top of page

BÖLÜM 29

MEDİNE İLE İLK TEMAS

 

Hz.Muhammed@ gördüğü Miraç rüyasını Kabe’ye giderek herkese anlatmıştı. Bu rüyada gösterilen sembollerin anlamları dikkate alındığında müşrik azgınların onunla alay edecekleri çok açıktı. Zira onlar zayıf, çaresiz ve sığınacak yer arayan peygamberimizin gelecekte çok parlak bir medeniyet kuracağına ilişkin rüyalar görmesi ve bu rüyada işaret edilenleri hak ve hakikat olarak algılaması müşrikleri açısından “aç tavuğun kendisini buğday ambarında görmesi” ata sözünü çağrıştırmaktaydı.

Müşrik azgınlar bu konuda alaylarını çok ileri boyutlara taşıdılar ve peygamberimizden Miraç rüyasına konu yolculuğundan dönerken iddialarını tasdik etmesi için beraberinde bir melek getirmesi gerektiği şeklinde alaylı sözler sarf ettiler. Onlar bu sözleri ile hem Hz.Muhammed’in@ melekut alemi ile ilişkisi konusundaki iddialarını yalanlamakta hem de gelecekte kendisine vaad edilen zafer iddiasını yalanlamakta idiler. Onlara göre; “madem ki O kendisinin melekut alemi ile ilişkisinin var olduğunu iddia ediyor, o halde o alemden melekler kendisini tasdik etmek amacıyla pek ala O’nun yanında yer almalıdır. O’nu destekleyen herhangi bir melek de olmadığına göre O’nun iddialarının hiçbir geçerliliği yoktur” şeklinde bir mantık yürüterek Hz.Muhammed’in@ cinlenmiş, mecnun, kafayı sıyırmış bir deli olduğunu söyleyerek alay etmekteydiler.

Hz.Muhammed’in@ içinde bulunduğu kötü şartlar dikkate alındığında müşriklerin yaptıkları menfi propaganda, öylesine güçlüydü ki etkisini müminler üzerinde bile gösteriyordu. Miraç rüyası ile verilmek istenen mesaja sadece Hz.Ebu Bekir inanmıştı, diğer müminler ise kararsızlık göstermişler ve hatta bazı müminler “böyle şey olmaz” diyerek irtidat etmişlerdi. / müşrikliğe geri dönmüşlerdi. ([1])

Tam bu aşamada Cenab-ı Hak, mümin zihinlerdeki bu menfi algıyı bertaraf etmek için peşpeşe gönderdiği vahiyle mesajlarını inzal etmeye başladı. Müminlere moral veren bu mesajlarda; bir gün gelecek müşriklerin iman etmediklerine çok pişman olacaklarını, zira eninde sonunda müşriklerin egemenliklerine son verileceğinin onların toplumsal bir eceli olarak takdir edildiğini ve o ecel geldiğinde mutlaka helak olacaklarını bildirir.

Ayrıca gönderilen bu mesajlarda, alaycı müşrikler de tehdit edilirler. Onların Allah elçisine “iyice delirdi, kafayı yedi” şeklindeki aşağılamaları ve “miraçtan dönerken yanında melekleri getirseydi ya” şeklindeki alaylarına karşılık o meleklerin vakti saati gelince ineceğini ama o müşriklerin tepelerine ineceğini ve onların iktidarlarını yerlebir etmek için indirileceği şeklinde cevap verilir. Onların yok edilecekleri vakit geldiğinde onlara hiç göz açtırılmayacağı vurgulanırken Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin vahyin şahsında koruma altına alınacağı üzerine basa basa vurgulanır. Müminlere onların bu alaycılıklarının adetleri olduğu, geçmişteki inkarcıların da aynı şekilde davrandıkları, bu nedenle onların alay etmelerinden etkilenmemeleri istenir.

Dahası onlara her türlü delil ve hatta göklere çıkarılarak her türlü sırlar onlara mucize olarak gösterilse dahi bu alay ve inkarlarından asla vazgeçmeyecekleri ifade edilerek müminlere algı operasyonlarına gelmemeleri bildirilir.

 

Rahman Rahim Allah Adına

1 -15- Elif, lam, ra. Bunlar, Kitab’ın ve apaçık / açıklayıcı Kur’an’ın ayetleridir.- Zaman gelecek şu inkâr etmiş olan kişiler, ‘Keşke önceden müslüman olsaydık!’ diye hayıflanacaklardır. Bırak onları yesinler, yararlansınlar ve emeller (boş umutlar) onları oyalasın. Fakat yakında bilecekler. Biz hiçbir memleketi yazılı bir eceli olmaksızın helak etmedik. Hiçbir ümmet, ecelinin önüne geçemez ve tehir de edemez.  Onlar; “Ey kendisine zikir / vahiy indirilen kişi! Sen gerçekten tam bir mecnun / cinlenmiş bir delisin. Eğer doğru söylüyorsan, bize melekleri getirseydin ya!” dediler. Ancak (hiç merak etmeyin) Biz o melekleri hakkı egemen kılmak (ve sizin gibi inkarcıları yok etmek) için indireceğiz de işte o zaman onlara göz açtırılmayacaktır. Muhakkak ki o Zikr’i Biz indirdik! Ve Biz mutlaka onu koruyacağız! Ant olsun ki, Biz, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler göndermiştik. Ne var ki onlara ne zaman bir elçi gelse, mutlaka onunla alay etmişlerdir. İşte bu nedenle Biz onu (alaycılığı), suçlu günahkârların kalplerine / gönüllerine hoş gösterdik. Onlar (Mekkeli müşrikler de) ona asla inanmayacaklar, zira onlardan önceki inkarcılar da aynı şekilde inanmamışlardı. Eğer Biz onlara göklerin kapısını açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile yine de inanmayacaklar ve mutlaka diyecekler ki; “Bu sadece bir göz aldatmacası / görsel bir aldatmaca. Herhalde birileri bize büyü yaptı.” (Hicr Suresi 1-15)

Hz.Muhammed’in@ Miraç rüyasına / temaşasına inanmayan müşriklere “sizi gerçekten göğün kapılarını açıp aynı elçimizin yükseldiği gibi daha yukarılara yükseltsek bile siz yine de inanmazsınız ve bu yükselmenin bir göz aldatmacası ya da bunun bir büyülenme olduğunu söylersiniz “ denildikten sonra onlara göklerin, kalelerin burçları gibi burçlarla donatıldığı ve kendileri gibi aşağılık kişilerin asla oralara yükseltilmeyeceği metafor ile ifade edilir.

