BÖLÜM 33
AKABE GÖRÜŞMELERİ
Daha önceki bölümlerde zikredildiği üzere Akabe görüşmeleri / müzakereleri aslında birinci ve ikinci Akabe biatları şeklinde sınırlandırılamaz. Zira bu görüşmeler birçok defa olmuştur. Ancak birinci ve ikinci Akabe biatları çeşitli zamanlarda yapılan bu görüşmelerden sonra varılan mutabakatları ifade ettiği için kayıtlara geçmiştir. Akabe ise hac mevsiminde Medinelilerin Mina’da toplanma bölgesidir. Muhtemel olarak Medinelilerin putu olan Menat’ın da bulunduğu yerdir. Bu biatlara Akabe adı verilmesinin nedeni de mutabakata varılan görüşmelerin hac mevsiminde ve Medinelilerin toplanma bölgesi olan bu yerde gerçekleşmiş olmasındandır. Hac mevsiminin dışındaki diğer zamanlarda bu biatlara altlık teşkil edecek görüşmeler ise pek zikredilmez.
33.1. Birinci Akabe Bîatı (Zilhicce 621 M.) / Kadınlar Bîatı
Akabe’de 8-6 kişi ile gerçekleşen görüşmeden sonra Medine’ye dönen Hazreçliler bir sene sonraki hac mevsiminde Hz. Muhammed@ ile tekrar görüşmek üzere Mekke’ye geldiler. Bu heyette Hazrec kabilesinden 10, Evs kabilesinden 2 temsilci olmak üzere 12 kişi bulunuyordu. Hazreçlilerden 5 temsilci, bir yıl önceki görüşme heyetinin arasında yer alanlardandı. Heyetin başkanı, birinci görüşmede olduğu gibi yine Esad b. Zürâre idi. Bu ikinci görüşme sonunda bir mutabakata varıldı ve Medineli heyetin üyeleri Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği mutabakat maddeleri üzerine biat ettiler.
Bundan sonra Yahudi kabileler de dahil olmak üzere Medine’nin bütün kabilelerinin ikna edilerek mutabakata onları da dahil etmeye sıra gelmişti. Fakat işin bu safhası için İslam’ın / dinin / tevhidi sistemin prensiplerini çok iyi bilen bir temsilciye ihtiyaç vardı. Zira biat edenler diğer Medinelilerin kendilerine yönelteceği sorulara tam olarak ya da yeterli ve tatmin edici cevaplar veremeyeceği gibi yanlış cevaplar da verebilirlerdi. Ayrıca bilindiği üzere heyettekiler konuyu bu birinci biattan önce de Medine ileri gelenleri arasında tartışmışlardı. Fakat Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği sistemi benimseyen olduğu gibi karşı çıkanlar da vardı. Bir kısmı da çeşitli konulardaki çekinceleri nedeniyle arafta kalmayı tercih etmekteydiler. İşte Medine’de yaratılacak bu yeni oluşuma karşı olanları ve arafta kalanları ikna etmek için ilahi öğretinin temel prensiplerini gayet iyi bilen bir kimsenin gelen heyetle birlikte Medine’ye gitmesi gerekmekteydi. Hz.Muhammed@ bu konuda en yetkin kişi olarak Mus’ab b. Umeyr’i seçti ve onu onlarla birlikte Medine’ye yolladı.
Mus’ab b. Umeyr, oradaki muhalefet ve araftakilerin tereddütlerini gideren müzakereleri yürüteceği gibi, 1.Akabe biatı kapsamında mutabakata varılan hükümler doğrultusunda hareket edilmesini de sağlayacaktı. O aynı zamanda kurulacak Medine İslam Cumhuriyetinin / Ümmetinin / Topluluğunun alt yapısını da hazırlayacaktı. Bu kapsamda söz konusu devletin / topluluğun içerisinde yer alacak tüm tarafları içerecek anayasal bir sözleşme taslağında bulunması gereken hususlarda bilgi toplayacaktı. Hatta bu devletin / topluluğun esasları, teşkilatı, ilkeleri, görevleri, yetkileri, özgürlükler, savunma vb. konularda anayasaya derç edilecek hususlar için detaylı müzakereleri yapmak, ihtiyaç duyulan verileri hazırlamak gerekiyordu.
Kurulacak İslam Cumhuriyeti / İslam Topluluğu’nun, Arabistan coğrafyasında hakim olan şirk ideolojisinden farklı bir ideoloji ile kurulacağı için başta Mekkeliler olmak üzere tüm Arabistan kabilelerinin saldırısına maruz kalacağı çok açıktı. Bu nedenle Medinelilerle yapılacak müzakerelerde tarafların bir savunma / savaş anlaşması taslağı üzerinde görüşmelerin yapılması gerekiyordu.
Cenab-ı Hak, 1.Akabe biatından sonra gerek Mus’ab b.Umeyr’in Medine’de yapacağı görüşmelerde kullanacağı söylemlere destek olması, gerekse Mekke’deki hem müminlere hem de müşriklere gelinen aşamada verilecek mesajlar için Hud Suresini inzal etti. Cenab-ı Hak, bu surede Medineli muhaliflere ve Mekkeli araftakilere öncelikle şu mesajların verilmesini bildirir;
“Teklif edilen sistemde, Allah egemen olacaktır. Allah’ın getireceği hükümler ise insanların hayrına, iyiliğine ve erdemli bir yaşam sürmesine götürecek hükümlerdir. Teklif edilen sistemde Hz.Muhammed’in@ Başkanlığı ise gelen hükümleri bildirmek ve uygulamak suretiyle ortaya koyacağı örneklikten başka bir şey değildir. Şayet bu sistemi kabul ederseniz iyi bir gelecek sizi bekliyor. Aksinde ise içine düştüğünüz durum hiç te iç açıcı değildir. Büyük bir yok oluş / azap sizleri beklemektedir.”
Rahman Rahim Allah Adına
1-4 – Elif, Lam, Ra. Bu, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin diye ayetleri sağlam esaslara ve doğru hükümlere dayandırılan ve Hakim (her şeyi hikmetli yapan ve her şeye hakim olan), Habir (her şeyden haberdar olan Allah) tarafından detaylarıyla açıklanmış bir kitaptır. De ki: “Kuşkusuz ben de O’nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Haydi Rabbinizden bağışlanma dileyin ve O’na tövbe edin ki, O da sizi tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatsın ve fazilet sahibi herkese lütfunu versin. Fakat bu teklifi kabul etmediğiniz takdirde ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah’adır. O’nun gücü her şeye yeter.” (Hud Suresi 1-4)
Mekke’deki müşriklerden bazıları içlerinde hakikatin cevherlerini taşımalarına rağmen Hz.Muhammed’in@ safına geçmekten korkmaları nedeniyle Hz.Muhammed@ ile karşı karşıya gelmekten imtina ediyorlardı. Zira O’nu görünce içlerindeki hakikat nedeniyle vicdani bir sıkıntı yaşamak istemiyorlardı. Bu nedenle O’nunla karşılaşmamak için O’nu gördükleri zaman yollarını değiştiriyorlar ya da yüzlerini gözlerini bürüyüp tanınmayarak yanından geçip gidiyorlardı. Aynı türden davranışlara Hz.Muhammed’in@ Medine’ye elçisi / temsilcisi olarak göndereceği Mus’ab b. Umeyr de muhatab olacağından Cenab-ı Hak, O’nu bu duruma hazırlamaktadır. Onların bu davranışları ile nasıl bir psikoloji içerisinde olduklarını bildirir.
5-Baksanıza! Onlar, ondan (elçiden) gizlemek için içlerinde taşıdıkları düşüncelerini örter, dürüp bükerler. Haberiniz olsun! Onlar örtülerine bürünürler ama O, onların gizledikleri şeyleri, açığa vurdukları şeyleri biliyor. Şüphesiz O (Allah), göğüslerdekileri en iyi bilendir. (Hud Suresi 5)
Birinci akabe biatından sonra gelişmelerin hicreti gerektirdiği açığa çıkmıştır artık. Fakat bu göçün hem göç edecek olanlar hem de ev sahibi olanlar açısından en büyük sıkıntısı ekonomiktir. Göç edecek olanlar gittikleri yerde nasıl geçineceklerinin endişesini taşırlarken, göçmenleri kabul edecek olanların endişesi ise ekmeklerini göçmenlerle paylaşmaları halinde geçim sıkıntısı yaşayacak olmalarıdır. Nasıl ki Cenab-ı Hak yer yüzündeki tüm canlıların rızıklarının kefili ise İslam Cumhuriyeti yöneticileri de egemen olacağı ülkede / arzda yaşayan insanların (vatandaşlarının) geçimlerinden sorumlu olacak ve onların geçimlerini sağlayacaktır. Hicret edecek Hz.Muhammed@ ve muhacirlerin Medine’de kalıcı mı?, yoksa geçici mi?, oldukları veya kalıcı olarak nerede ikamet edecekleri, geçici olarak nerede kalacakları konusunda da her iki taraf açısından belirsizlikler olduğu muhakkaktır. Bu belirsizliklerin hazırlanacak anayasada açık olarak belirtileceği ifade edilir. Kimsenin bu hususta endişe etmesine gerek olmadığı bildirilir. Cenab-ı Mevla bu konudaki mesajlarını aşağıdaki ayeti ile verir.
6-Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. O (Allah), onun yerleşik yerini de geçici yerini de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hud Suresi 6)
Yeniden dirilişin gerçekleştirileceği söylendiği zaman, Mekke müşrik ileri gelenleri bunun Mekke halkını etkilemek için Hz.Muhammed@ tarafından uydurulan bir şey olduğunu söylediler. Şayet bu diriliş için Hz.Muhammed@ takip edilmeyecek olursa azabın / yıkımın muhakkak geleceği uyarısı yapılınca da onlar “bu azap / yıkım için sürekli uyarı yapmana rağmen, kaç yıldır sözünü ettiğin azabın / yıkımın bir türlü gerçekleşmemesinin sebebinin ne olduğunu ” alaycı bir ifade ile sordular.
Hem Mekkeli müşriklere cevap vermek hem de Medineli muhaliflerden de gönderilen temsilcilere yöneltilebilecek aynı soruya verilecek cevaba ilişkin Cenab-ı Hak aşağıdaki mesajları bildirir;
“Allah ‘ol’ deyince hemen dilediğini yaratma güç ve kudretine sahip olmasına rağmen yerleri ve gökleri bile altı günde yaratmıştır. Yeni bir toplum oluşana kadar ve bu oluşum içerisinde kimin nasıl tavır ve davranış göstereceğinin ortaya çıkması için belirli bir sürecin yaşanmasını O ilahi bir yasa olarak koymuştur. Toplumlar için öngördüğü bu yasa bir gün mutlaka gerçekleşecektir, bundan kaçış yoktur. Fakat bu yeni oluşumu kabul etmeyen ve kendilerinin azab / yok oluş tehlikesini ihbar edenlerle alay edenlerin alay ettikleri şey mutlaka başlarına gelecektir. Tıpkı ahirette insanların yeniden yaratılması gibi bu dünyadaki ölü toplumlar da ilahi mesajla dirileceklerdir / ayağa kalkacaklardır.”
7-8- O (Allah), hanginizin en güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yaratandır. O’nun arşı su üstündeydi. Şayet onlara “Gerçekten siz öldükten sonra diriltileceksiniz” dersen, o inkarcılar mutlaka sana, “Bu apaçık sihirden başka bir şey değildir” derler. Eğer Biz bunlardan azabı belli bir ümmete (yeni bir toplum oluşana) kadar erteleyecek olursak, o zaman da “onu engelleyen nedir ki?” diyecekler. İyi bilin ki, onlara o yıkım azabı geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir. O alay ettikleri şey, kendilerini kuşatmıştır. (Hud Suresi 7-8)
Onların böyle hareket etmelerinin sebebi nankör olmalarıdır. Onlara nimetlerle geçim genişliği verildiği zaman hoşlarına gider fakat o nimetten mahrum edildiği yani geçim darlığı verildiği zaman hemen ümitsizleşip nankörlüğe başlar ve kendisine o nimetleri vereni inkar eder. (karşı durur.) Onlar bu geçim darlığından sonra tekrar nimetlere / bol geçimliklere kavuşturulacak olursa, bunu kendinden menkul olduğunu zanneder ve kendi aklı, yetenekleri sayesinde bela ve musibetlerden kurtulduğunu söyleyerek şımarıkça böbürlenir.
