke toplumunu diriltecek, onları ayağa kaldıracak ve harekete geçirecektir. Çürümüş diğer toplumlar da bu öğreti ile yeniden hayat bulacaktır.

 

3-   Andolsun, Diriltip ayağa kaldıranlara; / Diriltip harekete geçirenlere (Mürselat Suresi 3)

 

Daha önceki toplumlarda olduğu gibi Mekkelilere gönderilen ilahi öğreti de hakla batılı ayıracak ve fark yaratacaktır.

 

4-   Andolsun, (Hak ile batılı) kesin şekilde ayıranlara / (Hak ile batılı) kesin şekilde ayırıp fark yaratanlara (Mürselat Suresi 4)

 

Hz. Muhammed @ ve tevhidi dünya öğretisi ile daha önce gönderilen peygamber ve öğretilerin müşriklerin uyarılmaları ve yaptıkları kirli işlerden, işledikleri zulümlerden vazgeçmeleri için öğüt verdikleri belirtilir. Onların bu öğütlere kulak tıkamaları halinde ise tehdit olundukları yıkımın / devrimin / kıyametin başlarına mutlaka geleceği yeminle ifade edilir.

 

5-7- Gerek özür dilemeleri gerek uyarılmaları için öğüt bırakanlara / öğüt verenlere Andolsun ki tehdit olunduğunuz şey mutlaka meydana gelecektir. (Mürselat Suresi 5-7)

 

Mekkelilerin tehdit edildikleri bu kıyametin ne zaman gerçekleştirileceği ise kozmik kıyamet tasvirleri metaforu eşliğinde anlatılır.  Şöyle ki; mevcut gökyüzü ve yeryüzü kıyamette Cenab-ı Hak tarafından nasıl yok edilecekse aynı şekilde halihazırda kurulu şirk sistemi de Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği elçi ve öğretisi ile yok edilecek. Kozmik kıyamette nasıl yıldızlar söndürülecek, silinecek, gökyüzü yarılıp, yırtılacak ve dağlar toz duman edilip savrulacak ise Hz. Muhammed’de @ kendisine bağlı müminler eliyle ilahi öğretinin rehberliğinde şirk sistemini yıkacak, söndürecek, dağıtacak ve toz duman edip savuracaktır. Yine nasıl ki kozmik kıyametin Cenab-ı Hak tarafından belirlenmiş bir vakti varsa aynı şekilde toplumsal kıyametin de Cenab-ı Hak tarafından belirlenmiş bir vakti vardır. O belirlenen vakte kadar müşriklerin öğüt almaları için süre tanınacaktır. Ancak o vakit geldiği zaman artık ayrılık kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Fakat o ayrılık günü inkarcılar / müşrikler için çok zor ve acı bir gün olacaktır.

 

8-15- Hani o yıldızlar silindiği zaman, Gök yarıldığı zaman, Dağlar savrulduğu zaman, Elçiler, vakitlendirildikleri zaman, Bunlar hangi gün için ertelendiler ise!  Ayırt etme günü için… Ayırt etme gününün ne olduğunu sana ne bildirdi!  O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 8-15)

 

Müşriklerin tehdit edildikleri kozmik ve toplumsal kıyametin en büyük delili olarak önceki zalim toplumların yok edilmeleri gösterilir. Cenab-ı Hak, bütün zalim sistemlerin ne kadar büyük ve güçlü olurlarsa olsunlar mutlaka yıkılmalarını sosyolojik bir kanun olarak ifade eder. Bu kanun geçmişte nasıl geçerli ve uygulandıysa bugün de geçerli ve uygulanacaktır, gelecekte de kozmik kıyamete kadar aynen uygulanacaktır. Bu sosyolojik kanun uyarınca da “suçlular mutlaka cezalandırılacaktır.” Vakit gelince, zalimler ve müşrikler perişan edilecektir.

