top of page

BÖLÜM 6

ŞİRK SİSTEMİ ELEŞTİRİSİ

 

Mekkeli müşrik elitlerin köle, kimsesiz ve zayıf müminlere yaptıkları işkenceler sonuç vermişti. İlk davet yıllarını müteakiben Hz. Muhammed @ saflarına katılan kişi sayısındaki hızlı artış işkenceler nedeniyle yavaşladı. ([1])

Bununla beraber, şiddet döneminde nazil olan surelerin Mekkelilere okunmasının özellikle müşrik elitler üzerinde derin tesirler meydana getirdiği söylenebilir. Zira bu surelerde ahiret, yeniden dirilme ve hesap verme olayları benzetmesi ile şirk sisteminin eninde sonunda yıkılacağı, yerine tevhit sistemine dayalı bir toplumsal yapının geleceği ve işkencecilerin mutlaka hesap verecekleri konularının işlenmesi onların içlerinde korku ve endişe yaratmıştı. Ayrıca bu surelerdeki söylemler onların itibarlarını ayaklar altına almaktaydı. Toplumda adalet arayan herkes müşrik elitler aleyhine harekete geçebilir ve Hz. Muhammed’in@ safında yer alabilirdi. Bu durumun farkında olan müşrik elebaşılar şiddet ve işkence uygulamalarını daha da artırmaya başladı. Böylece Hz. Muhammed’in @ safına geçmeyi düşünen Mekkelilere korku vermeyi başardılar. Onların Mekke halkını korkuttukları gibi toplumsal değişimin imkansızlığı üzerine menfi propaganda yaptılar.

Cenab-ı Hak, müşrik elebaşıların yaptıkları menfi propagandanın ve saldıkları korkunun halk üzerindeki etkisini kırmak amacıyla Kaf Suresi ile yeni mesajlarını gönderdi. Bu surede önce ‘Kaf’ harfi seslendirmesi ile Mekkelilerin dikkati çekildi. Arkasından çok şerefli ve değerli Kur’an’a yemin edilerek şimdiye kadar Mekkelilere okunan surelerin şahitliğine / deliller getirmesine rağmen Mekkelilerin kendi içlerinden bir peygamber gönderilmesinin çok tuhaflarına gittiği belirtildi. Onların ahiretteki ‘ölmüş ve toprak olmuş kimselerin tekrar dirilmeleri’ benzetmesi ile geri ve ilkel hale gelmiş olan toplumlarının tekrar dirilmelerinin akıl dışı ve imkânsız bir durum olduğunu iddia etmeleri dile getirildi.

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-3- Kaf. Çok şerefli, çok değerli bu Kur’ân’ın şahitliğine rağmen içlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaşırdılar da kâfirler, “Bu şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve toprak olduğumuz vakit mi? Bu akla uzak, imkânsız bir dönüştür” dediler. (Kaf Suresi 1-3)

 

Onların yarımadada bulunan tüm Arap kabilelerinin ilkel yaşamdan medeni bir yaşama geçişlerinin imkânsız olduğu iddiasına karşı, Cenab-ı Hak bunun mümkün olduğunu ve çaresinin kendi katında bulunan ilahi öğretilerde olduğunu bildirir. Ayrıca ilkel, geri ve ölmüş Arap kabilelerinin medeni bir toplum olarak dirilmesi için neye ihtiyacı olduğunu en iyi bilenin Kendisi (Allah) olduğu belirtildikten sonra bu ihtiyacı karşılayacak ilke, esas ve paradigmaların O’nun katında olduğu ve bu değer yargıların muhafaza edildiği bildirilir.