Gelecekte İslam Cumhuriyeti çatısı altına girecek olan Medineli muhaliflerin İslam Cumhuriyetinin faaliyetleri sonucu elde edilecek nimetler karşısındaki tavırları ile bazen de kaybedilecek nimetler karşısında onların tavırları anlatılarak müminler eğitilmektedir. Onların Hz.Muhammed’in@ idaresine karşı tutum ve davranışlarının müminler gibi olmayacağı da belirtilir. Bütün bu hususlar aşağıdaki ayetlerle veciz bir şekilde ifade edilir;
9-11- Şayet insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alırsak, muhakkak o ümitsiz bir nankör olur çıkıverir. Şayet kendisine isabet eden bu geçim darlığından sonra, ona tekrar nimetlerden tattırırsak, mutlaka, “kendi aklımla kötülüklerden / musibetlerden kurtuldum” der ve şımarıkça kibirlenip böbürlenen biri olur. Ancak sabreden ve ıslah edici eylemlerde bulunan kişiler müstesnadır. İşte bunlar için mağfiret ve büyük ödül vardır. (Hud Suresi 9-11)
Mus’ab b. Umeyr’in Medine muhaliflerini ikna etmek için yapacağı tartışma ve müzakerelerde ilahi öğretinin öngördüğü sistem modeline aykırı olarak onlardan gelecek model dayatmaları ile karşı karşıya kalınacağı açıktı. Zira Mekke’deki mücadele sürecinde benzer durumlar yaşanmış ve Hz.Muhammed@ Mekke müşrik ileri gelenlerinden uzlaşma için benzer dayatmalara muhatap olmuştu.
Medineli muhalifler kurulacak İslam devletinde yönetim modelinin zengin hazinelere sahip bir saltanat şeklinde olmasını talep edebilirler ya da devletin Bizans veya İran gibi bir büyük devletin mandası altında bir yönetim modeli şeklinde olmasını isteyebilirlerdi. Onların “Mademki O bir peygamberdir, Allah O’nu sevmiş ve elçi olarak seçmiş o halde Allah sevdiği kuluna çok büyük hazineler bağışlamaz mı? Ya da O’nu desteklemek için büyük kralları / melikleri emrine veremez mi? Cenab-ı Hakk’ın buna elbette gücü yettiğine göre seçtiği elçisine bunları verse olmaz mı?” şeklinde açıklanabilecek olan talepleri “Ona bir hazine indirilse ya da beraberinde bir melek gelse ya “ifadesi ile anlatılmıştır.
Onların bu talepleri nedeniyle Hz.Muhammed’in@ içi çok daralmış ve vahyedilen modelin şekline ilişkin bir kısmını neredeyse terk edip bildirmeme yoluna gitmeyi bile nasıl düşündüyse aynı şekilde Mus’ab b. Umeyr de anayasa taslağı hazırlama müzakereleri sırasında muhalifleri ikna etmek için bazı hususları geriye bırakmayı düşünebileceğinden bu ikaz yapılır. O’na her şeyin açık açık konuşulması gerektiği ve Allah’a sığınarak hiçbir şeyi gizlememesi, ilahi öğreti hangi modeli öngörüyorsa onu açıkça ortaya koyması gerektiği vurgulanır.
12- Şimdi sen, “Ona bir hazine indirilse ya da beraberinde bir melek gelse ya!” dedikleri için göğsün daralır ve belki de sen bu nedenle sana vahyolunan vahyin bir kısmını terk edecek olursun. Halbuki Sen sadece bir uyarıcısın. Allah ise her şeye Vekil’dir. (Hud Suresi 12)
Mekkelilerin iddiası gibi Medineli muhalifler de Allah’ın inzal ettiği öğreti ve sistemin Hz.Muhammed@ tarafından uydurulduğunu iddia edeceklerdir. O türden iddia sahiplerine cevaben Cenab-ı Hak aşağıdaki ayetler çerçevesinde şu mesajı verir; “Madem ki bu öğreti insan uydurmasıdır o halde sizlerde uydurabilirsiniz. Hz.Muhammed’e@ gelen öğretilerin ve insanların sorunlarını çözebilen ilke ve düsturların yer aldığı surelere benzer on sure de siz uydurun bakalım. Bu çabanızda bütün birikimli ve güvendiğiniz kimseleri de yardıma çağırın.” Onlara yapacağınız bu çağrıya olumlu yanıt veremeyecekleri kesindir. Bundan dolayı onları Hz.Muhammed’e@ inzal edilen öğretinin ilahi kaynaklı olduğunu kabul etmeye ve O’na teslim olmaya davet edilmesi emredilir.
13-14- Yoksa “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki; “Eğer iddianızda doğru iseniz o zaman uydurma olarak da olsa, benzeri on sure getirin, Allah’a karşı çağırabildiğiniz başka kimseleri de yardıma çağırın.” Fakat onlar bu çağrınıza icabet etmezlerse / edemezlerse, o takdirde iyice bilin ki, o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. O’ndan başka ilâh yoktur. O halde artık teslim olmaz mısınız? (Hud Suresi 13-14)
İnsanlardan her kim kısa vadeli düşünür de kısa günün karı şeklinde hareket ederek bu düşünce ve hareketinin cazibesine kapılırsa bunun karşılığını/ mükafatını hemen görür fakat uzun vadede zarar eder, çok acılar çeker ve çok sorunla karşılaşır. Zira toplumsal sorunlar öyle hemen çözülecek sorunlar değildir. Uzun vadeli düşünmeyi, uzun erimli plan yapmayı ve sabırla bu planları uygulamayı gerektirir.
Dünya hayatının nimetlerinden faydalanmayı düşünüp de ağustos böceği hikayesinde olduğu gibi ahireti / geleceği düşünmeyenlerin durumu da kısa vadeli, gününü gün etmeye ve günü kurtarmayı düşünen, gelecekte bu yaptıkları nedeniyle hangi sonuçla yüzleşeceklerini düşünmeyen akılsızları bekleyen akıbet de aynıdır. Onlar kısa vadeli hesaplarının neticesini alırlar, fakat uzun vadede kaybedenlerdir. Kısa vadeli düşünen ve plan yapanların yaptıkları şeylerin sonuçları hemen tükenir ve yaptıkları kısa zamanda boşa gider. Zaten onların kısa vadeli çözümleri batıl / boş önlem ve tedbirden başka bir şey değildir.
Kur’an’da yer alan bu esası Hz.Musa’ya@ indirilen kitap da teyit etmektedir. Bu nedenle Medine’ye gidecek Mus’ab b. Umeyr’e özellikle Medineli Yahudi muhaliflere bu konuda söylenecek hususlar aşağıdaki ifadeler ile bildirilir.
15-17- Her kim dünya hayatını / kısa vadeli düşünürse ve onun süsünü / cazibesini isterse, yaptıklarının karşılığını onlara orada tastamam öderiz ve asla hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar öyle kimselerdir ki, ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. Yaptıkları şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yaptıkları şeyler batıl / geçersiz idi. Öyleyse onlar (kısa vadeli düşünen ve günü kurtarmaya çalışanlar), hiç Rabbinden açık bir belgeye dayanan kimseyle bir olabilir mi? Şimdilerde O’nun katından bir şahidin (elçinin) duyurduğu o belgeyi (Kur’an’ı) daha önce de bir önder / imam ve bir rahmet olarak Musa’nın kitabı temsil ediyordu. İşte ancak bu hakikati anlayan kimseler ona (Kur’an’a) inanırlar. Hangi hizipten / gruptan / zümreden olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaat edilen yer ateştir. Bundan hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o, Rabbin tarafından bildirilmiş bir gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar. (Hud Suresi 15-17)
Müşrikler toplumu kandırmak amacıyla kendi uydurdukları hükümleri Allah’ın emrettiğini söyleyerek O’na iftira ediyorlardı. Onlar bunu kendi arzuladıkları şeyleri halka daha kolay kabul ettirmek için yapıyorlardı. Kendi uydurduğu şeyi Allah’a izafe etmek ne kadar büyük bir zulümdür. Bunu yapan zalimlerin Cenab-ı Hakk’a verecekleri hesabın çok çetin olacağı da açıktır. Kendi uydurdukları ve Allah’a izafe ettikleri hükümleri kullanarak Allah’ın yolundan döndürmeye çalışan ve O’nun gösterdiği doğru yolu yanlış göstererek insanları o yoldan engellemeye çalışan hem bu dünya da hem de ahirette Allah’ın lanetine maruz kalacaktır. Bu kimseler yakalarını asla kurtaramayacak, kaçıp kurtulacak ya da sığınacakları hiçbir yer ve otorite olmayacaktır. Bu tehditler hem Mekke müşriklerine hem de Medine İslam devletinin oluşumuna engel olmak isteyen muhaliflere yapılır ki bazı iyi niyetli insanlar onlardan etkilenmesinler. Zira onlar yapacakları tezviratlarla insanları hak yolu tercih etmekten alıkoyarlar. Ayrıca kör ile gören kişilerin kıyaslaması yapılarak mesaja muhatap kişilerin gözlerini açmaları, kafalarını çalıştırmaları ve istikballerinin iyi olması için islam devletine olan ihtiyacı görmeleri sağlanmaya çalışılır.
18- 24- Yalan uydurarak Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerine arz olunacaklar ve şahitler de “İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir” diyecekler. İyi bilin ki! Allah’ın lâneti, Allah yolundan döndürmeye çalışan ve o yolu eğriltmek, yanlış yola çevirmek isteyen ve ahirete de inanmayan bu zalimlerin üzerinedir. İşte bu tipler, yeryüzünde yakalarını asla kurtaramayacaklar / sıvışıp kaçamayacaklar. Kendilerinin Allah’ın dışında yardım edecek velileri (savunan, koruyan, yol gösteren, yardım edenleri) yoktur. Onların azabı katlandıkça katlanacak. (Değil mi ki) onlar (vahyi) işitmeye tahammül edemiyorlardı ve görmüyorlardı. İşte onlar kendilerine zarar vermiş olan kimselerdir. O uydurdukları şeyler de kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır. Kuşkusuz, ahirette en çok hüsrana uğrayacak olanlar muhakkak ki onlardır. Kuşkusuz iman eden, ıslah edici eylemlerde bulunan ve Rablerine huşu ve tevazu ile bağlananlar; işte bunlar da cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalırlar. Bu iki toplumun durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten durumu gibidir. Örnekteki bu ikisi hiç eşit olurlar mı? Hâlâ düşünmeyecek misiniz / öğüt almayacak mısınız? (Hud Suresi 18-24)
Mekke müşrik elebaşıların peygamberimize iman etmeyişlerinin bir gerekçesi de “toplumsal tevhide / toplum içi tevhide” razı olmamalarıydı. Onlar aynı toplum içindeki sosyal sınıf / tabakaların arasındaki uçurumları ortadan kaldırmak ve bu sınıfları birbirine yaklaştıracak bir tevhit anlayışını reddediyorlardı. Kendilerini elit / seçkin / üst sınıf olarak gören bu müşrik elebaşılar, peygamberimizin etrafında toplanan zayıf, köle, yoksul insanları kendi yanlarında görmek istemiyorlardı. Peygamberimizin önerdiği sistemi benimseyenlerin çoğunluğunun toplumun alt kesimden olması nedeniyle peygamberimizin güçsüzlüğünü, zayıflığını ifade ederek, onun önerdiği sistemin / ideolojinin de yanlışlığını ortaya koymaya çalışıyorlardı. Onların bu çabalarına daha önce cevap verilmiş olmasına rağmen bu surede bir daha tekrar edilmektedir. Bu kez muhataplar sadece Mekke’deki müşrik ileri gelenler değil aynı zamanda Medineli ileri gelenlerdir. Zira Mus’ab b. Umeyr ve diğer elçiler Medine’ye gidecek ve Medine’deki inkârcı kesim ile muhatap olacaklardır. Bu kesim gerek Evs, gerek Hazreç ve gerekse Yahudilerden olsun Hz.Muhammed’in@ önderliğinde kurulması öngörülen Medine İslam Cumhuriyetine karşı çıkan ileri gelen kişilerdir. Medine toplumu iç çatışmalar nedeniyle uçurumun kenarına gelmiş olmasına rağmen onlar içinde yaşadıkları şirk sisteminin devamından yana olan kimselerdir. Toplumu kurtarmaya çalışan vatansever kesimlerin çabalarına karşın, onlar sadece kendi menfaatleri peşinde koşan, kibirli ve şımarık kesimlerdir. Bu kesim ileriki zamanlarda Medine İslam Cumhuriyetinin / Topluluğunun kuruluşuna engel olamayacaklar ve İslam Cumhuriyetinin birer vatandaşı olacaklar yani teslim / müslim olacaklar fakat Hz.Muhammed’in@ iktidarına da sürekli muhalefet edecekler ve “münafıklar” olarak niteleneceklerdir.