 

16-19- Biz, öncekileri helâk etmedik mi?  Sonra geridekileri de onların arkasına takacağız.  Biz, suçlulara, işte böyle yaparız.  O gün inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 16-19)

 

Cenab-ı Hak, müşrik sistemi yıkacak, yerine yepyeni bir toplum, yepyeni bir medeniyet yaratacağı taahhüdünün delili olarak insanın yaratılış aşamalarını bir metafor olarak verir. Nasıl ki insan, önce bir damla sudaki sperm olup ana rahmi gibi fevkalade korumalı bir yere yerleştirilir ve orada belli bir zaman için muhafaza edilir, ondan sonra dünyaya doğduysa; Hz. Muhammed’in @ tevhidi hareketi de şimdi çok küçük ve sayıları az bir topluluk olarak görülüyorsa da Cenab-ı Hak, onları da belirli bir süre sağlam bir şekilde koruyacak ve sonunda onlar yepyeni bir dünyaya doğacaktır. Cenab-ı Hakk’ın bunu gerçekleştirmeye elbette gücü yeter. Fakat işte o zaman şirk sistemi savunucularının vay haline!

 

20-24- Biz sizi basit bir sıvıdan yaratmadık mı? Sonra onu belli bir vakte kadar sağlam bir yerin içinde muhafaza ettik.  Demek ki Bizim gücümüz yetti. Ne güzel güç yetirenleriz Biz.  O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 20-24)

 

Yeryüzü insanlık tarihi boyunca yıkılan ve dirilen toplumların örnekleri ile doludur. Özellikle orta doğu sürekli ölen ve dirilen toplumların bulunduğu bölgedir. İlahi öğreti ile dirilen toplumlar dağlar gibi yükselecek ve kuracakları medeniyet ile insanlara ihtiyaçlarını ve hayat kaynağı eserlerini verecektir. Onlara dağların depoladıkları su ile hayat kaynağını sunması gibi tevhidi dünya görüşü ile kurulan medeniyetler insanların hayat kaynakları olacak ve onların ihtiyaçlarını temin edecektir. Ama ilahi öğretiye karşı olanlar için o gün çok zor olacak, pişmanlık onlar için olacaktır.

 

25–28-Yeryüzünü dirilere ve ölülere bir toplanma yeri yapmadık mı? Orada sapasağlam, yüksek dağlar kıldık ve size tatlı sular içirdik.  O gün inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 25-28)

 

Cenab-ı Hak, işkenceci müşrik elebaşılarına şöyle seslenilmesini ister;

“İnkar ettiğiniz toplumsal kıyamete doğru gidiyorsunuz. Bu kıyamet kaçınılmaz olarak başınıza gelecektir. Nasıl ki kozmik kıyamet olunca siz suçlular cehennem ateşine doğru sürülecekse aynı şekilde toplumsal kıyamet gerçekleşince de şu anda işkence ettiğiniz müminler size cehennem hayatı yaşatacaktır. Yine nasıl ki kozmik kıyametten sonra cehennem ateşinin dumanları sizin gibi cehennemlikler için bir gölge ve serinlik oluşturmayacaksa aynı şekilde toplumsal kıyamette de sizleri koruyacak hiçbir gölge, hiçbir şefaatçi ve sığınılacak kimse bulamayacaksınız. Üstelik nasıl ki kozmik kıyametten sonraki cehenneme doğru sürülürken daha cehenneme girmeden o cehennemin içinden sıçrayıp etrafa saçılan korkunç büyüklükteki dev kıvılcımlar üzerinize üzerinize doğru gelecekse aynı şekilde toplumsal kıyamette de müminler sizler için ateş topu olup üzerinize yağacaktır. O gün siz inkarcılar için çok zorlu ve çok acı bir gün olacaktır.”

 

29-34- Haydi, yalanlayıp durduğunuz şeye doğru gidin! Haydi gidin üç katlı gölgeye doğru gidin! Hiçbir [serinliği] olmayan ve ateşten korumayan (gölgeye), gidin! Gerçekten o, saray gibi kıvılcımlar atar / yağdırır; Sanki o [kıvılcımlar] sarı erkek develer gibidir.  O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 29-34)

 