 Aslında bu kısacık ifade ile anlatılmak istenen husus şudur;

“Eskiden Mısır, Mezopotamya, Bizans, İran, Filistin ülkelerindeki şirk ve zulümden kaçarak Arap yarımadasına gelen insanların bu bölgede Allah’ın dinini, hakkı, adaleti yaşatmaya çalıştıkları bir süreçten sonra bu değerleri kaybedip tekrar şirk zulmüne girmeleri sonucunda sahip oldukları karakterlerle ölü bir toplum olmuşlardır. Şirk pisliğine bulaşan bu toplumlar bir türlü doğru yolu bulamıyor ve böylece dirilme şansı da yakalayamıyorlardı. Dahası çevrelerindeki büyük devletler de onların bu geri kalmış, aşağılık ve ilkel durumlarının devamından yana idiler. Zira bölgedeki dengeler açısından mevcut yapıdan oldukça faydalanıyorlardı. Şayet yarımada Arapları dirilecek olursa bölgesel dengelerin yarımada Arapları lehine değişeceği açıktı. Çünkü Avrupa ve Ortadoğu ile Çin ve Hindistan arasındaki ticaret üç güzergâh üzerinden gerçekleşiyordu. Söz konusu bu üç güzergâh; 1-Basra körfezi su yolu 2- Kızıldeniz su yolu 3- Arap yarımadası üzerinden kervanlarla kara yolu. Yarımada Araplarının birbirini yemesi onların işine geliyordu. Şayet bunlar uyanır da tek devlet olurlarsa bu ticaret yollarına hâkim olacaklar, çok gelişecek ve kendilerine bir rakip ülke çıkmış olacaktı. Bu üç yoldan gerçekleşen ticaretten bu ülke de payını alacaktı. Şimdi ise sadece karadan yapılan ticaret için kabile reislerine ve bazı tüccarlara az bir pay verilerek ticari malları daha ucuza temin etme imkânı varken tek devlette bu imkân kalmayacaktı. Bunun sonucu ise söz konusu ülkeler açısından sadece ticari açıdan değil siyasi açıdan da çok vahim olacaktı. Zira hak, adalet ve barış için yarımadaya kaçmış olan halklar ki bunlar sonradan Araplaşmış / musta’rabe toplumlardır atalarının intikamını alacaktı. Sonradan Araplaşmış / musta’rabe Arapları çevre ülkelerden Arap yarımadasına göç edip Araplaşmış toplumlara verilen isimdir. Yani aslında kendisi Arap olmayıp bir Mezopatamyalı olan Hz. İbrahim gibi insanların torunları kendi ülkelerindeki zalim yöneticileri hizaya getirecek ve daha önce terk ettikleri ülkelerine geri dönecekler ya da dönmeseler de o ülkedeki soydaşlarına barış, huzur, emniyet ve adalet getirmek için çalışacakları muhakkaktı.

İşte bunu gören bölge ülkeleri, Arapların bu geri kalmış, parça parça, ilkel, vahşi bir vaziyette kalmalarını arzuluyorlar ve kurulan şirk sisteminin işbirlikçi reis ve yöneticileri aracılığıyla bu toplumsal yapıyı değiştirmenin imkansızlığını propaganda ettiriyorlardı. “Böyle gelmiş böyle gider”, “bizim adam olmamız mümkün değil” tarzı söylemlerle onları gelişmiş, ileri bir medeniyete talip olmaktan uzak tutuyorlardı. Cenab-ı Hak ise bu ilkel, vahşi, geri kalmış ve toprağa karışmış musta’rabe Araplarından / Araplaşmış toplumlardan nelerin eksildiği hususunu gayet iyi bildiğini söyledi ve kaybettikleri bu değer yargıları ve paradigmaları kendi katında aramaları gerektiğine vurgu yaptı.  Zira bu değer yargıları (yasa / kitap) Kendi (Allah) indinde muhafaza edilmektedir ve elçisine bunları işte şimdi bildirmektedir. Şayet Kendisinden gelen bu Kitaba sarılacak olurlarsa dirileceklerini bildirdi. Bütün bu anlatılanlar çok özlü bir şekilde bir iki cümle ile şöyle özetlenir;

 

4- Biz yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmekteyiz. Zira yanımızda çok iyi kaydedip muhafaza eden bir kitap (yasa / değerler) da vardır. (Kaf Suresi 4)