Hatta müşrik şeytanların oralara çıkmaya değil, o burçların sınırlarından içeride neler olup bittiğini anlamaya çalışmalarına bile müsaade edilmeyeceği anlatılırken aslında Hz.Muhammed’in@ yükselteceği devlette bu alaycı aşağılık müşriklerin asla yer almayacağı ve onların bu devletin sınırlarına bile yanaşamayacağı metaforik olarak anlatılır.

O müşriklerin bu halleri ile yükseltilmeyeceği, o parlak medeniyete yaklaşamayacakları belirtildikten sonra, onların bu devlette neler olup bittiğini anlamak için ancak dinleme yani ajanlık yapabilecekleri bildirilir. Müşriklerin korka korka yapacakları dinleme faaliyetleri bile sıkı bir takip altında tutulacağına da yine gökteki ateş toplarının şeytanları takip etme olayları üzerinden metafor yapılarak anlatılır.

 

16-18- And olsun, Biz, gökte birtakım burçlar kıldık ve gözetleyenler için onu güzelce donattık. Göklerin bu nizamını bütün kovulmuş / bozguncu / anarşist şeytani güçlere karşı koruma altına aldık. Öyle ki göklerin sakinlerinden bilgi çalmaya kalkışacak olanları parlak bir ateş topu izleyip kovalar. (Hicr Suresi 16-18)

Cenab-ı Hak yeryüzünün yaratılışı metaforunu kullanarak Hz.Muhammed@ için öyle bir sistem kurulacak ki bu sistemde herkesin rızıklarının temin edileceği, itelenen, zayıf, yoksul ve kölelerin kurulacak yeni dünyada çeşitli rızıklarla besleneceği ve toplumdaki bütün kesimlerin dengeli bir yapı ile gelir kaynaklarını paylaşacakları bildirilir. Bu husus, yeryüzünde yetişen bitkilerin ve kaynakların tüm insanlık için yaratıldığı ifadesi ile anlatılır. Yine kurulacak bu sistemde sosyal yapının sağlamlığını / muhkemliğini anlatmak için, yeryüzünün sarsılmazlığını ve dengesini sağlayan dağların yeryüzüne kazık gibi çakılması metaforu kullanılmıştır.

Cenab-ı Hak her şeyin hazinesinin kendi katında olduğunu bildirdikten sonra doğa olayları metafor olarak kullanılarak Mekke’deki olaylar anlatılmaktadır. Şöyle ki; Nasıl ki rüzgarlar yağmurun / rahmetin habercisidir Mekke’deki bu çalkantılar, boykotlar, hicretler, çatışmalarda bu topluma gelecek rahmetin habercisidir. Toplumdaki bu çalkantı, bunalım ve krizler olmadan rahmet, huzur ve yüksek medeniyet gelmez. Müminlerin çektikleri tüm sıkıntılar, acı ve çileler, topluma rahmetin yağması içindir. Tıpkı rüzgarlar gibi. Mekke toplumundaki bu çalkantılar da / vahyin oluşturduğu bu rüzgarlar da toplumu diriltecek olan rahmeti getirecektir. Allah’ın hazinelerinden olan vahiy sayesinde, bu toplum hayat bulacak ve diriliş gerçekleşecektir.

Her şeyin hazineleri elinde olan Allah, nasıl ki doğa olaylarındaki varoluş ve yok oluşları / diriliş ve ölümleri yaratıyorsa aynı şekilde sosyal olaylardaki toplumların yükselişlerini ve çöküşlerini de belirlediği sosyal yasalar (kader) ile gerçekleştirmektedir. Her şey eninde sonunda O’nun yasasına göre şekil almakta, her şey sonunda O’na kalmaktadır. Yegâne varis O’dur. Bu nedenle Mekke şirk sistemi de sonunda yıkılıp gidecek ve yerine ilahi sistem gelecektir. Şimdi bu toplumsal oluşum ve dönüşümde önder olanlar Allah’ın vahyine sarılanlardır. O’nun vahyine sarılmayanlar da bu oluşumda/ dirilişte geri kalanlar olacaktır.

 

19-25-Yeryüzünü de enine boyuna döşedik de üzerine sabit kazıklar (dağlar) yerleştirdik ve orada canlı bir yaşam için her tür bitkinin dengeli bir şekilde gelişmesini sağladık. Böylece hem sizin için ve hem de rızkı size bağlı olmayanlar için geçim vasıtaları kıldık. Her şeyin hazineleri sadece Bizim yanımızdadır. Ama Biz onu ancak belirli bir ölçüde / bir kaderle indiririz. Aşılayıcı ve bereket getiren rüzgarları gönderiyor ve su ihtiyacınızı karşılamak için gökten su indiriyoruz. O suyun kaynağını da elinde tutan siz değilsiniz. Muhakkak ki dirilten de öldürende sadece Biziz Biz! Sonunda vâris olacak olanlar da yine Biziz. And olsun ki, Biz, sizlerden önder olmak isteyenleri de biliriz ve yine and olsun ki, sizden geri kalmak isteyenleri de biliriz. Muhakkak senin Rabbin, onların hepsini bir araya toplayacaktır. Muhakkak ki O, Hakîm’dir, en iyi bilendir. (Hicr Suresi 16-25)

Tabi ki bu sistemin kurulabilmesi için o sistemin kurucularının toprak karakterli yani paylaşmacı, merhametli, vergili olma vasıflarının yanısıra ilave özellikler, yetenekler ve karakterlerle donanması ve olgunlaşması zorunludur.  Bu ilave yetenek ve karakterler ise Mekke’de müşriklerle yapılan mücadelelerle kazanılacaktır. Başta Ebu Cehil ve onun gibi olan müşrikler zehir gibi nüfuz eden, akrep gibi sokan ve yakıp kavuran şahsiyetlerdir ki onların bu karakterleri ateş metaforu ile ifade edilir. Fakat onların Hz.Muhammed@ ve müminlere yaptıkları eziyetler, provokasyonlar ve işkenceler tıpkı toprak kapların ateşte pişmesi sonucunda yumuşak karakterden sert bir karaktere dönüşmesi gibi etki etmekte ve müşriklerin uyguladıkları eziyetler ve işkenceler ile müminlerin yetenekleri, karakterleri gelişmekte ve olgunlaşmaktadırlar.