Bu surenin inzal olduğu vasatta hem Mekkelilere son uyarılar yapılmakta hem de müzakereler sürecinde Medineli muhalif ileri gelenlerle Hz.Muhammed’in@ gönderdiği elçiler arasında tartışmalar yapılmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca tüm şirk sistemlerinde görülen seçkinci ve elitist sınıf anlayışları bütün toplumlarda vardı. Gönderilen bütün peygamberler bu anlayışın tehlikesine işaret etmiş ve toplumlarını uyarmışlardır. Tıpkı Hz.Nuh’un kavmine yaptığı teklif ve uyarı gibi Hz.Muhammed’in@ peygamberlik vazifesine başladığından bu yana geçen zamanda Mekkelilere yaptığı teklif ve uyarının bir benzeri Medinelilere de teklif edilmişti. Akabe müzakereleri kapsamında Medinelilere şirk sisteminin terk edilerek Hz.Muhammed’in@ liderliğinde, ilahi öğretiye dayalı tevhidi bir yönetime geçiş teklifi yapılmıştı. Onlara Medine’nin kurtuluşunun ancak bu yönetim modeli ile mümkün olduğu, aksi takdirde sonlarının çok acı olacağı konusunda net bir dille uyarı yapıldı. Bütün bunların anlatılması için Cenab-ı Hak Nuh’un@ kıssasını bir metafor olarak inzal eder;
25- 26- Ant olsun ki, Nuh’u kavmine peygamber olarak gönderdik: “Ben sizi apaçık bir ifade / net bir dille uyaran bir kişiyim; ‘Allah’tan başkasına itaat etmeyin! Ben, sizin adınıza, size gelecek acı bir günün azabından korkuyorum.’ ” (Hud Suresi 25-26)
Fakat Medine’nin muhalif ileri gelenleri bu çağrı karşısında mevcut şirk sistemindeki statülerini kaybedecekleri endişe ve tereddütleri ile gösterdikleri tepkileri, Nuh kavminin peygamberlerine gösterdikleri tepki gibidir. Aynı husus Mekkeli müşrikler içinde geçerlidir. Her iki şehrin müşrik ileri gelenleri de tıpkı Nuh kavminin muhalif ileri gelenleri gibi Hz.Muhammed’in@ içinden çıktığı sınıfsal yapının kendilerine denk bir sınıftan olduğunu kabul ederler. Bu noktada Medinelilerin Hz.Muhammed’in@ yönetimin başına geçmesine herhangi bir itirazları yoktur. Ama etrafında bulunan yani O’nun taraftarı olan müminlere şöyle bir bakınca, onların sosyal statülerinin kendilerinden aşağı tabakadan olduğu hemen ilk bakışta görülür ve bu hor gördükleri kesimin kurulacak devlette yer almaması gerektiğini ifade ederler. Hatta onların böyle bir sistemi desteklemeleri nedeniyle teklif edilen bu sistemin kendilerini kurtaracak sistem olduğu konusunda endişe taşıdıklarını ve belki de kandırıldıklarını bile ifade ederler;
“Şayet Hz.Muhammed@ doğru ise, kimseyi kandırmıyor ise neden kendi toplumundaki kendisi ile aynı sınıftan olan Mekke’nin ileri gelenleri kendisini desteklemiyor. Madem getirdiği öğreti, toplumu kurtaracak bir reçete sunuyor o halde ilk önce kendi toplumunun ileri gelen akıllı kişileri buna sahip çıkması gerekir. Fakat göründüğü kadarıyla onlar bunu desteklemiyorlarsa o zaman teklif edilen sistemin toplumu kurtaracağı konusu yalandır, en azından şüphelidir.”
27- Buna karşılık, kavminin inkârcı ileri gelenleri; “Bakıyoruz da ancak seni bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Fakat sana tabi olanların bizden aşağı, ayak takımımızdan başkasının olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla sizin bize üstün bir meziyetiniz olduğunu da görmüyoruz. Bilakis biz sizi yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler. (Hud Suresi 27)
Onların bu muhalif argümanlarına karşı tıpkı Hz.Nuh’un kendi kavminin ileri gelenlerine verdiği cevap gibi Mus’ab b. Umeyr’e de Medine’nin muhalif ileri gelenlerine Hz.Muhammed@ adına şu cevapları yapıştırması öğretilir (aslında bu cevap aynı zamanda Hz.Muhammed@ tarafından Mekke’nin ileri gelenlerine de verilmiştir.);
“Neyi tercih edeceğiniz konusunda görüşünüz nedir? Artık tercihinizi yapın! Sizi kurtaracak sistem modelini açık açık ve delilleriyle ortaya koydum. Bu model üzerine iyice düşünün. Sizin zararınıza olacak ve sizi daha kötüye götürecek herhangi bir şey bulabilecek misiniz? Her şey apaçık ortada. Bakın bakalım sizi kandıracak en ufak bir şey bulabilecek misiniz? Bu modelin sizi kurtuluşa değil de yok oluşa götüreceğine dair en ufak bir hata görüyor musunuz? Teklif edilen öğreti ve sistem modelinde asla hata ve kusur bulamayacaksınız. Size önerdiğim bu öğreti ve sistem modeli Rabbimin bana olan rahmetinden başka bir şey değildir. Sizler bunu göremiyorsunuz. Peki madem öyle, siz neden içinde bulunduğunuz krize çare olabilecek bir sistem modeli ortaya koyamadınız? Cevabını ben vereyim. Çünkü Rabbim size bunu lütfetmedi ve size vermedi. Rabbim rahmetini dilediğine ve dileyene verir. Artık tercihinizi yapın! Size sunulan modeli kabul ediyor musunuz? Etmiyor musunuz? Fakat şunu da gayet iyi bilin ki şayet istemiyorsanız, size bu öğreti ve sistem modelini zorla kabul ettiremeyiz. İster kabul edin ister etmeyin sizin bileceğiniz bir şey.”
28- (Nuh) dedi ki: “Ey kavmim! Görüşünüz / Tercihiniz (nedir?) Ya Rabbimin kendi katından bana rahmet olarak bahşettiği benim apaçık bir delil (öğreti ve sistem modeli) üzere olduğum yol veya bundan yoksun oluşunuz (hangisini tercih ediyorsunuz?) İstemediğiniz takdirde Biz sizi ona zorlayacak değiliz. / zorlayabilir miyiz?” (Hud Suresi 28)
Hz.Muhammed@ söylemine şöyle devam eder;
“Teklifimi kabul ettiğiniz takdirde kurulacak İslam Devletinin lideri olarak topluma yapacağım diriltici hizmetlerden dolayı sizlerden herhangi bir mal ve ücret istemiyorum. Benim ve bana inanan taraftarlarımın geçimleri Allah’a aittir. Allah için verilen vergiler ile bizler geçimimizi sağlarız. Bu nedenle taraftarlarımın sizlere herhangi bir külfeti olmayacaktır. Onları yanımdan asla kovmayacağım. Zira onlar gayet iyi biliyorlar ki Rableri eninde sonunda kendi sisteminin hâkim olduğu bir idareyi kendilerine verecektir. Böylece onlarda Rablerinin kendileri için vaat ettiği düzene kavuşacaklardır. Şayet bu dünya da vermez ise ahirette ilahi hakimiyet ve ilahi adaletin olduğu bir düzen kendilerini bekliyor olacak ve onlar sonunda yine Rablerine kavuşmuş olacaklar. Fakat sizler ne bu dünya ne de ahiret için sonun Cenab-ı Hakka ait olduğunu düşünmeden cahilce tutum ve davranış içerisinde bulunuyorsunuz. Hala kendi çıkarınıza olan bu ilahi sistemi kabule yanaşmıyorsunuz. Sizlere yaptığım teklifi kabul etmemek için çok ucuz ve saçma gerekçeler ileri sürmektesiniz. Ayrıca hiç düşünmüyor musunuz? Şayet bana inanmış dava erlerini etrafımdan kovar da uzaklaştırırsam bu mücadeleyi nasıl sürdürebilirim? Beni düşmanlarıma karşı kim koruyacak? Dahası bu yanlışım dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın hışmından nasıl kurtulurum?”
Hemen hemen aynı söylemi Hz.Peygamber adına Mus’ab b. Umeyr’in Medineli muhalif ileri gelenlere yapması öğretilir. Şöyle ki;
“Beni Medine İslam Cumhuriyetinin lideri olarak kabul ettiğinizde sizin topluma yapacağım diriltici hizmetlerden dolayı sizlerden herhangi bir mal ve ücret istemiyorum. Benim ve beraberimde ülkenize gelecek olan taraftarlarımın geçimleri Allah’a aittir. Allah yanlıları ve Allah için verilenler bizlerin geçimi için yeterlidir. Bu nedenle benimle birlikte hicret edecek taraftarlarım sizlere herhangi bir külfet getirmeyecektir. Onları da yanımdan asla ayırmayacağım. Zira onlar gayet iyi biliyorlar ki Rableri eninde sonunda kendi sisteminin hâkim olduğu bir idareyi kendilerine verecektir. Böylece onlarda Rablerinin kendileri için vaat ettiği düzene kavuşacaklardır. Şayet bu dünya da vermez ise ahirette ilahi hakimiyet ve ilahi adaletin olduğu bir düzen kendilerini bekliyor olacak ve onlar sonunda yine Rablerine kavuşmuş olacaklar. Fakat sizler ise ne bu dünya ne de ahiret için sonun Cenab-ı Hakka ait olduğunu düşünmeden cahilce tutum ve davranış içerisinde bulunuyorsunuz. Kendi çıkarınıza olan bu ilahi sistemi kabule yanaşmıyorsunuz. Sizlere yaptığım teklifi kabul etmemek için çok ucuz ve saçma gerekçeler ileri sürmektesiniz. Ayrıca hiç düşünmüyor musunuz? Şayet bana inanmış dava erlerini etrafımdan kovar da uzaklaştırırsam bu mücadeleyi nasıl sürdürebilirim? Beni düşmanlarıma karşı kim koruyacak? Dahası bu yanlışım dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın hışmından nasıl kurtulurum?”
Mekke ve Medineli ileri gelenlere yapılan bu söylemler, müteakip ayetlerde Hz.Nuh@ metaforu ile anlatılır;
29-30- (Nuh devamla dedi ki;) “Ey kavmim! Bu (yapacağım hizmete) karşılık sizden bir mal / bedel / ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ben bana inanan / güvenen taraftarlarımı asla etrafımdan uzaklaştırmayacağım. Onlar eninde sonunda Rablerine kavuşacaklar / ilahi sisteme kavuşacaklar. Fakat size gelince, sizin cahilce davranan bir topluluk olduğunuzu görüyorum. (Çünkü) Ey kavmim! Ben onları kovarsam, Allah’tan başka / Allah’tan gelecek (azaba karşı) bana kim yardım edecek diye hiç düşünmüyor musunuz?” (Hud Suresi 29-30)
Müşrik ileri gelenlerin yukarıdaki ayetlerde geçen hazine ve güç desteği taleplerine burada cevap verilir. Tıpkı Mekke müşrik ileri gelenleri gibi Medineli müşrik ileri gelenler de Hz.Muhammed’i@ kendilerine lider olarak kabul etmeleri için Cenab-ı Hakk’ın O’na çok büyük hazineler ve bir saltanat vermesini ya da güçlü saltanat sahibi meliklerin / imparatorların onun arkasında durmasını talep etmişlerdi. Dahası gelecekte (gaybde) toplumun sınıfsal yapısında bir değişim olmasını da istemiyorlardı. Ayrıca onlar, Hz.Muhammed@ ile hicret edecek olan müminlerin geçimleri için O’nun büyük bir hazineye sahip olmasını ve böylece Medine toplumuna mali külfet getirmemesini de istiyorlardı.
Cenab-ı Hak, bu tür taleplerin saçmalığından öte, bunların olmasının bir zulüm olduğunun onlara bildirilmesini ister. Zira Rabbimizin bizlerden istediği hazıra konmamız değil, varoluşu kendimizin gerçekleştirmesidir. Allah’ın elbette her şeye gücü yeter ve elçisini desteklemek için O’na hazineler verebileceği gibi her türlü dünyevi ve melekuti güçleri de O’nun emrine amade kılabilir. Fakat Allah bunu yapmaz. Zira bunları verecek olursa o zaman insanların imtihanları nasıl olacaktır? Halbuki insanların sınavları ancak zorluk ve mücadele içerisinde aldıkları tavır ve davranış ile yapılır. Toplumsal değişim olacaksa, bu ancak insanların kendi istekleri ve gayretleri ile olacaktır. Hiçbir şey hazır olarak beklenmemelidir. Bu ilahi yasaya aykırıdır. İyi bir toplum, iyi bir düzen talep ediliyorsa mutlaka bunun için mücadele edilmelidir.