 

Cenab-ı Hak, müşriklere diriltici bir ruh veren ilahi öğretiyi / hakkı / değer yargılarını gönderdi fakat onlar bunu kabul etmediler. Onlar mevcut durumlarında kalmak istediler. Zira bu ilahi öğretiler özellikle de halihazırdaki iktidarda olan zalim müşrik elitlerin işine gelmiyordu. Onlar imtiyazlı konumlarını muhafaza etmek istiyorlardı. Halkın çile çekmesi, yoksul ve aç olması onların umurunda bile değildi. Fakat Hz. Muhammed’in @ ortaya çıkması, onlara sahip çıkarak şirk önderlerinin karşısına dikilmesi, toplumun dirilişi için tevhidi dünya görüşünü bir reçete olarak sunması ve bu uğurda bütün baskı ve şiddete karşı müthiş bir direniş sergilemesi, onlarda derin bir endişe ve korku yaratmıştı. Müşrik elitler derin bir iç karmaşası yaşamaya başlamışlardı. Çünkü şiddet süreci boyunca ortaya konan direniş argümanları / kıyamete dair sureler Mekke insanı üzerinde de derin tesirler meydana getirmiş ve onların da kafasını karıştırmıştı. Eğer Mekke halkı bir süre sonra Hz. Muhammed’in @ safına geçecek olurlarsa o zaman tehdit edildikleri azap ve yıkılış gerçekleşecekti. Büyük bir inkılapla / devrimle yıkıldıkları zaman durumları gerçekten vahim olacaktı.

Fakat diğer taraftan halkın da kafası karışıktır. Zira Hz. Muhammed’in @ getirdiği tevhidi dünya görüşünü doğru olarak kabul etmekle birlikte, taraftarlarındaki azlık ve sistemi değiştirecek güçten yoksun olması ve Hz. Muhammed @ yanlılarına baskı, şiddet ve işkence uygulanıyor olması onları tereddüte sevk etmektedir. Şayet Hz. Muhammed’in @ saflarına katılacak olurlarsa şiddetli baskılara uğrayacakları çok açıktı. Şiddete maruz kalmayı göze alamayan halk, şirk içerisinde kalarak “bekle gör” politikası yapmayı tercih ediyorlardı. Böylece onlar da derin bir iç karmaşası yaşamaktaydı.

 

5- Buna rağmen onlar, hak kendilerine geldiği halde onu yalanladılar. Artık onlar derin bir iç karmaşası içerisindedirler. (Kaf Suresi 5)

 

Cenab-ı Hak, derin bir iç karmaşası yaşayan Mekkelileri ikna etmek için onların bakışlarını gökyüzüne, yeryüzüne, dağlara ve bitkilere çevirdi. Bu temsiller yoluyla, çevrelerindeki devletleri örnek olarak gösterdi. Onlar nasıl dağlar misali güçlü kurum, kuruluş ve otoriteleri ile yekvücut olup büyük devletler şeklinde teşkilatlandılarsa aynı şekilde ilahi öğreti ile onların da tevhit / birlik olup büyük bir devlet kurabileceklerine işaret etti. Eğer vahye kulak verirlerse o öğretilerin onları dirilteceğini ve Kendisinin bu yolda onlara rehberlik edeceğini bildirdi. Yeri, göğü ve içindekileri yaratan Cenab-ı Hak onların mükemmel bir nizam ve bütünlük içerisinde işleyişini takdir ettiğini bildirir. O onların da tevhidi dünya görüşü çerçevesinde mükemmel bir nizam ve bütünlük oluşturmalarını istemektedir. Bu amaçla elçisini göndermiş ilahi öğretisini inzal etmektedir. Onlara şu mesajlara işaret eden ayetlerini bildirir;

“Sizler şayet bu vahyin rehberliğinde sosyolojik ilahi kuralları takip ederseniz sarsılmaz dağlar gibi güçlü otoriteye sahip devletler ve her biri pırıl pırıl parlayan yıldızlar gibi medeniyet mimarları, bilginler, devlet adamları, sanatkârlar yetiştireceksiniz. Bu ilahi vahyin rahmetinden faydalanırsanız tıpkı yağmurun bereket verip her yeri yemyeşil yapması ve bin bir çeşit nimetleri insanlar için bitirmesi gibi bu vahiy yağmuru da sizlerin kuracağı medeniyet ile insanlara bin bir çeşit ürünlerini verecektir.”