Kur’an’daki kuru balçıktan ses veren kilden ve işlenebilen çamurdan, ateşte pişirilmiş balçıktan, seramiğin ateşte pişmiş, kurumuş, belli bir şekil almış, kuvvetlenmiş, sertleşmiş, evrilmiş, gelişmiş, dönüşmüş, güzel şekil verilmiş ve süslenmiş olma hali gibi anlam verilen “Salsalin min hamein mesnun” ifadesi ile metaforik olarak müminlerin iliklere işleyen yakıp kavurucu bir hararete sahip ateş karakterli Ebu Cehillerin (Cahillerin babası) eziyetleri ile bu özel yeteneklere kavuştukları anlatılır.

Kısaca müminler, bu mücadelede düşmanların reva gördükleri her türlü zorluklarla göğüs gererek, pişmiş ve tecrübeli şahsiyetler olmaktadırlar.

 

26- 27- And olsun ki, Biz, insanı kuru balçıktan / ses veren kilden / ateşte pişmiş kilden, işlenebilen çamurdan yarattık. Cannı / cinlerin babasını / Cahillerin babasını da daha önce, iliklere işleyen yakıp kavurucu bir harareti olan ateşten yaratmıştık. (Hicr Suresi 26-27)

 

Hz.Muhammed’in@ Taif dönüşünde Nahle vadisinde yabancılarla / ecnebilerle (Medineli toplulukla) görüştükten sonra durumun çok vahim bir hal alma sürecine girdiğini fark eden Mekke müşrik azgınları konuyu müzakere etmek üzere Darün Nedveyi topladılar.  Mekke’nin ileri gelenleri / mele topluluğu ile yaptıkları toplantıda Medine’deki gelişmeler masaya yatırıldı. Aldıkları istihbarat gösteriyorduki Medineli Yahudi ve Arap kabileler kendilerine bir lider aramakta ve bu konuda aradıkları / bekledikleri lider konusunda da Hz.Muhammed’in@ kendilerine lider / peygamber olup olamayacağı konusunu müşavere etmekteydiler.

Şayet Medineliler devreye girer de Hz.Muhammed@ ile anlaşma yoluna gidecek olurlarsa, o takdirde peygamberimiz Medine’de bir devlet kurabilecek ve kendisine inzal edilen ideolojisini / sistemini / dünya görüşünü uygulama şansı bulabilecekti. Böyle bir oluşum ise Mekke ile savaşılacak bir yapının ortaya çıkması demekti.

Medinelilerle gerçekleştirilecek böyle bir birliktelikte Hz. Muhammed’in@ Mekkelilere karşı eskisi gibi mütevazı, toprak gönüllü, yumuşak, zayıf, naif ve hoşgörülü bir tutum içerisinde olmayacağı, tam tersine özü toprak ta olsa artık ateşte pişmiş kaya gibi sert bir karakterle savaşacağı açıktı.

Dahası 10 yıldır müminlere tatbik edilen her türlü eziyet, acı, işkence, tuzak, psikolojik harekat, oyun ve entrika Hz.Muhammed’i@ ve onun şahsında müminleri pişirmişti. Bundan sonra O’ndan merhamet, yumuşaklık, hoşgörü beklenmesi abesti ve eline güç geçtiği takdirde bu gücü bütün şiddetiyle kullanmaktan asla çekinmeyecekti. O, edindiği tecrübeleri böyle bir oluşum sonrasında kendilerine uygulayacağı da belliydi.

Mekke’nin ileri gelenleri şu istihbaratı da edinmişti; Medineli Yahudi kabilelerinden bazıları bölgede hakim olmak için bir lider arayışı içerisindeydiler ve Taif dönüşü Hz.Muhammed@ ile görüşenler ise bu görüşmeyi kendi kabileleri arasında paylaşmışlar ve aradıkları / bekledikleri kişinin Hz.Muhammed’den@ başkası olamayacağı sonucuna varmışlardı. Zira Hz.Muhammed @, onların sorunlarına çözüm getirecek, güzel projeler ortaya koyabilecek, vahşi Arapları da dize getirebilecek sert bir liderlik kıvamına da ermiş bir şahsiyettir. Peygamberliğinin başlangıcındaki yumuşak karakteri, Mekkeli müşriklerin uyguladıkları eziyetler ve baskılar sonucu mücadeleci sert bir karaktere evrilmiştir. Özünde yine o yumuşak toprak karakteri vardır ama müşrik ve vahşi tabiatlıların hakkından gelecek bir sert mizaca da kavuşmuştur artık. O tıpkı ateşte pişmiş toprak kaplar gibi sertleşmiştir. Kısaca O, hayatın her türlü zorlukları ile mücadele ederek pişmiş / tecrübe sahibi olmuş bir kişiliktir.

Gidişat, bu endişeler doğrultusunda gelişecek olursa Mekke için iyi olmayacaktı. Hz.Muhammed’in@ Medine’lilerle buluşmaması ve onlarla herhangi bir uzlaşmaya girmemesi için bu soruna ivedilikle çözüm bulunması gerekiyordu.