Peygambere bu mücadelesinde gökten hazineler verilmeyecektir. Yine kurulacak devletin sistem modelinde mevcut saltanatların sahip olduğu ve etrafındaki ileri gelenlerin gözlerini diktikleri hazineleri olan bir saltanat öngörülmemektedir. Ya da ilahi sistemde, toplumun ileri gelenleri arkalarını büyük hükümdarlara / meliklere / krallara dayayamayacakları gibi kimsenin geleceğine garanti de verilmeyecektir. Ayrıca o dönemde yaygın bir anlayış olarak kralların tanrısal bir sıfata sahip olması gibi Hz. Muhammed’in@ Medine İslam Cumhuriyetinin liderliğinde tanrısal bir sıfatı olmayacaktır. O, milletin içerisinden çıkmış ve kendileri gibi bir insandır. O sadece bir elçidir. Bunun dışında ekstra bir vasfı bulunmamaktadır ve asla ona tanrısal bir vasıf atfedilmeyecektir. Bu bağlamda O bir melek değildir.
Kurulacak sistemde herşey vatandaşların kendi çabalarına bağlı olacaktır. Bu sistemde kimsenin bir ayrıcalığı olmayacaktır. Aşağı tabakadan görülen kişilerin gelecekte büyük zenginliklere kavuşmasını önlemeye mâni olan herhangi bir düzenleme olmayacaktır. Bütün vatandaşlara eşit fırsatlar verilecektir. Böylece onların gelecekte (gaybde) nelere kavuşacağını, Cenab-ı Hakk’ın onlara neleri ihsan edeceğini bilmek mümkün değildir.
Şayet bu hususların tersine bir yönetim modeli kurulacak olursa işte o zaman büyük bir zulüm doğmuş olacaktır;
31-(Nuh sözlerini şöyle sürdürdü “(Ben) size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Geleceği de / gaybı da bilmiyorum. ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Gözünüzde hor ve aşağı gördükleriniz için ‘Allah onlara hiçbir hayır / mal / servet vermez’ de demiyorum. Onların nefislerinde sahip oldukları meziyetleri, en iyi Allah bilir. Şayet bunların tersini söyleyecek olursam işte o zaman muhakkak zalimlerden olurum.” (Hud Suresi 31)
Nasıl ki Hz.Nuh’un@ karşıtları peygamberlerine “Bizimle çok tartıştın, bu kadarı yeter artık! Vaat ettiğin şeyi gerçekleştir de görelim” diyerek onunla artık tartışmayı bitirmek ve tehdit ettiği hususlarda meydan okudularsa, aynı tarzdaki tavır ve davranışı Mekke müşrikleri peygamberimize gösterirler. Mekke müşrik ileri gelenleri; “Senin bize yaptığın felaket tellallığı yeter artık! İddia ettiğin azap gelecekse gelsin de görelim!” derlerken Medineli müşrikler (sonradan “münafık” olarak adlandırılacak olan kimseler) de Hz. Muhammed@ ve / veya temsilcisi ile yapılan müzakerelere bir son verilmesini isterler. Bu müzakerelerin çok uzadığını ve gönülsüz de olsa anlaşmayı kabul ettiklerini beyan ederler ve “Hadi görelim bakalım, iddia ettiğin gibi bir sistem inşa edebilecek misin?” şeklinde alaycı bir söylemle cevap verirler. Onlar peygamberimizin değil Medine’de bir İslam devletini kurmayı, onun Mekke’den Medine’ye hicreti bile beceremeyeceğini zannediyorlardı.
32-Onlar dediler ki: “Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin / tartıştın ve üstelik bu mücadeleyi / tartışmayı çok ileri boyutlara taşıdın. İddialarında samimi ve doğruyu söylüyorsan o takdirde haydi vaat ettiğin şeyi bize getir!” (Hud Suresi 32)
Kavminin inkârcı ileri gelenlerinin bu sözlerine karşı Hz. Nuh@; “İddia ettiğim felaketinizi / yıkımınızı / yok oluşunuzu / kıyametinizi getirmek benim elimde değil. Onu ancak Allah başınıza getirir ve O, bunu diledikten sonra, siz asla bu yıkılışınızı / felaketinizi durduramayacaksınız, engel olamayacaksınız. Ben sizin iyiliğiniz için çabalıyor, size nasihat veriyor ve yol gösteriyorum. Ama siz Allah’a asi olmayı tercih ediyorsunuz. Bu durumda benim çabalarımın bir yararı olmaz. Fakat sizin rabbiniz ancak Allah’tır ve er ya da geç O’na ve O’nun getirdiği ilahi sisteme dönecek / döndürüleceksiniz.” şeklinde cevap verir.
Hz.Nuh’un@ kendi kavminin inkarcı ileri gelenlerine verdiği bu cevap metaforu üzerinden Hz.Muhammed’de@, Mekkelilere aynı minvalde cevaplar verir. Yani müşriklerin yıkılışı / tufanı / kıyameti demek olan ilahi öğreti çerçevesinde islami bir sistemin kurulmasına ve bu dünyada yaptıklarının ahirette hesabını vermeye kimsenin engel olamayacağını vurgular. Aynı vurguyu Medineli muhalifler için yapar ve onlar da ne yaparlarsa yapsınlar Medine’de şirk sisteminin yıkılmasına ve yerine ilahi bir sistemin kurulmasına asla engel olamayacaklarını ifade eder;
33- 34- O (Nuh) dedi ki: “Allah dilediği takdirde onu sizin başınıza getirir ve siz buna asla engel olamazsınız! Ben size öğüt vermek / yol göstermek istiyorum. Fakat siz Allah’a karşı azgınlığı seçiyorsanız, o takdirde benim öğüdüm / yol göstermem size bir fayda vermez. Ancak O, sizin Rabbinizdir ve eninde sonunda O’na / O’nun sistemine döndürüleceksiniz” (Hud Suresi 33-34)
Hz. Muhammed’in@ ya da temsilcisi Mus’ab b. Umeyr’in Medineli inkarcı ileri gelenlerle yaptıkları müzakerelerde, Hz.Nuh@ üzerinden onlara verilen cevaplara karşılık, onların verdikleri yanıt “ileri sürdüğünüz bu ilahi öğreti ve tevhit sistemi senin uydurmandan başka bir şey değildir. Rabbimiz böyle bir şey indirmemiştir ama hadi neyse tartışmayı burada keselim zira teklifini kabul etmekten başka çaremiz kalmadı. Bakalım bu işin sonu nasıl olacak?” Bir diğer ifadeyle “Aslında bize teklif ettiğin ve Rabbimizden geldi diyerek O’na iftira ettiğin bu öğreti ve sistem kendi uydurmandan başka bir şey değil ama kabul etmekten başka çaremiz kalmadı” şeklinde olmuştur. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara şöyle cevap verilmesini emreder;
“Bana geldiğini söylediğim ilahi öğretiyi Rabbim vahyetmiyor da ben uyduruyor ve Rabbime iftira atıyorsam o takdirde bunun vebali, günahı, sorumluluğu ve ceremesi bana aittir. Uygulama esnasında başıma ne gelecekse ben buna razıyım. Ayrıca ahirette de Rabbimin vereceği acı azaba da razıyım. Fakat diğer taraftan bu sistemin işleyişi sırasında sizin yapacağınız suçlardan ve sizin zorladığınız uygulamalardan da sorumlu olmayı kabul etmiyorum. Şayet sizin dayattığınız şeyler nedeniyle yapılacak yanlış / hatalı uygulamalar olacaksa onun ceremesi de sizlere ait olacaktır.”
35- Yoksa “Onu / ilahi öğretiyi / ilahi sistemi kendisi uyduruyor mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uyduruyorsam suçu / vebali / sorumluluğu / ceremesi bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz suçların ceremesini taşımam ve sorumluluğunu üstlenmem.” (Hud Suresi 35)
İçerisinde Evs kabilesinden de temsilcilerin bulunduğu Medine heyeti ile “Kadınlar biatı” adı verilen antlaşmadan sonra gerek peygamberimizin gerekse temsilcisi Mus’ab b. Umeyr’in Medine’nin diğer ileri gelenleri ile yapacakları müzakereler ve daha sonrasında takip edilecek yol haritası için rehber olacak aşağıdaki ayetler Cenab-ı Hak tarafından inzal edilmeye devam eder. Yol gösterme, yine Hz.Nuh@ kıssası üzerinden yapılır.
Medineli inkarcılar (ileride münafıklar olarak anılacak) da ilahi öğreti çerçevesinde bir devlet kurulmasına gönülsüz de olsa razı olmasını müteakiben artık hazırlıklara başlanması gerekecektir. Bundan sonra Mekke’deki insanlardan ümit kesilecektir. Artık Mekke’de bir İslam Cumhuriyeti kurmanın imkânı kalmamıştır. Bu nedenle Cenab-ı Hak, elçisinden kendisine katılmış / inanmış kimselerden müteşekkil olacak Medine İslam Cumhuriyetinin inşa edilmesini ve bu amaçla hicret edilmesi için hazırlık yapılmasını (gemi inşa edilmesi metaforunda) emreder. İslam Cumhuriyetinin inşası sırasında dikkat edilmesi gereken en önemli hususun bazı ilkeleri / düsturları gözetmek olduğunu vurgular. Bu çerçevede, zalimlerin hicret (gemiye bindirilmemesi metaforu) kapsamına alınmaması ve onlara merhamet edilerek ayrıcalık / imtiyaz tanınması hususunda Cenab-ı Hakk’tan muafiyet talebinde bulunulmamasını ilk düsturlar / temel ilkeler olarak bildirir. Onların yıkımı hak ettikleri ve bundan kaçışın olmadığının müminlerce bilinmesini ister.
36- 37- Nuh’a şöyle vahyolundu: “Kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse asla iman etmeyecektir. Bu nedenle onların yaptıkları şeylere üzülme. Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana başvurma. Kesinlikle onlar suda boğulmuşlardır. / boğulacaklardır.” (Hud Suresi 36-37)
Sözkonusu akabe görüşmeleri kapsamında “Kadınlar Biatından” sonra Mus’ab b. Umeyr’in Medine’ye gönderilerek Medinelilerle yaptığı müzakereler ve Medine Devletinin inşasına giden önemli olaylardan Mekkeli müşrik ileri gelenlerin habersiz olması düşünülemez. Ancak onlar bu girişimleri sonuca ulaşması imkânsız girişimler olarak görmekte ve peygamberimizin bu girişimleri ile alay etmektedirler. Tıpkı Hz.Nuh’un gemi inşası çalışmaları ile kavminin alay etmesi gibi Mekke’nin inkarcı ileri gelenlerinin peygamberimizle alay etmeleri karşısında Cenab-ı Hak, elçisine onlara şöyle mukabelede bulunmasını bildirir;
“Bizim bu çabalarımızla alay edin bakalım! Fakat işin sonunda biz sizinle alay edeceğiz! İşte o zaman kaybedenler siz olacaksınız. Aşağılanmayı esas o zaman görün. Kim aşağılık bir azaba duçar olacak ve sürekli bir azabın kime geleceğini yakında göreceksiniz. Son gülen iyi güler!”
38- 39 – O (Nuh), gemiyi yapıyordu, kavminden bazı ileri gelenler, ona her uğrayışta onunla alay ediyorlardı. O dedi ki: “Bizimle alay ediyorsunuz, (fakat iyi bilin ki bir gün gelecek) biz de sizinle tıpkı bizimle alay ettiğiniz gibi alay edeceğiz.” -Artık o alçaltıcı azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin üzerine ineceğini ileride bileceksiniz.- (Hud Suresi 38-39)
Hz.Muhammed@ girişimlerinden son derece emindi ve esas üzülecek olanların Mekkeli müşrikler olduğunu biliyordu. Bunu da onlara kendinden emin bir şekilde deklare etmekten çekinmiyordu.
Medine’de müzakereler sonuçlanıp, Medine İslam Cumhuriyetinin esasları belirlenerek toplumsal sözleşme / Anayasa taslakları hazırlanıp tarafların taslak üzerinde mutabakat sağlamasını müteakiben hicret hazırlıkları (Gemi inşası) tamamlandığı zaman, işte o zaman kazan kaynamaya başlayacaktı. İşte o zaman peygamberimiz ve taraftarları Medine’ye hicret edecekler, Mekke müşrik ileri gelenleri ise hicreti engelleme girişimin bulunacak ve böylece tarafların çekişmesi iyice kızışacaktır. Bu çekişme öylesine şiddetli olacak ki tıpkı bir tufanı andıracaktır. Bu fırtınalı tufan müşriklerle müminlerin saflarını tam anlamıyla ayıracaktır.