Cenab-ı Hak, ahiretteki duruşmada, işkenceci müşriklerin mazeret beyan etmelerine müsaade etmeyeceğini, onları konuşturmayacağını müteakip ayetlerde bildirirken, zımnen Mekke şirk iktidarının devrilmesinden sonra da bu müşriklerin kendilerini savunmaları için fırsat verilmeyeceğini bildirir. Zira bu zalimlerin suçları o kadar açıktır ki, onların savunma yapmalarına ve mazeret ileri sürmelerine bile ihtiyaç yoktur. Her şey, ayan beyan ortadır. Onların suçları sabittir. Ve durumları da çok vahimdir. Yine Cenab-ı Hak ahretteki duruşma örneğini vererek zımnen şuna da işaret ediyor;

“Toplumsal kıyamette şirk iktidarının devrilmesinden sonra kurulacak yüce divanda herkes toplanacak ve suçlu müşrikler ile masum müminler ayrılacaklar ve kendilerine ‘haydi şimdi yaptığınız gibi insanları kandırmak için hileleriniz ya da bahaneleriniz varsa onları kullanın da yeni iktidarı kandırmaya çalışın’ denilecek ama ne mümkün. O gün onların durumu gerçekten çok acıklı olacak.”

 

35-40- Bu, onların konuşamayacakları gündür. (Çünkü) Kendilerine izin de verilmez ki, özür dilesinler.  O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline!  Bu, Ayırma Günü’dür. Sizi ve öncekileri topladık. Ve eğer bir bahaneniz / sinsi plânınız varsa haydi (onu kullanıp) Beni atlatmaya çalışın! O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 35-40)

 

Diğer taraftan nasıl ki kozmik kıyamette Cenab-ı Hak tarafından takva sahibi olan insanlara cennetlerde bin bir çeşit ikramlarda bulunulacak ise aynı şekilde tevhit sistemine geçildiğinde de Hz. Muhammed @ yanlısı olanlar, gösterdikleri sabır, yaptıkları mücadele ve erdemli davranışları nedeniyle Cenab-ı Hak tarafından çok zengin nimetlerle ödüllendirilecektir. Onlar bu dünyada müreffeh bir yaşam süreceklerdir. Ama zalim müşriklerin hali ise yaman olacaktır.

 

41–45. Kuşkusuz muttakiler [takva sahipleri] gölgeler, pınarlar ve canlarının çektiği meyveler içindedirler.  “Yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyin, için!” denilecek. İşte Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline! (Mürselat Suresi 41-45)

 

Cenab-ı Hak surenin sonunda Mekke müşriklerine şöyle hitap edilmesini bildirir;

“Bakın!  Bugün için siz üstün görünüyorsunuz, bugün için hâkim durumda, iktidardasınız ve nimetlerden yararlanıyorsunuz. Ama gidişiniz sizi felakete doğru götürüyor. Siz yanlış yoldasınız. Ve sizi gittiğiniz bu yanlış yoldan çevirmeye çalışan, sizin iyiliğinizi isteyen insanlara işkence ediyor, şiddet uyguluyorsunuz. Böylece çok büyük bir suç işliyorsunuz. Ama bu böyle gitmeyecek yarın bunun hesabı sorulacak ve yaptıklarınızın bedelini çok ağır bir şekilde ödeyeceksiniz. Gelin inadı bırakın! Hakka dönün! Suç işlemeyi bırakın! Sizi iyiliğe, tevhide ve adalete çağıran insanlara işkence yapmayı bırakın! Rabbe boyun eğin de şu zulüm düzeninden vazgeçin!  Bu çağrıya uymayanların akıbeti çok fena olacak. Her şey açıklandı. Kapalı hiçbir şey kalmadı. Akıbetinizin mutlak olarak kötüye gittiği her türlü delileri ile ispat edildi. İşlemiş olduğunuz zulümlerden vazgeçmeniz ve gittiğiniz yanlış yoldan dönmeniz için daha nasıl açıklamalar, deliller bekliyorsunuz? Size daha ne söylenmesini bekliyorsunuz.?”

 

46-49- Şimdilik yiyin, faydalanın biraz. Şüphesiz siz suçlularsınız. O gün, inkârcı müşriklerin vay hâline! Onlara, “Rükû edin” denildiği zaman, rükû etmezler. O gün inkârcı müşriklerin vay hâline! Artık bundan sonra daha hangi söze inanacaklar? (Mürselat Suresi 46-49)

bottom of page