Bu hususları tartışan Mekke Darün Nedve meclisi, Hz. Muhammed@ ile yeni bir uzlaşma paketi üzerinde tartışmaya başladı. Mekke ileri gelenlerinin / Mele topluluğunun önemli bir kısmı,  O’na tam teslimiyetle teslim olunması gerektiği ve O’nun getirdiği sistemi / ideolojiyi / dünya görüşünü kabul etmeleri gerektiğini tekrar gündeme taşıdılar.

Daha önceki yıllarda da aynı konu gündeme gelmiş, fakat Ebu Cehil Hz.Muhammed’in@ yumuşak huylu, vergili, şefkatli ve merhametli olması nedeniyle bedevi Arap kabilelerine liderlik yapmakta aciz kalacağı gerekçesi ile onun liderliği kabul edilmemişti.

Gelinen aşamada Ebu Cehil tekrar ağırlığını koydu ve Hz.Muhammed’in@ yıllar içerisinde yaşadığı tecrübe ile edindiği üstün karakterlere dayalı değişim / dönüşüm sonucu elde ettiği güç ve imkanları dikkate almadan sırf bencilliğinden teklifi yine reddetti. O her ne olursa olsun, hangi pozitif gerekçe getirilirse getirilsin Hz.Muhammed’in@ liderliğine karşı çıktı.

Bilindiği üzere, Mekke Yönetimi kabilelerin koalisyonudur ve gündeme gelen herhangi bir konuda bir kabilenin itiraz etmesi ya da veto hakkını kullanması diğerlerini de bağladığından Hz.Muhammed’in@ getirdiği dine teslimiyet ekseninde bir çözüme gitme konusu tekrar reddedilir.

Mekke’nin ileri gelenleri / mele topluluğu Ebu Cehil’in bu inkarcı hareketini lanetleseler de  Hz.Muhammed’in@ tarafına doğru saf değiştirmeye de cesaret edemiyorlardı. Bu nedenle onlar kıyamet / din / hesaplaşma gününe kadar şirk içerisinde kalmayı yeğlediler. Bu konu Hicr Suresindeki yaratılış kıssası temsilinde şöyle anlatıldı;

 

28- 50-Rabbin meleklere, “Ben kuru balçıktan / ses veren kilden, işlenebilen çamurdan bir beşer yaratacağım. ([2]) Ben, onu dizaynettiğim (güzel karakterlerini verip) ve ona ruhumdan üflediğim (vahyettiğim) zaman, derhal secde edip onun (hizmetine) amade olun! / itaat edin!” demişti. Bunun üzerine meleklerin hepsi hep birlikte secde ettiler. / itaat ettiler. / emre amade oldular. İblis hariç. O, (emre) amade olanlarla / secde edenlerle / itaat edenlerle beraber hareket etmekten kaçındı. O (Allah) dedi ki: “Ey İblis! Sana ne oluyor da secde edenlerle / itaat edenlerle beraber olmuyorsun?” O (İblis); “Ben kuru balçıktan / ses veren kilden / işlenebilen çamurdan yarattığın bir beşere secde etmem / itaat etmem.” dedi. O (Allah); “Öyle ise oradan çık git! Çünkü sen, kendi kendini aşağıladın ve unutma ki Din / Hesap gününe kadar tüm lanet senin üzerindedir” dedi. O (İblis); “Rabbim! Öyle ise onların yeniden dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver!” dedi. O (Allah); “Peki, sen zaten bilinen vaktin gününe kadar mühlet verilenlerdensin” dedi. O (İblis) dedi ki: “Rabbim! Beni azdırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde (azgınlık yapmayı) onlara süsleyeceğim ve ihlaslı, saf ve temiz kulların hariç onların hepsini mutlaka azdıracağım / yoldan çıkaracağım!” O (Allah) dedi ki: “İşte bu (ihlâs, samimiyet ve teslimiyet) yolu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur. Bu nedenle ihlaslı, saf ve temiz kullarımın üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Muhakkak ki sana uyan azgınların hepsine vaat edilen yer cehennemdir. Oranın yedi kapısı vardır. O kapıların her biri, azgınlıklarına göre tasnif edilmiş gruplara tahsis edilmiştir.”  Muhakkak ki muttakiler, cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar ve onlar “Selametle güven içinde oraya girin!” diyerek karşılanacaklardır. Biz onların (muttakilerin) göğüslerindeki kinleri çıkarıp atacağız ve onlar kardeşçe karşılıklı makamlarında oturacaklar. Orada (cennette) kendilerine hiçbir yorgunluk dokunmayacak. Onlar oradan asla çıkarılmayacaklar. Kuşkusuz Benim çok bağışlayıcı ve merhametli olduğumu, azabımın da çok acıklı olduğunu kullarıma haber ver! (Hicr Suresi 28-50)

Medine’de durum çok kritikti ve siyasi kriz had safhaya ulaşmış, kabileler birbirlerini yok etmek için fırsat kolluyorlardı. Zira iki yıl önce birbirleri ile giriştikleri kanlı Buas Savaşı sonrasında Medineli Arap kabilelerinden Evs ve Hazreç ile müttefikleri Yahudi kabilelerin arasındaki kin ve nefret nedeni ile Medine artık yaşanmaz hale gelmişti. Bu savaşta her iki kabile de liderlerini ve en önemli adamlarını kaybetmişlerdi. Hazreç sayıca daha üstün olmasına rağmen savaşı kaybeden taraftı. Bu nedenle Hazreçliler kendilerine Medine dışından da müttefikler arıyorlardı. Medine’de iki kabilenin de güvenlikleri kalmamıştı. Her an patlayacak yeni bir savaş her iki kabileyi yok olma tehlikesine götürebilirdi. Birbirlerine karşı sürekli tetikte bekliyorlardı. Şehrin idaresi konusunda her iki kabile yöneticilerinin bir araya gelmeleri artık neredeyse imkânsız hale gelmişti. Şehre huzurun gelmesi için gerilimli ortama artık bir son verilmesi gerekiyordu. Ama bu barış nasıl sağlanacaktı? Sistem tıkanmıştı. Kabileler şirk sisteminin öngördüğü ilkelere göre düşünüyor ve bu sorunu birbirlerine üstün gelerek, diğer ifadeyle biri diğerini yok ederek çözmeyi düşünüyordu.