 Cenab-ı Hak gerek kozmik dirilişe ve gerekse de toplumsal dirilişe verdiği bu metaforik ifadeleri çok özlü olarak şöyle bildirir;

 

6-11- Peki, onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki, onu nasıl bina ettik ve ışıl ışıl süsledik! Üstelik hiçbir eksik gedik bırakmadık! Yeryüzünü ise yayıp döşedik ve ona kalkmaz-kıpırdamaz dağlar yerleştirdik. Üstelik orada görünüşü iç açıcı- göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik ki; Allah’a yönelen her kula bir bilinç kaynağı ve bir uyarı vesilesi olsun. Ve Biz gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bütün kullara rızık olmak üzere bahçeler ve biçilecek taneler ile tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları bitirdik. Evet, Biz ölü bir beldeye onunla (su) can verdik. İşte çıkış [diriliş] da böyledir. (Kaf Suresi 6-11)

 

Cenab-ı Hak Nuh Kavmi, Ress sakinleri, Semudlular, Ad kavmi, Firavun kavmi, Lut kavmi, Eykeliler ve Tübba kavminin ilahi öğretileri reddetmeleri nedeniyle uğradıkları korkunç akıbetleri örnek vererek Mekkelilerin akıllarını başlarına almaları konusunda aşağıdaki mesajları verdi;

“Eğer şirk sisteminden vazgeçmezseniz, sizi diriltecek ilahi öğretileri kabul etmeyecek olursanız o zamanda daha önce yıkılıp yok olan örneklerini verdiğimiz toplumlar gibi yok olur gidersiniz.”

 

12-14- Onlardan önce Nûh’un kavmi, Ress sakinleri ve Semûd da yalanlamıştı. Ad, Firavun ve Lut’un kardeşleri, Eyke sakinleri ve Tübba kavmi de. Bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da sonunda vaad ettiğim ceza gerçekleşti. (Kaf Suresi 12-14)

 

Yine Cenab-ı Hak, Mekkelilere yarımada Araplarının dirilişine ve büyük bir medeniyet kurmasına kuşkuyla bakılıyorsa o zaman diğer büyük medeniyetlerin doğuşuna bir göz atılması gerektiğini bildirdi. Tevhit olan kavimlerin yarattığı o büyük medeniyetler, bu ilahi öğretinin yarattıklarıdır. Nasıl ki insanın biyolojik yaratılışı bir defa gerçekleştirildi ise kozmik kıyametten sonra onlar tekrar yaratılacaktır. Aynı şekilde ilahi öğreti sayesinde daha önceki medeniyetler nasıl yaratıldılarsa yarımada Arapların da ilahi öğreti ile yeni bir medeniyet yaratmaları neden mümkün olmasın?  

 

15- Peki Biz ilk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır! Ama onlar, yeni bir yaratılıştan kuşku duymaktalar. (Kaf Suresi 15)

 

Cenab-ı Hak, Mekkelilere uyarılarına şöyle devam eder;