Nasıl ki Hz.Nuh’un taraftarları ve tufandan sonra hayatın devamı için diğer canlılardan temsilciler gemiye alınıyorsa, İslam Cumhuriyeti vatandaşlığına da (geminin içine alınması metaforu) Mekke’deki müminler ile Mekke dışındaki çevre kabilelerden (diğer canlı türler metaforunda) müminlerin alınması peygamberimize Ekrem’e emredilir. Peygamberimizin hareketinin ve kuracağı İslam Cumhuriyetinin izleyeceği yol haritası, Allah’ın adına olacaktır, Hak adına olacaktır, hakkın hâkim olması için olacaktır, Hakka tapan insanların, adaleti, merhameti, selameti, birliği ve dirliği talep eden insanların bu taleplerine uygun bir nizamın hâkim olması için olacaktır. Tıpkı Hz.Nuh’un@ gemisinin seyrinin Allah’ın adına olması gibi.
40- 41- Sonunda emrimiz geldiği ve kazan / tandır kaynadığı/ iş bittiği zaman Biz dedik ki: “Her cinsten / türden birer çifti ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni ve iman etmiş olanları onun içine bindir.” -Zaten onunla birlikte çok az kişi iman etmişti.- O (Nuh) dedi ki: “Gemiye binin, onun yüzüp gitmesi de demir atması da (seyrü seferi) Allah adınadır. Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Hud Suresi 40-41)
Cenab-ı Hak Hz.Nuh’un@ oğlu örneği metaforunda Mekkeli arafta olanlara önemli bir çağrı yapar. Daha önce de ifade edildiği gibi arafta kalan Mekkeliler, içlerinde taşıdıkları erdemlilik nedeniyle peygamberimize ve müminlere kendilerini daha yakın bulmakla birlikte yine de içlerindeki korku ve Allah’a güvensizlik nedeniyle müminlerin safında yer almaktan çekiniyorlardı. Onlar Hz.Muhammed’i@ ve taraftarlarını güçsüz ve başarma şanslarını da zayıf görüyorlardı. Bu nedenle Mekke müşrik yönetiminin yanında yer almayı kendi güvenlikleri için daha uygun buluyorlardı.
Diğer taraftan Medinelilerle yapılan müzakerelerin çok olumlu gittiğini ve bunun Medine’de bir İslam Cumhuriyeti ile neticeleneceğini gören Hz.Muhammed@ ve taraftarları kendi yakın akrabaları ve kendilerine yakın buldukları araftakilerin iman edip hicret ederek kendilerine katılmalarını çok arzu etmekteydiler.([1])
Hz. Nuh’un@ oğlunu gemiye çağırması benzetmesi ile Mekkeli arafta kalan kimselerin İslam Cumhuriyetinin oluşumuna katılımı ve hicret etmeleri için Cenab-ı Hakk’ın emriyle bir çağrı yapılır. “Ey Mekkeli yakınlarımız! Gemi kalkıyor, tufan geliyor, kurtulmak istiyorsanız binin bu gemiye” diye bir çağrıdır bu.
Hicret sırasında ve Medine İslam Cumhuriyetinin kuruluşu ve gelişmesi aşamasında Mekke yönetimi ve çevredeki müşrik kabileler ile yapılan mücadelelerin hepsi Nuh tufanına bir metafordur. Mekkeliler safında yer alan araftakiler ise Hz.Muhammed’in@ hicret çağrılarına kulak tıkamış ve Medine İslam Cumhuriyetinin vatandaşlığına katılmamışlardır. Onlar bu çalkantılı dönemde zarar görmemek için dağlar misali güçlü kişilere ya da otoritelere sığınarak kurtulacaklarını düşünmüşlerdir.
Hz.Nuh@ kıssası üzerinden bu çalkantıdan / tufandan / hengameden safını Allah’tan yana olarak seçenler ve böylece O’nun merhametine sığınanlardan başkasının kurtulamayacağı bildirilir.
42 – 43- O (gemi) onlarla, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh bir kenarda ayrı duran oğluna seslendi: “Yavrucuğum, bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!” O (Nuh’un oğlu), dedi ki: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” O (Nuh); “Bugün Allah’ın emrinden koruyacak kimse yoktur. O’nun merhamet ettiği kimseler müstesna” dedi. Derken dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oldu. (Hud Suresi 42-43)
Peygamberimizin ve taraftarlarının Mekke’den Medine’ye hicretini müteakiben Medine’de İslam Cumhuriyetinin kurulacağı ve onların bereketli topraklara sahip bir yer olan Medine’ye yerleşeceği “Gemi Cudi / cömertlik / bereketli bir yerin üzerine oturdu.” metaforik ifadesi ile anlatılır. Bu olay ile gemi misali İslami hareketin de Medine’ye yerleşeceği ve orada karar bularak devletini kuracağına işaret edilir. Ayrıca bu devletin Mekke müşrik zalimlerini gelecekte kahredeceğine de vurgu yapılır.
44 – Nihayet “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de tut!” denildi. Böylece sular çekildi. Emir / plan / iş de yerine gelmiş oldu. Gemi Cudi / cömertlik / bereketli bir yerin üzerine oturdu. / kuruldu. Ve o zalim kavim için, “Kahrolsun!” denildi. (Hud Suresi 44)
İnsanların vatanlarını terk ederek başka bir ülkeye göç etmesi oldukça zordur. Zira gerek terk ettikleri vatanlarında bütün varlıklarını bırakmak, vatandaşlıktan çıkarılmak, dost, akraba, arkadaş kısaca sevdiklerini arkalarında bırakmak ve hatta hatıralarını bırakmak kolay olmadığı gibi gittiği ülkede yer edinmek, yeni bağlar kurabilmek oldukça zordur. Her şeye sıfırdan başlamak demektir. Ayrıca gerek göç sırasında gerekse yerleşilecek yerde neyle karşılaşılacağı konusundaki belirsizlik, insanların kolay kolay göze alabileceği bir şey değildir. Bu nedenle arafta kalan bazı Mekkelilerin ve hatta bazı müminlerin Medine’ye hicret konusunda büyük bir korku, tereddüt yaşayacakları çok açıktı. Onların hicret etme hakkında yaşayacakları bu endişeleri izale edici dersler verildikten sonra hicret etmeyi göze almış müminlerin geride kalacak olan sevdikleri hakkındaki hassasiyetleri konusunda da uyarılar yapılmaya sıra gelmişti.
Sevdiklerini yanlarında görmek isteyen Hz.Muhammed@ ve müminlerin geride kalan Mekkeliler konusunda üzülecekleri malumdu. Çünkü onlar biliyorlardı ki Mekke’yi terk ettikten sonra hicret etmeyen müminleri ve araftakileri Mekke müşriklerine karşı kim koruyacaktı? Onlar çok büyük eziyetlere ve acılara maruz kalabilirlerdi. Fakat diğer taraftan onların Mekke’de varlıklarını sürdürebilmek ve eziyetlerden kurtulabilmek için tek seçeneği, yukarıda Hz. Nuh’un@ oğlunun dağlara sığınma metaforu ile verildiği gibi Mekke müşriklerinin ileri gelenlerine sığınmak kalıyordu. Onlar da bu yolu seçeceklerdi. Bu nedenle Cenab-ı Hak, elçisinin ve taraftarlarının hicret etmeyi göze alamayarak geride kalanlar hakkında üzülmemeleri gerektiğini yine Hz.Nuh’un@ oğlu konusundaki hassasiyetine verdiği cevap üzerinden anlatır. Onların böyle bir seçim yapmaları halinde müminlerden sayılmayacaklarını ve bu nedenle de onların hicreti seçmeleri konusunda Cenab-ı Hakk’ın yardımını istemenin yanlış bir hareket olacağı bildirilir. Zira insanlar kendi seçimlerini hür iradeleri ile yaparlar. Allah insanı iradeli varlık olarak yaratmıştır. İnsanlar hür iradeleri ile yaptıkları seçimlerin sonuçlarına / bedeline katlanmaları gereklidir. Üzülmeye gerek yoktur. Kimse seçimlerinde zorlanamaz.
Diğer taraftan bu konuda şu hususlarda söylenebilir. Bazı müminlerin de Mekke’de kalması Cenab-ı Hakk’ın resulüne öğrettiği siyasetin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Böylelikle peygamberimiz onlar kanalıyla Mekke’deki gelişmelerden haberdar olabilecektir. O müminlerin Mekke’de mümin olarak görülmemesi gereklidir. Onlar bir ajan gibi çalışacaklardır. Bu nedenle geride kalan müminler konusunda Hz.Muhammed’in@ Cenab-ı Hakk’tan, diğer müminlerin ise Hz.Muhammed’den@ ısrarcı olmamaları konusunda yapılan telkin aynı kıssa üzerinden anlatılır. Yani iç yüzü bilinmeyen hususta Cenab-ı Hakk’tan ve dolayısıyla resulünden istekte bulunulmaması öğretilir. Onların Mekke’de kalmalarının ve müşriklerden görünmelerinin bir hikmeti vardır. Bu durum yine Hz. Nuh@ kıssası üzerinden anlatılır;
45-47-Nuh Rabbine seslenip dedi ki; “Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi. Senin vaadin de elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin.” O (Allah); “Ey Nuh! Kesinlikle o senin ehlinden olamaz! Bilmediğin bir konuda benden istekte bulunman erdemli / salih bir davranış değildir. Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım” dedi. O (Nuh); “Ey Rabbim! Hakkında bilgim olmayan (içyüzünü bilmediğim) bir şeyi (yapmanı) istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Eğer beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum” dedi. (Hud Suresi 45-47)
Onlara tıpkı Hz. Nuh@ ve beraberindeki müminlere denildiği gibi denildi ki;
“Sizler gittiğiniz (gemiden inme metaforu üzerinden) Medine’de güven ve esenlik içerisinde olacak bereketlerle karşılaşacaksınız. Geçim sıkıntısı çekmeyeceksiniz. Medine’de can güvenliğiniz olacak. Fakat size karşı olan o Mekkeli müşrik zalimleri ise bir süre daha dünyada yaşatacağız, daha sonra onlara can yakıcı bir azabı sizin elinizle isabet ettireceğiz. Bu dünyada onların canını sizin elinizle çok yakacağız ve perişan edeceğiz. Ahirette ise cehennem azabı onları beklemektedir.”
48- Denildi ki: “Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte olan topluluk ve ümmetler üzerine katımızdan esenlikle / selametle / mutlulukla ve bereketle / bollukla in. Ama sana karşı olan ümmetleri ise bir süre faydalandıracağız / yaşatacağız. Daha sonra onları can yakıcı bir azaba çarptıracağız” (Hud Suresi 48)
Cenab-ı Hak, bu kıssa ile mucizevi gelecek haberlerini anlatır. Daha Mekke’de iken Hz.Muhammed’in@ ve taraftarlarının Mekke’den hicret etmeyi başararak Medine’de bir İslam Cumhuriyeti kurmayı başaracağını ve bu devletin Mekke müşrikleri ile yapacağı mücadeleleri de kazanacağını, zalimlerin yenileceğini / kahrolacağını müjdeler. Geleceğe (gaybe) yönelik bu müjdeli haberlerin daha önce kimse tarafından bilinmediğini ve şimdi vahyedildiğini bildirir. İstikbalin dünya ve ahirette kendi hak ve çıkarlarını koruyan muttakilere ait olacağının ilahi bir ilke olduğunu bildirerek Hz.Nuh@ kıssasını noktalar.
49-İşte bunlar (Nuh kıssası vesilesi ile anlatılanlar), sana vahyettiğimiz gayb (gelecek) haberlerindendir. Bundan önce sen ve kavmin bunları bilmiyordunuz. Şu halde sabret. Şüphesiz iyi gelecek / istikbal muttakilerindir. (İyi gelecek / istikbal dünya ve ahiretteki çıkar ve haklarını koruyanlarındır) (Hud Suresi 49)
Hz.Muhammed@ iş işten geçmeden Mekke müşriklerine bir fırsat daha vermek ister. Zira gemi kalktıktan sonra yani Medine’ye hicret edildikten sonra artık geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olacaktır. Bu nedenle Mekke müşriklerini İlahi Öğreti çerçevesinde Tevhidi Sisteme bir daha davet eder. Bu sistemin kurulması ve işletilmesi için yapacağı hizmetlerden ve göstereceği çabadan herhangi bir menfaat / maddi karşılık beklemediğini bir daha yineler. Şayet inadı bırakır da Cenab-ı Hakka yönelirlerse uygulanacak ilahi sistemle çok büyük bereketlere kavuşacaklarını ve halihazırdaki güçlerine güç katacaklarını bildirir.