Onlar bu amaçlarını gerçekleştirmek için kendilerine bölgesel müttefikler arıyorlardı. Hazreçliler geçen sene aynı amaçla Kureyşle görüşmek için ileri gelenlerden bir heyet oluşturup Mekke’ye göndermişlerdi. Fakat Kureyş liderleri kervanlarının geçiş yolunda olan Medine’deki bu çatışmada hiçbir taraf ile müttefiklik yapmak istemiyordu. Zira neredeyse 150 yıldır birbirleri ile çatışan ve bir türlü birbirlerine üstünlük sağlayamayan Medineli kabilelerden herhangi biri arasında bir tercih yapmak, diğerinin hışmına uğramak demekti. Ancak Hz.Muhammed@ bu heyetten haberdar olmuş ve gizlice onlarla görüşme fırsatı bulmuştu. Hazreçlileri Mekke müşrikleri ile Evslere karşı düşmanlıkta müttefiklik arayışına girmek yerine, birbirleri ile dost ve kardeş olmaya, barışa, islama davet etmişti. Aralarındaki sorunun en iyi çözüm yolunun barış / İslam ideolojisini benimsemek olduğunu teklif etmişti. Şayet İslam / barış ideolojisini seçerler ve kendisini de Medine’nin lideri olarak benimserlerse Medine’nin kurtulacağını vadetmişti. Halbuki Mekke’deki müttefik arayışları aslında Medine’deki çatışmayı körüklemekten ve gelecekte daha fazla kan dökülmesine ve Medine’nin yok olmasına hizmet etmekten başka bir şeye yol açmayacaktı. 

Hz.Muhammed’in@ bu teklifine onlar o zaman sıcak bakmamışlardı. Fakat aradan geçen bir sene içerisinde Hz.Muhammed’in@ teklifi üzerine Esad bin Zürare ve Zekvan b. Abdi Kays düşünmüşler ve oldukça olumlu bir teklif olduğunu değerlendirmişlerdir. Hatta kendi şehirlerindeki Yahudi kabilelerden bazılarının da bu düşünceyi tartıştıklarına ve bazılarının Hz.Muhammed’i@ kendilerine lider seçmeyi düşündüklerine şahit olmuşlardı. Hatta Yahudi kabilelerden bazıları Hz.Muhammed’in@ kendilerine lider olarak gelmesi halinde önlerinde kimsenin duramayacağı ve bölgenin tüm hakimiyetini ellerine geçirecekleri konusunda ki hava atmalarına da şahit olmuşlardı.

Yahudi kabileler bile Yahudi asıllı olmayan ve Arap olan Hz.Muhammed’i@ kendilerine lider olarak seçmeyi düşünebiliyorlardı. Şayet Yahudiler onu kendilerine lider yaparlarsa bütün üstünlüğün ve Medine’nin yönetiminin onlara geçeceği açıktı. Bu nedenle onlar Yahudilerden önce davranmayı ve asıl kendilerinin çok ihtiyaç hissettikleri liderliği kendi kabilelerine getirmelerinin daha yerinde olacağını tartıştılar. Hazreçli bu iki şahsiyet Yahudilerden önce davranıp peygamberimizi sorunlarının çözümü için kendilerine lider olarak benimsememeleri için bir neden olmadığını düşündüler.

Bu hususta önlerindeki tek engel ise Evs kabilesine karşı üstün ve güçlü olmaktan başka bir şey düşünmeyen kendi kabile liderleri idi. Onları bu anlamsız ve kendilerini uçurumun kenarına kadar getiren rekabet ve savaş fikirlerinden vazgeçirerek barış / İslam ile birlik ve beraberlik / tevhit fikrine getirdikleri takdirde sorun çözülmüş olacaktı.

Esad bin Zürare ve Zekvan bin Abdikays Mekke müşriklerinin kendileri ile asla müttefiklik anlaşması yapmayacaklarını ama sürekli oyalama taktiği güttüklerini ve bunun altında yatan sebebinde ekonomik / ticari kervan olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Bu nedenle onlar, kendi kabile liderlerini ve Evsli kabile liderlerini Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği ve kendilerinin de süreç içerisinde benimsedikleri seçeneğe razı edeceklerini düşündüler.  Onlar Yahudi kabilelerinin Hz.Peygamberi kendilerine lider olarak seçmeyi düşünmelerini ve Mekke müşriklerinin ise kendilerini oyalamasını diğer ileri gelenleri ikna etmekte kullanmayı da tasarladılar. Zaman alsa da sonunda onları ikna edecekleri konusunda başarı sağlayacaklarına inandılar.

Bu düşüncelerini samimiyetine güvendikleri bazı Hazreçli ileri gelenler ile de paylaştılar. Sonunda bu iş için görüşmelere başlamaya karar verdiler. Bu görüşmelerin Mekke müşrikleri aleyhine ve Mekke’ye düşmanlığa ve çatışmaya götürecek bir sürecin ilk adımları olacağı çok açıktı. Şirk rejimini yıkıp yerine İslam rejiminin gelmesini savunan Hz.Muhammed ve müminleri dost edinmek demek Mekke ile düşman olmak demekti. Hz.Muhammed@ ile görüşmeye gidecek elçileri kamufle etmek için Mekke müşrik ileri gelenleri ile müttefiklik görüşmesi yapmaya gönderilmiş elçiler olarak göstermeyi planladılar. Gönderilen elçiler bir yolunu bulup peygamberimizle görüşeceklerdi. Peygamberimizle yapacakları görüşmede O’na Nahle vadisindeki ve geçen sene yaptığı teklifinin çok dar bir kadroda kabul gördüğü müjdesi verilecekti.