“Biz sizi yarattık ve sizin içinizden geçenleri, neler düşündüğünüzü gayet iyi biliriz. Çünkü size sizden, şahdamarınızdan daha yakınız. Dolayısıyla getirdiğimiz bütün delillere rağmen ileri sürdüğünüz gerekçelerin asılsız olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Sizler aslında şirk sistemi ile halkı sömürmek için kurduğunuz tezgâhın bozulmaması için Hz. Muhammed’in @ çağrısına uymuyorsunuz. Bazılarınız ise şirk zulmüne maruz kalmanıza rağmen sırf müşrik elitlerin öfkesine ve hışmına maruz kalmamak için onların safında yer alıyorsunuz. Sizin içinizdeki sağdan / sağduyudan gelen iyilik, güzellik, doğruluk, adalete ilişkin telakkileriniz ve solunuzda yerleşik olan kötülük, zulüm, çirkinliğe ilişkin telakkilerinizin çatışmalarını, yani iç çelişkilerinizi ve sonunda vardığınız kararlarınızı da gayet iyi biliyor ve bunları da kaydediyoruz.” ([2])

 

16-18- And olsun insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da iyi biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. Ve ne zaman ki onun sağında yerleşik iyilik ve solunda yerleşik kötülük fikirlerini telakki ederse / düşünürse / kendi içinde tartışırsa o telakkilerinin / düşüncelerinin / kararlarının sözlü ifadelerinin tümünü gözleyen / kaydeden bir gözcüsü vardır! (Kaf Suresi 16-18)

 

Cenab-ı Hak, Mekkelilere insanın ölüm anı, kıyamet ve sonrasındaki hesap ve cezalandırma sahnelerinin tasviri ile örneklendirme yaparak Hz. Muhammed @ hareketinin başarıya ulaşması sonucunda şirk sisteminin ölümüne ve mensuplarının hesaba çekilerek cezalandırılmalarına işaret eder;

“Nasıl ki müşrik insanın kaçıp durduğu ölüm bir gün kendisine gelecek ve kendisine geleceğinin mutlak olduğu haber verilmesine rağmen onun şüphe ettiği hesap günü apaçık ortaya konacaksa aynen bunun gibi Cenab-ı Hakk’ın vaadettiği üzere bir gün müşriklerin iktidarları da devrilecek. Böylece tevhidi dünya görüşü iktidara gelip müşriklerden hesap soracaktır. Tereddüt ederek bir türlü ihtimal vermedikleri inkılabı / devrimi onlar o gün gözleriyle görecekler.”

 

19-22- Derken ölüm sarhoşluğu / sekarat hali / can çekişme tüm gerçekliğiyle gelince: “İşte bu, senin köşe bucak kaçıp durduğun şeydir.” Ve sonunda sura üflenir: “İşte bu kendisine karşı uyarıldığın / vaad edilen gündür.” Ve herkes, kendisini yönlendiren liderler ve şahitlerle beraber (huzura) gelir. Doğrusu sen bundan gaflet içindeydin. Şimdi senin perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün daha bir keskindir. (Kaf Suresi 19-22)

 

Cenab-ı Hak zalimlerin zulümlerine destek olan halkın ahirette cehennem azabından kurtulmak için dünyada destek verdikleri önderlerini öne sürecekler ve onların asıl suçlu olduklarını, kendilerinin suçsuzluklarını onların azgınlıklarına kıyasla ifade etmeye çalışacaklarını bildirir. Halkın kendilerini kurtarmak için ‘biz onları azdırmadık onlar zaten çok azgındı’ diyerek mazeret uydurmaya çalışmalarının yalan olduğunu Cenab-ı Hak şöyle ifade eder;

“Onlar aslında azgın elitlere destek vermeselerdi o elitler de o kadar azamayacaklardı. Fakat korkaklıklarından onların azgın elitlerinin yanında yer almaları ve onlara destek vermeleri zalimlerin daha da azmalarına sebep oldu. Dolayısıyla yönetilen halkın mazeret beyan etmeye çalışmaları boşunadır.”

 Bu nedenle Cenab-ı Hak onları kendi huzurunda konuşturmayacak ve hepsinin cehenneme gönderilmesini emredecektir.  Ahiretteki sahnelerin benzeri bu dünyada da yaşanacaktır. Hz. Muhammed’in @ yapacağı inkılaptan sonrada müşrik halk da suçu birbirlerine atmaya çalışacaklar fakat O onların mazeret beyan etmelerine ve karşılıklı birbirlerini suçlamalarına kulak vermeyecektir.