Cenab-ı Hak, elçisinin bu çağrısını Hz.Hud @ kıssası üzerinden yaptırır;
50-52- Ad kavmine kardeşleri Hud şöyle dedi; “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilah yok. Siz ancak iftira ediyorsunuz. Ey kavmim! Ona (Peygamberliğime / Liderliğime / Yol göstericiliğime / Çabalarıma) karşılık sizden bir ücret / maddi karşılık beklemiyorum. Benim ücretimi/ mükafatımı ancak beni yaratan takdir edecektir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin ve müteakiben tevbe ederek O`na yönelin ki, üzerinize gökten bol bol bereketler göndersin ve sizin gücünüze güç katsın. Hadi artık, günahkârlar olarak sırt çevirmeyin.” (Hud Suresi 50-52)
Fakat Hz.Muhammed’in@ bu davetini Mekke müşrikleri reddetmekle kalmaz alay da ederler. Onların peygamberimizin yaptığı teklifi reddetme gerekçesi olarak teklifinin başarılı olacağına dair herhangi bir kanıt / mucize getirememiş olmasını gösterirler. Açıkçası onlar peygamberimizin Mekke’deki mücadelesinde başarılı olamamasını, onun davetini reddediş gerekçesi olarak ifade ederler. Şayet başarılı olsaydı ve iktidara gelebilseydi o takdirde hemen kabul edeceklerdi. Başarılı olamadığı gibi Mekke’nin şirk otoriteleri uyguladıkları baskı, şiddet ve boykotla Hz.Muhammed’i@ ve hareketini perişan etmişlerdi.
Cenab-ı Hak bunu Hz. Hud kıssasında müşriklerin (“Tanrılarımızdan bazısı seni çok fena çarpmışken biz sana daha ne diyelim”) sözlerine atıfla kinayeli olarak anlatır. Şirk otoritelerinin bazılarının kendisini çok kötü çarptığını görüp dururken yapılan bu davete icabet etmelerini beklemelerinin saflık olduğunu söyleyerek alay ederler.
53-54-Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize açık bir kanıt ile gelmedin. Bu yüzden senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Sana inanmamızı asla bekleme! ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmışken’ biz sana daha ne diyelim.” (Hud Suresi 53-54)
[1] ) NOT: Resulü Ekremin ve müminlerin akrabalarından olup da inkarcıların safında toplanan “araftaki” kimseleri Hz. Nuh’un oğlu metaforu kapsamında değerlendirebiliriz. Zira Kur’an o zaman ki Arap toplumu kabile anlayışına da uygun olarak “oğul / erkek evlat” gücü temsil etmektedir. Bu nedenle “erkek evlat” metaforu Kevser suresinde olduğu gibi kabile ya da bir ideoloji etrafında toplanan insan toplulukları için de kullanılmıştır. (A.A)
Onların karşı çıkışlarına ve alaylarına karşı Hz. Muhammed@, Allah’ı ve kendilerini şahit tutarak daha yıkılmadığını, hala ayakta olduğunu ve kendisini çarpıp perişan ettiğini iddia ettikleri şirk otoritelerini tanımadığını / reddettiğini söyler. O, değil bazı şirk otoritelerinin saldırmaları, isterlerse bütün şirk otoritelerinin tüm güçleri ile üzerine saldırmalarını, ne kadar hile ve tuzakları varsa hepsini kurmalarını ve ellerinden ne geliyorsa yapmalarını ifade ederek onlara meydan okur. Bütün güçlerin toplanıp üzerine gelseler bile yine de kendisini yıkamayacaklarını, sırtını dayadığı Rabbinin yardımı ile hepsinin saldırılarını püskürteceğini bildirir. Çünkü O’nun yarattığı tüm mahlukata hâkim olduğunu, O’nun hakimler hâkimi olduğunu belirtir. Ama diğer taraftan O’nun kullarının yanlış yola gitmesine razı olmadığını ve onların dosdoğru yolda olmalarını arzu ettiğini bildirdikten sonra peygamberimiz yaptığı davet ile kendisine vahyedilen şeyleri bildirerek elçilik görevini yerine getirdiğini belirtir.
Şayet yapılan bu son çağrıyı da reddederlerse Mekke’nin iktidarını başka bir kabilenin ele geçireceğini bildirir. Bu haberle Medinelilerle yapılan anlaşmaya atıf yapılır ve orada kurulacak devletin tüm kavim ve kabilelere egemen olacağı ihbar edilir. Yani bu ihbar ile Mekke’nin müşrik sisteminin ve elebaşılarının alaşağı edileceği ve egemenliğin kendisine inanan başka kavimlere geçeceği vurgulanır. O bu değişimi onların asla engelleyemeyeceği gibi onların yeni kurulacak devlete asla zarar veremeyecekleri de ifade edilir.
54-57-O (Hud) dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben, Allah’tan başka otorite tanımıyorum. Hadi bakalım! Topunuz birden bana karşı tuzak kurun ve elinizden geleni ardınıza koymayın! Ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a güveniyorum. / tevekkül ediyorum. Zira, O’nun kontrolünde / denetiminde olmayan hiçbir canlı / güç yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir. Ben size benimle birlikte gönderileni size bildirmiş bulunuyorum. Buna rağmen yine de bana sırt çevirirseniz / karşı durursanız o takdirde benim rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi iktidara getirecek / halife yapacak ve siz ona hiçbir şekilde zarar veremeyeceksiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.” (Hud Suresi 54-57)
Fakat Hz.Muhammed’in@ teklifini kabul eden ve O’nun safına geçenlerin kurtulacağı ve Cenab-ı Hakk’ın merhamet ve rahmetine mazhar olacağı ifade edilirken, teklifi reddeden ve peygamberimize kafa tutan zorbaların tıpkı Ad kavmi inkarcılarının akıbetleri gibi hem dünya hem de ahiretlerinin mahvolacağı belirtilir. Onların her yerden kovulacağı sürgün edileceği bildirilir.
58 -60-Emrimiz geldiği zaman, Hud’u ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, onları dehşetli bir azaptan da kurtardık. İşte bu, Rabblerinin ayetlerini tanımayan, O’nun elçilerine kafa tutan ve her azgın zorbanın emrine uyan Ad kavmidir! Bu dünyada ve kıyamet günü lanet onların peşlerini bırakmayacaktır. İyi bilin ki Hud’un kavmi Ad, Rablerini tanımadılar / inkâr ettiler ve bu nedenle yıkılıp gittiler. (Hud Suresi 58-60)
Hz.Muhammed@, Mekke müşriklerine hitaben hicret öncesi yaptığı bu uyarılarına Hz.Salih@ kıssası üzerinden devam eder. Cenab-ı Hak ondan tıpkı Hz.Salih’in@ Semud kavmine verdiği nutuk gibi şöyle hitap etmesini ister;
“Ey halkım, Mekke’deki Kâbe sayesinde var oldunuz. O’nun seçimi ve takdiri ile atanız Hz.İbrahim@ Kabe’nin yerini seçti ve Kabe’yi inşa ettirdi. Varoluşunuz bu mabed ile gerçekleşti ve sizi de bu mabedin ve bu şehrin mamuriyeti için yetkilendirdi. O sizden sadece O’na kulluk etmenizi istiyor. Hadi artık inat etmeyin de mevcut şirk düzenini terk edin ve bugüne kadar yaptığınız yanlışlardan bağışlanma dileyin ve tevbe ederek O’na yönelin. Böylece O sizin dualarınıza, isteklerinize icabet edecek ve sıkıntılarınızı giderecektir.”
61- Semud’a da kardeşleri Salih şöyle seslendi: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. O, sizi bu ülke ile var etti ve bu ülkeyi de size imar ettirdi. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin. Sonra O’na yönelin. Şüphesiz Rabbim Karîb’dir / çok yakındır, Mucîb`dir / taleplerinize icabet edendir.” (Hud Suresi 61)
Peygamberimizin bu çağrısına Mekke müşrikleri de tıpkı Semud kavminin müşrik ileri gelenlerinin Hz.Salih’e@ verdikleri cevap gibi cevap verirler;
“Ey Muhammed! Senden çok şey bekliyorduk, çok parlak biriydin, senin bizim şirk sistemimizin başına geçmeni ve sistemimizdeki tıkanıklıkları gidermeni ümit ediyorduk. Bu şirk sisteminin iyi bir yöneticisi olmanı bekliyorduk. Fakat sen bütün umutlarımızı boşa çıkardın. Kalktın mevcut düzenimizi kökten kaldırıp atmamızı teklif ettin. Atalarımızın yıllarca uyguladığı ve bugüne kadar çok büyük bir tecrübe birikimi oluşturduğu bu sistemi kaldırıp atmamızı istiyorsun. Kurulu düzenimizin yerine önerdiğin tevhit sistemi konusunda ise kafalarımız çok karışık ve o sistem konusunda büyük bir tereddüt yaşıyoruz.”
62- Dediler ki: “Ey Salih! Sen, bundan önce aramızda aranan / ümit beslenen / gelecek vaat eden bir kişi idin. Şimdi kalkmış, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklayacaksın? Biz, kesinlikle bizi çağırdığın şey hakkında kafalarımız karışık ve derin bir kuşku içindeyiz.” (Hud Suresi 62)
Mekke müşriklerinin bu şekildeki cevaplarına karşılık olarak Hz.Muhammed@ yine Hz.Salih@ kıssası üzerinden şöyle cevap verir;
“Ey Halkım! Şayet sizin benden beklentinizi gerçekleştirirsem Cenab-ı Hakk’a isyan etmiş olurum. Hem de bana doğru yolu göstermişken içinde bulunduğumuz sıkıntılı süreçlerden gerçek çıkış yolunu göstermişken sırf sizin benden şirk sisteminizi daha iyi uygulama beklentinizi gerçekleştirmek için çalışırsam o zaman beni Allah’ın azabından kim kurtaracak. O takdirde siz ancak benim ziyanımı artırır ve beni yıkıma götürürsünüz.”
“Bu konuda kanıt istiyorsanız işte size kanıt; Tıpkı Hz.Salih’in@ dişi devesine Semudluların yaptıkları gibi Mekke’nin fakir ve kimsesiz alt tabaka insanlarının toplumda gelişmesine, ilerlemesine engel olduğunuz, asgari geçimlerini sağlamadığınız ve onlara kötü muamele yaptığınız için sizlerinde büyük felaketlerle karşılaşmanız kaçınılmazdır. İşte size ilahi / sosyolojik bir delil / kanıt / yasa.”
63- 64- O (Salih) dedi ki: Ey kavmim! Görmüyor musunuz? Ben Rabbimin bana verdiği rahmet sayesinde apaçık bir kanıt üzerinde isem ve buna rağmen O’na asi olursam beni Allah’tan kim korur? Öyle bir durumda sizin bana yıkım getirmekten başka katkınız olmaz. Ey kavmim! Delil mi istiyorsunuz? İşte size Allah’ın nâkası / dişi devesi / yoksul ve sahipsiz kimsesi. Onu serbest bırakıp, Allah’ın ülkesinde beslenip gelişmesine müsaade etmezseniz ve ona fena davranarak zarar verecek olursanız çok geçmez sizi bir azap yakalayıverir. (Hud Suresi 63-64)
Nasıl ki Semudlular Hz.Salih’in@ bütün uyarılarına rağmen dişi deveyi ayaklarını kesmek suretiyle yere sererek öldürdülerse aynı şekilde Mekke müşrikleri de fakir, fukara, garip guraba ve sahipsiz kimselerin ayakta kalmasını sağlayan gelir kaynaklarını kesmek suretiyle Mekke’nin alt tabakasını sosyo-ekonomik olarak öldürmüşlerdi. Onların bu hareketleri artık kendi sonlarını getirecekti. Hz.Muhammed@ işte bu duruma işaret ederek artık bu son çağrılara da ret cevabı veren Mekkelilerin çok yakında sonlarının geleceğini onlara aynı kıssa üzerinden bildirir.
65- Fakat bu uyarıya rağmen, onlar, onu (nâkayı / dişi deveyi / yoksul ve sahipsiz kimseyi) ayaklarını / ayakta durmasını sağlayan gelir kaynaklarını keserek öldürdüler. Bunun üzerine o (Salih) dedi ki: “yurdunuzda ancak üç gün daha yaşarsınız. İşte bu, yalan çıkması mümkün olmayan bir tehdittir.” (Hud Suresi 65)
Cenab-ı Hak, elçisine tıpkı Hz.Salih@ ve taraftarlarının kurtarıldığı gibi kendisinin ve müminlerinde ilahi yasa tahakkuk ettiği zaman rahmetinin bir eseri olarak kurtarılacağını müjdeler. Zira güç kuvvet, üstünlük ve mutlak galibiyet Cenab-ı Hakk’a aittir.