Soya bağlı Arap kabile anlayışına göre, bir kimsenin oğlunun olması, kabilenin dolayısıyla kabile ideolojisinin de devam edeceği manasına gelmekteydi. Kevser Suresinde ifade edildiği gibi Hz.Muhammed’in@ erkek çocuğu olmadığı için davasının da kendi ölümünden sonra sona ereceğine dair müşriklerin iddiasına karşı Hz.Muhammed’in@ bağlılarının çok büyük olacağı vurgulanır. Yani peygamberimizin oğlu yok ama, O’nu kendi oğullarından fazla seven müminlerin olacağı hususu, “oğul evlat” metaforu üzerinden ifade edilir. Medine’nin gönderdiği elçiler Mekke’ye gelir ve Mekke müşrik elebaşılarla müttefiklik üzerine görüşmelerde bulunurlar. Mekkeliler yine ipe un serer ve herhangi anlaşmaya ulaşılamaz.

Elçilerin Mekke’de kaldıkları süre içerisinde Hz.Muhammed@ ile görüşmenin bir yolunu buldular ve O’na misafir oldular. Elçiler huzura girerken İslam olacaklarını, barışı tercih edeceklerini işaret eden “selamlama” ile peygamberimizi selamladılar. Fakat onların Mekkeli müşriklerle müttefiklik görüşmelerine geldiğini bilen peygamberimiz, Medineli elçiler konusunda kaygılandı. Her ne kadar selam vererek huzura girmiş olsalar da yine de onların bir komplo peşinde olup olmadıklarını kestiremediğinden çekinceli davrandı.

Elçiler ise Hz.Muhammed’in@ tereddüdünü izale etmek için kendilerinin Mekke müşrikleri ile müttefiklik görüşmeleri yapmak için gönderilmiş olmakla birlikte gönderiliş amaçlarının bu olmadığı, asıl vazifelerinin kendisinin yaptığı teklifi kabul ettiklerini bildirmek  olduğunu söylediler. Bu nedenle kendilerinden çekinmelerinin yersiz olduğunu sözlerine eklediler. Onlar bu sözleri ile Hz.Muhammed’@ davasının ve hareketinin devam etme şansının olduğu müjdesini verdiler. Arap geleneğindeki bir kişinin oğul evlatla neslinin ve iddiasının sürdürülmesi ifadesi ile anlatılabilecek husus, Medineli elçilerce Hz.Muhammed’in@ davasının Medine’nin liderliğini üstlenmesi ile devam ettirileceği müjdesi şeklinde verilir.

Hz.Muhammed’in@ Mekke’deki on yıllık mücadelesinde artık neredeyse tüm ümitlerini yitirdiği bir aşamada, böyle bir teklif alması O’nu son derece şaşırtır. Kulaklarına inanamaz. Mekke’deki hareketin hem mal hem de eleman olarak çok zayıfladığı, güçsüzleştiği (ihtiyarlık metaforu ile) bir aşamada böyle bir teklifin gelmesi karşısında kendisinde hareketi tekrar ayağa kaldırma gücünü göremez. Elçiler O’na Allah’tan ümit kesilmeyeceği konusunda ikazda bulunurken tekliflerinin gerçek olduğunu söylerler. Bunun üzerine Hz.Muhammed@ kendini toparlar ve Allah’tan ancak sapıkların ümit keseceğini ifade ederek Medineli elçiler ile görüşmelere başlar.

Hz.Muhammed @ ile Esad bin Zürare ve Zekvan bin Abdikays arasında geçen bu hadise Kur’anda Hz.İbrahim’in misafirleri ile olan kıssaya metafor yapılarak anlatılır;

 

51- 56-Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver. Hani Onun yanına girdiklerin de “Selam!” demişlerdi. O da (İbrahim de); “Gerçekten biz sizden endişe ediyoruz. / Bizim sizin hakkınızda çekincelerimiz var! / sizinle ilgili korkularımız var!” demişti. Onlar (misafirler); “Bizden endişe etme! / Bizim hakkımızda çekince beslemen yersiz! / bizim hakkımızda korkma! Çünkü kuşkusuz biz sana bilgin bir oğul ([3]) müjdeliyoruz” dediler. O (İbrahim) dedi ki: “Bana ihtiyarlık gelmişken siz beni ne ile müjdeliyorsunuz? Onlar; “Seni hak ile müjdeliyoruz. Artık ümidini kesenlerden olma!” dediler. O (İbrahim) dedi ki: “Sapıklardan başka, kim Rabbinin rahmetinden ümit keser?”  (Hicr Suresi 51-56)

 

Hz.Muhammed@ ve Medineli elçiler arasında yapılan görüşmelerde Hz.Muhammed’in@ liderliği ile şekillenecek Medine’nin yeni yönetim yapısı üzerine konuşulur. Bunun nasıl gerçekleştirileceği daha sonra ki görüşmelere bırakılır.  Fakat konuşulması gereken en önemli konulardan birisi de Mekke’deki müminler ile ilgili neler yapılabileceği idi. Hz.Muhammed@ kendisini kurtarıp müminleri bırakıp gidemezdi. Kendisine inananları da birlikte götürmesi gerekiyordu. Medineli elçiler bu konuya hazırlıklı gelmişlerdi. Onların çözümüne göre müminleri de Mekke müşriklerinin zulmünden kurtaracaklarını ve onları da Medine’de misafir edip ağırlayacaklarını ifade ettiler. Hicret edileceği zaman müminlerin geceleyin kimseye belli etmeden gizlice yola düşmelerini ve arkada bıraktıkları malı- mülkü düşünmemelerini belirttiler. Bu şekilde Mekkeli müminler ile Medineliler birleştiği zaman Mekkeli müşriklerin kıyametlerinin kopacağının bilinmesini istediler. Bu karanlık gecelerin sabahına erişildiği zamanda o müşrik Mekkelilerin kökünün kazınacağının müjdesini verdiler.