Cenab-ı Hak kullarının cehenneme gitmesi için çabalamıyor ama kullarını cehenneme sürüklemek isteyen, cehenneme gitmeyi de tercihleri nedeniyle hak eden ve cehennemin iştahla beklediği kimseler var.

 

23-30- Ve onun arkadaşı dedi ki: “İşte yanımdaki hazır! Haydi atın! Atın cehenneme her inatçı kâfiri; O hayrı alabildiğine engelleyen, zalim ve şüpheci olanı. O ki Allah ile birlikte başka bir ilâh edinmişti. Haydi, ikisini birlikte şiddetli azabın bağrına atın.” Onun arkadaşı dedi ki: “Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi zaten derin bir dalalet [sapıklık] içindeydi.” (Allah) buyurdu ki: “Benim huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce tehdit göndermiştim.” Benim huzurumda Söz değiştirilmez. Ve Ben kullara asla zulmedici değilim. Biz, o gün, cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da “Daha var mı?” der. (Kaf Suresi 23-30)

 

Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed @ saflarına samimi bir yürekle katılanlara verilecek nimetleri ise şöyle müjdeler;

“Hz. Muhammed @ saflarında yer alan takva ve iyilik yanlısı insanlar için ise ahirette cennetler ayaklarına getirilirken bu dünyada ise inkılaptan sonra asla kaybetmeyecekleri zenginliklere, adeta sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Tevhidi dünya görüşünün inkılabından sonra o barış ve esenlik ülkesine onlar sahip olacaklar. Ülke bir defa o barışa ve esenliğe kavuştu mu, her türlü zenginliğe ve nimete kavuşacak ve bu refah uzunca bir süre devam edecektir. Gönülden bu harekete katılan herkes için bu nimetlerden faydalanma olacaktır. Harekete şimdi katılın! Çünkü şimdi katılmanın bir anlamı var. Ama yarın inkılap gerçekleştikten sonra iman etmenizin bir anlamı olmayacak. Zira o zaman zaten inkâr edemeyeceksiniz. Dahası esas daha fazla nimetler ise öbür aleme gidince verilecektir.”

 

31-35-Cennet de muttakîlerin ayağına getirilecek ve asla uzaklaşmayacak. İşte, size vaad edilen budur; O’na dönük bir gönülle hatırdan hiç çıkarmayan herkese; Gaybde, O sonsuz rahmet sahibi karşısında içi titreyen bir yürekle gelen herkese. “Selâm ile (mutluluk ve huzur içinde) oraya girin. İşte bu sonsuzluk günüdür.” (denilecek) Orada onlara ne isterlerse vardır. Katımızda daha fazlası da vardır. (Kaf Suresi 31-35)

 

Cenab-ı Hak, elçisine şunu da bildirmesini ister;

“Ey Mekkeliler! Kendinizi bir şey zannetmeyin. Daha önce sizlerden çok güçlü, kudretli ve büyük toplulukları yaptıkları zulüm ve azgınlıktan sonra ikazlarımıza kulak vermemeleri nedeniyle yok ettik. Onlar yıkıma uğradıkları zaman kaçıp sığınacak delik aradılar ama artık iş işten geçmişti. Şimdi ey Mekkeliler aklınız varsa, bu anlatılanlar üzerinde biraz kafa yorarsanız o takdirde yukarıda açıklanan uyarıların sizin hayrınıza olduğunu anlayacaksınız.”