66-Ve sonunda emrimiz geldiği zaman, Salih’i ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Böylece izin verilen o günün utancından da kurtardık. Hiç şüphesiz ki Rabbin, güçlü ve mutlak üstün olandır. (Hud Suresi 66)
İlahi yasa / sosyolojik yasa tahakkuk ettiği zaman, nasıl ki Semudlular kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılarsa aynı şekilde müşriklerin de peygamberimiz ve müminlerin karşısında diz üstü çökecekleri bildirilir. O zaman geldiğinde onların iktidarları öyle yıkılacak ki sanki bir zamanlar bu şehirde zengin ve caka satan, gururla ve kibirle dolaşan kendileri değilmiş gibi izlerinin silinip gideceği ifade edilir.
67-68- O zalimleri korkunç bir ses / patlama yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. Sanki orada hiç zengin ve müreffeh olarak yaşamamış gibi. İşte Semud kavminin Rabblerini inkâr etmeleri ve işte yıkılıp gitmeleri gerçek değil miymiş? (Hud Suresi 67-68)
Mekkelilerin Hz.Hud’dan@ talep ettikleri kanıta bir cevap niteliğindeki cevaplar, hem Hz.Hud@ hem de Hz.Salih’in@ kıssaları üzerinden verilmişti. Bunlar tarihteki örneklerden yola çıkarak sosyolojik / ilahi yasalar ile verilen cevaplar niteliğinde idi. Mekke’nin gidişatı ile Ad ve Semud kavimlerinin gidişatlarının benzer niteliklerinden yola çıkarak verilen yanıtlardı. Cenab-ı Hak, şimdide Mekkelileri yaşanmakta olan olaylarla uyarıda bulunur. Her ne kadar bu yaşanmışlığı anlatmak için yine bir başka peygamberin kıssasını kullansa da bu kez bizzat Hz.Muhammed’in@ yaşadığı olay üzerinden tehdit eder. Peygamberimizin Medine temsilcileri ile görüşmeler yaptığını ve bu görüşmelerin olumlu bir seyir izlediğini, böylece Mekkeli müşriklerin cezalandırılması için önemli adımların atıldığını anlatır. Bu yaşanan olaylar müşrikler için bir uyarı / tehdit arz ederken, Mekkeli müminler için bir umut, bir müjdedir. Medinelilerle yapılan müzakereler sonucunda artık kimsenin korkmamaları gerektiği bildirilir. Kıssa ile artık ümitleri neredeyse tamamen kesilmiş müminlerin kaygı ve endişelerini bertaraf eden müjdeli haberler verilir. Müjdeli haberler öylesine sürprizleri içerisinde barındırır ki müminler inanmak istemezler ve hatta bu müjdeli habere konu olayın içine düştükleri zayıf ve aciz konumdan dolayı inanılması güç bir şey olduğunu ifade ederler. Bu durum Hud Suresinin müteakip ayetlerinde Hz.İbrahim@ kıssası ile şöyle anlatılır;
69 -73 –Ant olsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz müjde ile geldiler ve “Selâm!” dediler. O da “Selâm!” dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. Fakat onlar ellerini ona uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlara karşı içinde bir korku duydu. Onlar: “Korkma / endişe etme, çünkü biz Lut kavmi için gönderildik” dediler. Onun (İbrahim’in) karısı ayaklanmıştı, fakat bu sözleri duyunca gülümsedi. Sonra ona İshak’ı, İshak’ın arkasından da Yakub’u müjdeledik. O (İbrahim’in karısı); “Vay be! Hayret bir şey! Ben bir “acuz” (aciz, zayıf, güçsüz, zavallı, elinden bir iş gelmez, kısır) bir kadın olduğum halde ben mi doğuracağım! Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi. Onlar (elçiler): “Allah’ın işine mi / emrine mi / dilediğini gerçekleştirmesine mi şaşıyorsun? Ey ev halkı! Allah’ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir! Muhakkak ki O, Hamid’tir (övülmeye lâyıktır), Mecid’tir (cömertliği boldur)” dediler. (Hud Suresi 69-73)
Cenab-ı Hak, inzal ettiği bu ayetleri Hz.Muhammed@ Mekkelilere okur ve Hz.İbrahim@ kıssası üzerinden Mekkeliler uyarılır. Yapılan bu uyarı ve tehditler bir kıssa üzerinden ve detaylara girmeden yapılır. Asıl amaç olay hakkında kısa bilgi verdikten sonra tehdit ve uyarı yapmak ve onların akıllarını başlarını devşirmelerini sağlamaktır. Aşağıda detaylandırılarak verilmeye çalışılan olaylar her ne kadar bu kadar detay ve kişileştirilmese de mesaj muhataplarınca gayet iyi anlaşılır;
“Medine’den 12 kişilik bir heyet / elçiler gelmiştir. Bu heyet tıpkı Hz.İbrahim’in@ elçileri ağırlaması gibi peygamberimiz tarafından da gayet iyi ağırlanmıştır. Ama onlar kendilerine sunulan ikramı kabul etmeyerek sanki düşmanmış gibi bir politika takip etmişler ([1]) ve böylece yapılan görüşmenin bir ittifak / dostluk anlaşması görüşmesi olduğunu kamufle etmişlerdir. Bu kamuflaj öylesine gerçekçiydi ki Medineli heyet esas itibariyle Mekkeli müşrik ileri gelenlerle görüşmek için gönderilmiş gösterildiler. Zira Medine’deki kabileler arasındaki çatışma nedeniyle her kabile kendisi için Mekke’deki kabilelerden destek için müttefik arayışı içerisinde oldukları izlenimini veriyorlardı. Onlar sürekli Mekkeli kabileler ile görüşüyorlar ve kendilerine müttefik arıyorlardı. Ama onlarla da bir türlü anlaşmaya gidememişlerdi. Ayeti kerimede “Elçilerin Lut Kavmine gönderilmesi” metaforu ile değinilen bu husus aslında Mekkelilere azabı getirecek bir müttefiklik anlaşmasına giden ilk mutabakat anlaşmasını Medine elçileri peygamberimizle yapacaklardır. Onlar bu gelişlerinde peygamberimiz ile yaptıkları görüşmelerin sonucunda Anayasal bir sözleşme yapılması hususunda mutabakata varmışlar ve O’na biat etmişlerdir. Müminler ise 9 -10 yıllık bir mücadeleden sonra bu uğurda bütün ekonomik güçlerini, siyasi otoritelerini kaybederek içine düştükleri zayıf, güçsüz ve ellerinden hiçbir şey gelmeyen bir konum nedeniyle artık iyice ümitlerini kaybetmişlerdi. Öyle ki bazı müminler özellikle peygamberimizin gördüğü miraç rüyasından sonra müşriklerin safına bile geçmişlerdi. Bu onların ümitsizliklerinin derecesini göstermesi açısından son safhaydı. Ümitli olmaya yönelik verilmeye çalışılan öğüt ve söylevlere karşı da artık karşı çıkma noktasına gelmişlerdi. Tıpkı kıssadaki Hz.İbrahim’in@ hanımı Hz.Sare’nin çocuğu olmaması nedeniyle çocuğu olan Hz. Hacer’i kıskanması ve onları çöle göndermesi konusunda Hz. İbrahim’e karşı ayaklanması / karşı çıkması / başkaldırması gibi. Müminlerin durumu da böyle acizlik ve güçsüzlük nedeniyle ümitsizlik arz etmekte ve onların Hz.Muhammed’e@ bakışları da tıpkı Hz.Sare’nin kendisinin ve eşi Hz.İbrahim’in@ yaşlılık nedeniyle çocuğunun olmasının imkansızlığını düşünerek içlerinde besledikleri ümitsizlik ile eşine bakışı gibidir. Onlar da kendilerinin zayıflığı, acizliğinin yanında peygamberimize uzun mücadelesi ile yorulmuş, artık başarma sansı kalmamış bir şahsiyet olarak bakıyorlardı.
Fakat akabe görüşmelerinde gelinen noktada Evs ve Hazreç’in temsilcilerinden alınan biat ve Mus’ab b. Umeyr’in devletin teşkilatlanması noktasında hazırlıklar yapılması için Medine’ye gönderilmesi, müminler nezdinde yeniden ümitleri yeşertir. Bu gelişme imkânsız, inanılması güç bir gelişmedir. Artık Resulü Ekrem’in@ ve müminlerin sığınacakları bir güçleri olacaktır. Bilindiği üzere o dönemde oğlan evlat güç demektir. Evs ve Hazreç gibi savaşçı kabileler Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin savunma gücünü oluşturacaktı. Ayette Hz.İshak@ ve Hz.Yakub’un@ müjdelenmesi metaforu ile anlatılan bu olay sonucunda Cenab-ı Hak, inayetiyle böyle ümit verici bir gelişmenin kapısını aralamıştır.
Müminler için umutları yeniden canlandıran bu gelişme, Mekke müşrikleri açısından hareketin başından beri yapılan tehdit ve uyarıların gerçekleşmesinin işaret fişeğidir.
Daha sonraki görüşmelerde peygamberimizin Medine’ye gelmesi halinde Mekke ile gelecekte savaş halinin yaşanacağı bildirilince peygamberimiz kendisinin islam / barış / esenlik ve tevhid / merhamet için gönderildiğini ileri sürerek itiraz eder. Fakat elçiler böyle bir durumun mutlaka savaşı beraberinde getireceğini ve buna hazırlıklı olunması gerektiğini bildirmesi üzerine peygamberimiz bunun savaşsız bir yolunun bulunması gerektiği üzerine ısrar eder. Zira politikayı savaş politikasına döndürmenin kendisinin şu ana kadar ortaya koyduğu tüm argümanlara ters düşeceği ve bunun da açıklanamaz bir şey olduğu üzerinde durur. Dahası peygamberimiz kendi kavmine gerçekten çok merhametli, içi sevgi dolu idi. Onlara karşı kılıç çekmek, onlardan birilerini öldürmek, onları kurtarmaya çalışırken onlara zarar vermek kendisine çok ters geliyordu.
Medineli elçiler sonunda bu işin doğasının böyle olduğunu ve bunda ısrar etmemesi gerektiğini, onların yaptıkları kötülüklerin hesabını vermelerinin kaçınılmaz olduğunu bildirerek peygamberimizin ve arkadaşlarının yanından ayrılır ve Mekkeli müşrik ileri gelenlerle kamuflaj maksatlı görüşmeler yapmak üzere giderler.”
Bu gelişmeleri Cenab-ı Hak Hz. İbrahim@ kıssası üzerinden anlatır;
74- 76- İbrahim’den korku gidip kendisine müjde gelince, Bizimle Lut kavmi hakkında mücadeleye başladı. Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu, yüreği yanık ve Allah’a yönelen biri idi. “Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Muhakkak ki onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.” (Hud Suresi 74-76)
Bu ayetler müminlere Hz.Muhammed@ tarafından okunur ve Medinelilerle yapılmakta olan mutabakatın sonuçlarının nereye varacağını onlarında görmesi sağlanır. Onlar bu ayetlerle hicret ederek Medine’de bir devlet kurulduğu zaman Mekke müşrik ileri gelenleri ile savaşılacağı yani müminlerin her birinin yakın akrabaları ile savaşmak durumunda kalınacağı önceden haber verilmiş olur. Böylece kimsenin anası babası veya çocuğu gibi yakın akrabası da olsa kurulacak devlete katıldıktan sonra “ben böyle olacağını bilmiyordum ya da bilseydim ben böyle bir birliktelikte yer almazdım” dememesi için bunlar bildirilir. Tıpkı Hz.İbrahim’in yanık yürekliliği ve sevgi dolu olması ile Lut kavminin helak olmasına gönlünün razı olmaması gibi Hz.Muhammed’de@ hicret edildikten sonra Medine İslam Cumhuriyeti orduları ile yakın akrabalarından oluşan Mekke müşrik orduları ile savaşacak olmaları ona çok ağır gelmişti. Ama Cenab-ı Hak inzal ettiği yukarıdaki ayet ile tıpkı Hz.İbrahim’in@ de bu hususta ikna olması gibi peygamberimizi de ikna eder. Bu ayetlerin kendilerine okunması ile müminler de ikna olurlar. Devlet aşamasına geçildiği zaman bu durumun kaçınılmaz oluşu böylece özellikle müminlere Hz. İbrahim@ üzerinden verilen örnekleme ile gösterilmiş olur.