Genel olarak üzerinde anlaşmaya varılacak taslak mutabakat metni bunları içeriyordu. Bu mutabakat metni anlaşmaya dönüşünceye kadar Medineli elçilerle yapılacak görüşmeler sırasında Mekkeli müşrikler toplantıyı basmaları durumunda nasıl bir yol izleneceği de belirlendi. Böyle bir baskın durumunda Hz.Muhammed’in@ Mekkeli müşriklere çıkışmasını ve elçileri korumak için kabile asabiyesi ve şerefini ileri sürmesi kararlaştırıldı. Zira Arap kabileleri şereflerine çok düşkün kimselerdi. Bir kişinin emniyetinde olan / emanında olan ya da misafiri durumunda olan kişiye üçüncü şahıslar zarar verecek olurlarsa bu ev sahibi için çok büyük bir onursuzluk sayılıyordu. Aslında günümüzde de aynı kural geçerlidir. Bir kimsenin hanesinde olan konuğuna üçüncü bir şahıs tarafından zarar verilmesi o hane sahibine hakaret ve aşağılama demektir.

Mekke müşriklerinin ev sahibi konumunda olan Hz.Muhammed’i@ Mekke dışındaki kabilelerle bu türden gizli toplantılarla irtibat kurmasını yasaklamış olmasını gündeme getirerek O’nun Mekke dışına kaçacağının planlarını yapmak için mi bu toplantının yapıldığını sorgulamaları durumunda, onlara asla böyle bir planlarının olmadığı Mekke’de yaşamaya devam ettikleri ve bunun en büyük kanıtının da kendi kızlarının işinde, gücünde olduğuna bakmalarının yeterli olduğunu söylemeleri tembihlenir. Dolayısıyla misafirlerine yapmayı düşündükleri kötülüğü yapmamaları gerektiğinin ifade edilmesi istenir. Şayet misafirlere “bir şey yapacak olursanız…”  o zaman yapılan kötülüğün sonuçlarına da katlanmaları gerekeceği, tehdidinin yapılması istenir. Zira bu misafirlerin Mekke ticari kervan yollarının üzerindeki Medine’den olduğunun hatırlatılması, onları düşündükleri kötülükten vazgeçirmeye yetmesi beklenmektedir. Yukarıda anlatılan hususlar yine Hz.İbrahim @ve Hz.Lut @ ile elçilere ilişkin metafor üzerinden verilir.

 

57 -77-O (İbrahim); “Ey gönderilmiş elçiler! Bundan sonra konuşacağınız konu nedir?” dedi. Onlar (elçiler): “Muhakkak ki, biz suçlu bir kavme gönderildik. Ancak Lut ailesi hariç. Kuşkusuz Biz, onların (Lut ehlinin) hepsini muhakkak kurtaracağız. Onun hanımı (kadını) hariç. Biz onun mutlaka geride kalanlardan olmasını takdir ettik. Derken elçiler, Lut’un ailesine gelince, O (Lut); “Siz gerçekten tanımadığım kimselersiniz” dedi. Onlar (elçiler) dediler ki: “Bilakis biz sana onların kuşku duyup durdukları / şüphe edip durdukları şeyi getirdik. Sana gerçek bir haber getirdik ve biz şüphesiz doğru söyleyenleriz. Hemen gece yarısından sonra aileni yola çıkar, sen de arkalarından izle. Sizden hiç kimse arkasına bakmasın / oyalanmasın / geride bırakılanları düşünmesin ve emrolunduğunuz yere doğru geçin gidin.”  Biz, ona (Lut’a) hükmümüzü şöyle bildirdik: “Şüphesiz sabaha çıkarken onların kökleri kazınmış olacaktır.” Şehir halkı, sevinerek geldiler.  O (Lut); “Bunlar benim misafirlerimdir, o nedenle sakın beni mahcup etmeyin ve Allah’a karşı gelmekten sakının da beni rezil etmeyin!” dedi. Onlar; “Biz seni elâlemden (irtibat kurmaktan /  misafir etmekten ) men etmemiş miydik?” dediler.  O (Lut); “İşte bunlar, benim kızlarım! Eğer bir şey yapacak olursanız…...” dedi. Ömrüne and olsun ki, gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı. Güneş doğarken o korkunç çığlık o-müşrikleri yakalayıverdi. Böylece Biz, onların üstünü altı kıldık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. Muhakkak ki bunda düşünen, akıllı ve anlayışlılar için ayetler vardır. Kuşkusuz bu (işlediklerinin karşılığı olarak) yerine getirilmesi gereken bir yoldu. Muhakkak ki, bunda iman edenler için bir ayet vardır. (Hicr Suresi 57-77)

Cenab-ı Hak, bu yeni gelişmelere işaret ederek Mekke ve Taiflilerden tıpkı geçmişte Eykelilerden intikam alındığı gibi intikam alınacağını bunun sebebinin de onların diğer şehirlere kötü örnek olmaları olarak gösterir.

Ayrıca Arap yarımadasındaki kabilelerden Bizans ve İran’ın müttefikliğini tercih ederek bu devletlerin koruması altına girenler de tehdit edilir ve büyük devletlerin koruması altına girmenin kendilerini korumayacağı bildirilir.

Rivayetlere göre, Hz.Muhammed@ hac mevsiminde bu kabilelerin temsilcilerini tevhidi dünya görüşüne davet ettiğinde, onlar bu ideolojinin doğru olduğunu kabul etmelerine rağmen ittifak içerisinde oldukları büyük devletin korumasından çıktıkları takdirde, bu devletlerin gazabına uğramaktan çekindikleri anlatılır. Onlar bu korku ve endişelerden dolayı Hz.Muhammed’in@ teklifini kabul etmezler. Cenab-ı Hak da onların kendilerini güvende hissettikleri, sığındıkları o büyük devletlerin onları asla koruyamayacağı uyarısında bulunur. Bu hususta da Hicr halkını örnek gösterir. Hicr halkının güvenlikleri için dağlardan yontarak kendileri için sağlam, korunaklı evler yapmalarının kendilerini Allah’tan koruyamayacağı örneğinden yola çıkarak dağlar gibi büyük güvenli sanılan süper güçlerin de kendilerine sığınana koruma yapmadığı / yapamadığı bildirilir.  Nasıl ki Hicr halkını bir sabah bir ses / sayha / çığlık yok ettiyse, vahyin egemen olmasıyla karanlıkların dağılacağı ve sabahın olmaya başlayacağı bir zamanda, Mekke’den çıkan bu ilahi çığlık, daveti kabul etmeyen kabileleri yok edecek ve süper güçlerin koruması onlara bir fayda sağlamayacaktır.