 

36-37- Biz onlardan önce nice uygarlıkları helak ettik; onlar güç ve kudret olarak bunlardan çok daha ileriydiler; fakat “bir sığınak yok mu?” diye sığınacak delik aradılar. Şüphesiz ki bunda kalbi [aklı] olan veya uyanık bir zihinle kulak verenler için bir uyarı vardır. (Kaf Suresi 36-37)

 

Müşrik elitlerin Mekke halkını şirk düşüncesinde tutmak için kullandıkları propagandalardan en çok kullandıkları argüman, Hz. Muhammed’in @ tehdit ettiği toplumsal kıyametin ne zaman olacağı idi. Onlar “madem ki Allah’ın elçisi olduğunu, şirk sisteminin mutlaka yıkılacağını, tevhidi dünya görüşünün mutlaka topluma hâkim olacağını ve bu ınkılap ile toplumun dirileceğini iddia ediyor, o halde Allah bunu neden erteliyor da hemen gerçekleştirmiyor? Halbuki biz Hz. Muhammed @ ve onun taraftarlarına her türlü eziyeti ve şiddeti uyguluyoruz. Şayet Allah ondan yana olsaydı onu ve onun izleyicilerini böyle sıkıntılar içerisinde bırakmazdı” şeklinde propaganda yapıyorlardı.

Dahası onlar Yahudilerden öğrendikleri kadarıyla “Allah bu kâinatı altı günde yaratmış ve sonra çok yorulduğu için yedinci gün de dinlenmeye çekilmiş yani şu anda O’nun dinlenmesi devam ediyor olduğuna göre zaten çok büyük zahmetlerle yarattığı kâinatı tekrar bir daha yaratmaya yeltenmeyeceğini ve şu anda yorgun olduğunu” iddia ediyorlardı.

Müşriklerin bu argümanlarının her ikisi de Cenab-ı Hakk’ı yanlış tanımaktan kaynaklanıyordu. Zira Cenab-ı Hak kendi koyduğu kanunları insanların arzularına göre değiştirmez. Yani Allah, insanlar tarafından denenemez. O, insanların isteklerine tabi değildir. O her şeyi kendi iradesi ile yapar. Bu nedenle evrendeki ilişkiler ve insanlar arasındaki ilişkiler Cenab-ı Hakk’ın koyduğu yasalar çerçevesinde cereyan eder. O’nun koyduğu yasalara göre, toplumsal kıyametin / inkılabın zamanı içinde belirli bir süre ve belirli aşamaların geçmesine ihtiyaç vardır. Cenab-ı Hak her şeyi anında yaratabilecek kudrete sahipken, yeri göğü altı günde aşama aşama yaratıyorsa toplumun değişimi / inkılabı da aşama aşama gerçekleşecektir. Bu O’nun toplumlara koyduğu yasadır. Cenab-ı Hakk’ı yanlış tanımadaki ikinci husus ise, O’na yorulma ve dinlenme gibi insanlara ait zafiyetler, eksiklikler ve kusurlar atfedilemez. Hz.Muhammed @ de Cenab-ı Hakk’ın bu yaratma sünnetine uygun olarak İslami toplumsal sistemi belirli bir zaman aralığında ve aşama aşama gerçekleştirecektir. Bununla beraber İslam Cumhuriyeti ve toplumu teşekkül ettikten sonra onların düşüncelerinde olduğu gibi dinlenmeye çekilmeyecek, konfora ermeyecekler. Kurulacak idari ve sosyal sistemin bozulmaması hatta gelişmesi için sürekli bir gözetim ve denetim içerisinde olacaklardır. / olmaları zorunludur.

Mekkelilerin Cenab-ı Hak hakkında inandıkları bu yanlış düşüncelerin terk edilmesi için müminlerin sabırla mücadele etmeleri ve O’nu doğru olarak tanıtılması için sabah / akşam, gece / gündüz O’nun tesbih edilmesi gerekiyordu.  Bu amaçla Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden uzak tutmak, O’nu yüceltmek, O’nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle dillendirmek şarttı. Ayrıca Kabe’de yapılan secde ve toplantılardan sonra O’nu doğru bir şekilde tanıtabilmek için O’nu yüceltmek, O’nun kusur ve eksiklikten münezzeh olduğunun Mekkelilere anlatılması gerekiyordu. Bütün bu anlamları Cenab-ı Hak aşağıdaki ayetlerle şöylece bildirdi.