Bundan sonra Hz.Lut@ üzerinden anlatılacak kıssa ile hicrete kadar yaşanacak süreç içerisinde yine Medine’den gelecek elçilerle gerçekleştirilecek görüşmeler sırasında izlenecek stratejiler Resulü Ekrem’e ve müminlere öğretilir. Daha önceki Hz.Lut@ kıssalarında «cinsel sapkınlık ve tecavüz» ön plandadır ve peygamberimiz bu kıssa üzerinden Mekkelilerin de aynı sapkınlıkları ve tecavüzleri yaptıklarının ve bunun toplumu yok oluşa götürdüğünü ön plana çıkaran vurguları içeren ayetleri onlara okumuştu. Bu kıssalarda Mekkeli müşriklerin “cinsel sapkınlıklarının ve tecavüzlerinin “ifşaatı vardı. Fakat Mekke’nin son dönemlerinde nazil olan Hz.Lut@ kıssalarında ise “cinsel sapkınlık ve tecavüz” boyutundan ziyade “ siyasal tecavüz” boyutu ağırlıklıdır.
Söz konusu kıssalar “siyasal tecavüz” boyutuyla değerlendirildiğinde gelecekte karşılaşılacakları siyasal tecavüzlere karşı izlenecek strateji konusunda peygamberimize ve müminlere uyarılar yapıldığı görülecektir. Hicret edinceye kadar Medinelilerle daha bir dizi görüşmeler yapılacaktır. Her ne kadar Mus’ab b.Umeyr’in Medine’ye gönderilmesi ile bu görüşmeler güvenli bir alana taşınmış olsa da anlaşma imzalanıncaya / nihayete bağlanıncaya kadar yapılacak görüşmeler sırasında çıkacak pürüzleri gidermek için sürekli iletişim halinde olunması gerekmektedir. Hem bu görüşmeler sırasında hem de hicret sırasında Mekke Yönetimi ile yaşanacak olumsuzluklar / çatışmalar ya da provokasyonlara karşı nasıl bir tepki verileceği konusunda bazı taktiklere ihtiyaç vardır. Cenab-ı Hak, böyle durumlarda özellikle Medine’den gelecek heyet mensuplarına Mekkeli müşrik azgınların reva görecekleri eziyet, baskı ve tecavüzleri atlatma konusunda nasıl davranacaklarını Lut (as) kıssası üzerinden elçisine ve müminlere anlatır. Ayrıca yakın zamanda gündeme gelecek olan Mekke’den Medine’ye hicret etme hususunda peygamberimizin taraftarlarından ve araftakilerden kim tereddüt gösterirse müşrik azgınlarla birlikte yok olmaya mahkûm olacakları ikazı yapılır.
77- 83- Elçilerimiz Lut’a geldikleri zaman, onların elçilere yaptıkları kötü davranışları yüzünden o üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu, zorlu bir gündür!” dedi. Daha sonra onun kavmi (Lut’un kavmi) hızlıca / hışımla onun (Lut’un) yanına geldiler. Onlar daha önce de böyle tecavüzler / çirkinlikler yaparlardı. O (Lut); “Ey kavmim! İşte bunlar kızlarım. Onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah’tan korkun / takvalı davranın / kendinizi koruyun da beni misafirlerimle ilgili olarak rezil rüsvay etmeyin. Sizden hiç reşit / aklı başında bir kimse yok mu?” dedi. Onlar: “Sen gayet iyi biliyorsun ki, senin kızlarınla ilgili herhangi bir hak talebimiz yoktur. Ve yine sen bizim ne istediğimizi de gayet iyi biliyorsun.” dediler. O (Lut); “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı, ya da çok güçlü bir topluma sığınabilseydim!” dedi. Onlar (misafir elçiler); “Ey Lut! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar / ulaşamayacaklar. Sen, gecenin bir vaktinde ailenle birlikte hemen yola çık. Sizden hiç kimse geriye bakmasın, fakat karın başka. Çünkü onların başına gelen onun da başına gelecektir. Onlar için belirlenmiş zaman, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” dediler. Nihayet emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik. Onların üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan / seramik gibi sert taşlar yağdırdık. O taşlar ki Rabbinin katında işaretlenmiş ve zalimleri bulup onlara isabet eder. (Hud Suresi 77-83)
Bilindiği üzere peygamberimiz Akabe görüşmeleri öncesinde birçok kabile ile görüşmeler yapmıştı. O’nun Mekke dışından destek arayışlarını Mekkeliler gayet iyi biliyorlardı. Fakat bu görüşmelerden bir netice alınamadığını da biliyorlardı. Kabileler peygamberimizin teklifini çok değerli bulsalar bile bazı nedenlerden dolayı teklifi kabul etmiyorlardı. Bu reddedişlerin en başında da hiçbir kabile Mekke müşrik ileri gelenleri ile karşı karşıya gelmek istemiyorlardı. Aksi takdirde ticari menfaatlerini kaybetmekten korkuyorlardı.
Fakat Medineliler kendi içlerinde yaşadıkları ve kendilerini yok oluşa götürmek üzere olan anarşiden kurtulmak için peygamberimizin teklifini en uygun çözüm yolu olarak değerlendirmişler ve Akabe görüşmelerine başlamışlardı. Mekkeliler bu görüşmelerin ilk safhalarında peygamberimizin yine boş bir çaba içerisinde olacağını zannettiklerinden pek ciddiye almıyorlardı. Fakat Hz.Muhammed@ bu görüşmelere gayet önem verdi ve gizliliğe azami derecede dikkat etti. 12 kişilik bir heyet ile yapılan görüşmelerin biatla neticelenmesi ve heyetle birlikte devletin teşkilatlanması için Mus’ab b. Umeyr’in de Medine’ye gönderilmesi artık sürecin bundan sonraki kısmında Mekkelilerin de bu gelişmeleri dikkatle takip edeceği sonucunu doğurdu. Bundan sonra Mekkelilerin bu görüşmelere mani olmak için gerekirse bu görüşmeleri basacağı aşikardı. İşte süreç içerisinde gelecekte karşılaşılacak durumlara yönelik bir strateji vermek için Cenab-ı Hak resulüne Hz. Lut@ kıssası üzerinden taktikler öğretti.
İşin önemini kavrayan Mekkeli müşrik ileri gelenlerin içeriden istihbarat alarak bir toplantıyı / görüşmeyi basmaları halinde Mekkelilerin Medineli elçilere eziyet etmeleri çok açıktı. Böyle bir durumda yapılacak ilk iş, elçilere zarar gelmesine mâni olmaktı. Zira onlara herhangi bir zarar gelecek olursa anlaşma sürecinin sonuçsuz kalması mukadderdi.
Cenab-ı Hak, elçisine böyle bir durumla karşı karşıya kalındığında elçileri kurtarmak için kendinizi ortaya atarak elçilere zarar gelmesine mâni olunmasını öğretti. Hz.Lut’un@ kendi kızlarını teklif etmesi metaforunda anlatılan bu metod aynı zamanda Mekkeli azgınların bile zarar görmemesini öngörür. Zira Medineli elçilere verilecek zarar Mekkelilerin ticaret kervanlarının tehlikeye atılması demektir. Halbuki bu olay nedeniyle peygamberimize ve müminlere eziyet edilecek olursa böyle bir tehlike söz konusu olmayacaktır. Diğer taraftan Mekkeli azgınların asıl niyetleri ise dışarıdan gelen hiçbir kabilenin peygamberimiz ile ittifak yapmaya cesaret bile edememesi için korku vermektir. Onların bu amaçla bastıkları toplantıya katılan Medineli elçilere siyasal tecavüz uygulayacakları da kıssa da metaforik olarak verilir.
Tam böyle bir durum meydana geldiğinde ise iş, Hz.Muhammed’e@ düşmekte ve bu nedenle nasıl bir söylem kullanması gerektiği ona öğretilmektedir. Mekke müşrik azgınlarının siyasal tecavüzlerini durdurmaları için kullanılacak söylem, onlarda öyle bir algı oluşturmalı ki bastıkları toplantının konusunun endişe ettikleri ya da düşündükleri gibi hicret etme, müttefiklik anlaşması vb. ile ilgisinin olmadığı zehabına varsınlar.
Kıssada Hz. Lut’un “işte kızlarım!” ifadesi ile yukarıda zikredilen algı yaratmaya ek olarak peygamberimizin de hicret niyeti olmadığı izlenimi uyandırmak için kızlarının ve kadınlarının halihazırda yanında olduklarını ve onları bir yere göndermediklerini, şayet hicrete niyetleri olsaydı önce kızlarını ve kadınlarını göndereceğini, dolayısıyla bir yerlere gitmediği algısını da yaratacak bir söylem geliştirmesi öğretilir.
Peygamberimizin Mekkeli azgınlara yönelik olarak “keşke sizi önleyecek bir gücüm kudretim olsaydı da sizin bu yanlış hareketinize mâni olsaydım” demesinin arkasında da “keşke çok güçlü bir kabile ile anlaşma yapmış olsaydım da size mâni olsaydım” şeklinde bir söylemi kullanabileceği öğretilir. Bu söylem ile Mekkeli azgınlar Hz.Muhammed’in@ bu görüşmelerde Medinelilere sığınmadığı, onlarla böyle bir anlaşma yapmadığı algısı oluşturulacaktı. Baskıncılar böylece hem Medine’den gelen elçilere zarar vermeyecek hem de korkularının / endişelerinin yersiz olduğunu düşüneceklerdi.
Diğer taraftan Medinelilerin de savaşçı ve gözü pek insan olmaları ve kuzey ticaret yolu üzerinde yer almaları nedeniyle onlarında böyle bir baskın durumunda Mekke’nin azgın baskıncılarına karşı biraz sert davranmaları gerektiği de aynı kıssa ile öğretilir.
Sözkonusu kıssada Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin nasıl hicret edecekleri de öğretilir. Onlara hicret edecekleri zaman gecenin karanlığından faydalanmaları bildirilir. Hicret edeceklerin arkalarına bakmamalarını yani ne kadar değerli olursa olsun geride bıraktıklarına bakmamalarını öğütler. Hicret etme vaktinin yaklaştığı ve aydınlık günlerin yakın olduğu da bu kıssa ile bildirilir.
Nitekim bu kıssa da ihbar edilen hususlar gerçek olmuş ve Cenab-ı Hakk’ın önceden haber vermesi sayesinde alınan tedbirlerle akabe görüşmeleri kazasız belasız atlatılmıştır. Şöyle ki;
“Akabe biatlarının sonuncusunda yani 73. kişilik Medineli topluluk ile yine akabe de gerçekleştirilen biatlaşmadan sonra hicret etme ve anayasal sözleşme konusunda antlaşma sağlandıktan sonra Medineli mü’minler sessizce kendi çadırlarına dönmüşler ve müşrik olan kendi kafile üyelerini uyandırmadan yatmışlardır. Ancak sabah olmadan Akabe biatına katılanlardan birileri yapılan anlaşmaya ilişkin istihbaratı Mekkelilere ulaştırmıştır. Haberi alan Mekke müşrik ileri gelenleri hemen Medine kafilesini basmış ve kafile yöneticilerini sorgulamışlardır. Sorgulanan Medineli kafile yöneticileri başta Abdullah bin Übey olmak üzere böyle bir hadisenin asla vuku bulmadığını söylemiş ve diğerleri de onu tasdik etmişlerse de istihbarat içeriden olduğu için Mekkeliler bu işin peşini bırakmamışlardır.
Mekkeli müşrik yöneticileri Medinelileri sürekli gözetim altında tutmuşlar, olayı araştırmışlar ve yaptıkları soruşturma neticesinde böyle bir antlaşmanın kesinlikle yapıldığı kanaatine varmışlardır. Durumun kötüye gittiğini gören Medineliler Hz.Muhammed’e@ haber göndermişler ve gerekirse Mekkelilerle burada vuruşabilecekleri haberini iletmişlerdir. Peygamberimiz onları çatışma çıkarmamaları konusunda talimatlandırmıştır. Fakat Mekkeliler Ensar’dan Sa’d bin Ubade’yi yakalamışlar ve ona işkence yaparak konuşturmaya çalışmışlarsa da o asla bu olayı ikrar etmemiştir. Sonunda Sa’d bin Ubade’nin Kureyş’teki müttefik kabile temsilcileri yetişerek Sa’dı kurtarmıştır. İhtimaldir ki Mekkeli müşrik ileri gelenler peygamberimize de gelmişler, peygamberimiz de bütün ailesi / iman ailesi buradayken nereye gideceğini onlara sorarak onları atlatmış olmalıdır.”
[1] ) NOT:Bilindiği üzere o dönem geleneklerine göre ikramın reddedilmesi düşmanlık, yenilmesi ise dostluk sayılıyordu. (A.A)