Nitekim tarih göstermiştir ki, Hz.Muhammed’in@ o dönemde davetini kabul  etmeyerek İran veya Bizans devletlerine sığınmaya devam eden kabileleri bu süper güçler İslam devletine / Allah’a karşı koruyamamışlardır.

 

78- 84- Eyke halkı da doğrusu inkarda ısrar eden zalimlerdi. Bizde onlardan, yaptıkları zulmün intikamını aldık.  Her iki toplumda yaptıkları kötülükler ile diğer toplumlara kötü örnek olmuşlardı.  Andolsun! Hicr halkı da gönderilen elçileri inkâr edip reddetmişlerdi. Biz, onlara ayetlerimizle mesajlarımızı ilettiğimiz halde onlar, bu mesajlardan yüz çeviriyorlar ve kendilerini güvende hissedecekleri dağlardan emniyetli evler yontuyorlardı. Ama sonunda bir sabah erkenden onları korkunç bir çığlık yakalayıverdi de sığındıkları emniyetli evleri, kendilerini koruyamadı. (Hicr Suresi 78-84)

 

Cenab-ı Hak, müşrikleri bu tehditlerden sonra Hz.Muhammed@ ve müminlerin kalplerinin teskin olması için ve kurtuluşa kadar nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir strateji verir. Yeryüzü, gökyüzü ve içindekilerin hak ve adalet üzere olması için yaratıldığından hareketle, içinde yaşadıkları toplumdaki haksızlık ve adaletsizliklerin bir gün mutlaka sona ereceğine ve müsebbiplerin hesaba çekilmesinin kaçınılmazlığına vurgu yapar. Onlarla yapılacak bu hesaplaşma gününe kadar da Hz.Muhammed’in@ şahsında müminlerin müşriklere karşı müsamahalı ve güzel davranmalarını öğütler. 

 

85-86- Biz gökleri, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri ancak hakk ve adalet üzere olması için yarattık. Şüphe yok ki, o hesaplaşma vakti mutlaka gelecektir. Şimdilik sen onlara müsamahalı davran ve güzel muamele et. Mukakkak ki Rabbin hakkıyla yaratandır ve en iyi bilendir. (Hicr Suresi 85-86)

 

Hesaplaşma zamanına kadar geçecek zamanda ise o müşriklerin sahip oldukları mal ve servetin çokluğuna bakarak seçilen hak yoldan şüpheye düşülmemesi gerektiği, Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği Kur’an mesajlarının hem dünya hem de ahiret kurtuluşuna götüren bir rehberlik içermesi nedeniyle onların mal ve servetlerinden daha değerli olduğuna işaret edilir.

Cenab-ı Hak elçisine bu zor günlerde müminlere sahip çıkmasını, onları koruma altına almaya çalışmasını tembih ederken, kendisinin yanlış yolda gidenlerin karşılaşacakları felaket konusunda uyarıcı olduğunu bildirmesini emreder. Müşriklerin tehditlerine ve baskılarına da aldırmadan yoluna devam etmesini, eninde sonunda onlardan hesap sorulacağını hiç aklından çıkartmamasını da bildirir.

Cenab-ı Hak, elçisini teskin etmek için de o müşriklerin söyledikleri sözler nedeniyle göğsünün son derece daraldığının bilindiğini ifade ettikten sonra vaad edilen ve gelmesi yakın olan zaferin gelmesi için Rabbine yönelmesi, O’na itaat etmeye devam etmesi gerektiğini bildirir.

 

87-99- Andolsun ki, Biz sana dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösteren ilkeleri, öğretileri ve kıssaları içeren / ikili anlam katmanlarına sahip yediliyi (Fatiha Suresini) ve yüce Kur’an’ı verdik. Sakın onlardan bazılarına meta olarak bol bol verdiğimiz şeylere (mal ve servete) heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında da hiç üzülme! Sen müminlere kanatlarını indir / koruma altına al ve “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım” de. Nitekim Biz komplo kurarak / baskın yaparak Kur’an’ı parçalayanlara (azabı) indirmişizdir / indireceğiz. And olsun Rabbine ki, Biz mutlaka onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz. Şimdi sen emrolunduğun şeyi açıkça bildir ve o müşriklere aldırış etme. Muhakkak ki Biz şu alay eden kimselere karşı sana yeteriz. Allah ile beraber başka ilâh ihdas edenler, artık yakında bileceklerdir. And olsun ki, Biz onların söylediklerinden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. Fakat şimdi sen sana “Yakin / sana vaad edilen zafer” gelmesi için ([4])Rabbine yönelmeyi ısrarla sürdür, secde edenlerden / boyun eğenlerden ol ve Rabbine kulluk et! (Hicr Suresi 87-99)

 

[1] ) İbn Hişam, c. II, s. 45.

[2] )NOT:  Salsalin min hamein mesnun :seramiğin ateşte pişmiş, kurumuş, belli bir şekil almış, kuvvetlenmiş, sertleşmiş, evrilmiş, gelişmiş, dönüşmüş ve güzel şekil verilmiş ve süslenmiş olma karakterlerinden hareketle peygamberimizin geldiği son aşamada sahip olduğu mütevazılığa, toprak gönüllülüğe, yumuşaklığa, güçsüzlüğe ilave olarak yöneticilik için gerekli olan karakterlerden aklı başında olmak, güzel konuşmak, güzel projeler geliştirmek, olgun, kıvamlı, güzel şekillenmiş ve değişmiş olmak gibi iyi özelliklere sahip olmuş,  güzel karakterlere evrilmiştir.

 

[3] ) Oğul: gelecek demektir. Dava ve hareketler söz konusu olduğunda ise bunların devamının sağlanacağı anlamına gelir.

 

[4] )  “Hatta” edatının “için”  anlamı şeklindeki kullanımı için Hakkı Yılmaz’ın Tebyinül Kur’an adlı eserine müracaat edilebilir.

bottom of page