 

38-40- Ve Biz gökleri ve yeri ve aralarındaki her şeyi altı gün (evre/aşama) de yarattık ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. O nedenle, onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümde ve secdelerin artlarında da O’nu tesbih et. (Kaf Suresi 38-40)

 

Diğer taraftan Cenab-ı Hakk’ın belirleyeceği bu toplumsal kıyamet / inkılap da öyle çok uzun bir bekleyiş olmayacaktı. Bunu Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının da bilmesi gerekiyordu. Aksi takdirde onların moralleri bozulacaktı. İşte müminlere moral verilmesi için bu toplumsal kıyametin / inkılabın çok yakın bir zamanda gerçekleşeceğini bu nedenle de bu inkılaba yapılan çağrıyı beklemeleri gerektiği bildirilir. O çağrı geldiği zaman artık diriliş başlamış demekti. O toplumsal kıyamet tecelli ettiği zaman şirk sistemi yıkılırken / ölürken tevhidi dünya görüşü hayat bulacak / dirilecekti. O aşamaya gelindiği zaman her şey çok süratli gelişecek ve sağlam, güçlü, sarsılmaz görülen müşriklerin bastıkları zemin, / paradigmaları, dayandıkları deliller, tek tek parçalanacak onların dağılmaları ve yıkılmaları çok hızlı olacaktır. Bu hususları da Cenab-ı Hakk elçisine şu ayetlerle bildirdi;

 

41-44- Ve bir seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver; O gün o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu çıkış [diriliş] günüdür. Gerçekten Biz, evet Biz, hayat veririz ve öldürürüz. Dönüş de yalnız Bize’dir.  Onlar koşarken yer ayaklarının altından kayıp parçalanacağı Gün her şey son sürattir. İşte bu toparlanıştır, Bizim için kolay olacaktır. (Kaf Suresi 41-44)

 

Cenab-ı Hak, Kaf Suresinin sonunda bütün bu açıklamalara / uyarılara rağmen elçisinin Mekke müşriklerini zorla inandıracak bir zorba olmadığını onlara bildirmesini ister.  

 

45- Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorla inandıracak bir zorba değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kaf Suresi 45)

 

Kaf Suresi Mekkelilere duyurulduktan sonra Mekkeli müşrikler iyice sarsıldılar. Zira bu surede anlatılanlar onların içlerinde saklayıp dışa vurmadıkları düşüncelerini dile getiriyordu. Yani kendilerine okunan Sure onlara tüm gizlilikleri bilen Rablerinin uyarısını bildiriyordu. Bunun üzerine iç çelişkisi geçiren müşriklerden yaklaşık 25 kişi davete olumlu cevap verdi ve safını Hz. Muhammed @ tarafından seçti. Saflarını değiştirmeye cesaret edemeyenler ise müşrik elitlere destek vermeye devam ediyorlardı.

6.1. Mekke’deki Yaşanan Siyasi Gerilimin Kaynağı

Mekke’de yaşanmakta olan krizin çevre ülkelere aktarılmasına devam edilmesi gerekiyordu. Tin Suresi ile verilen mesaja ek olarak Cenab-ı Hak Beled Suresini inzal etti. Bu sure ile Mekke içerisinde yaşanan siyasal gerilim dile getirildiği gibi gerilimin tarafları ile gerilimin nedenleri üzerinde durulur.

Bu surenin giriş mesajları Mekke’nin kuruluş ruhuna işaret eder. Cenab-ı Hak, Mekkelilerin yaşadıkları beldeye / şehre, bu şehrin kurucusu Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e ve Hz. Muhammed’e @ yemin eder. Bu yeminlerle Mekke’nin Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından kurulduğunu ve kuruluş hedefinde de insanlara takvayı / iyiliği / güzelliği / doğruluğu / dürüstlüğü / adaleti öğreten bir merkez olmasına vurgu yapılır. Gelinen noktada ise bu şehir yöneticilerinin kuruluş ruhundan uzaklaştığı, ama Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının kurucu ruhu savunduğu belirtilir. Şehirde yaşanmakta olan gerilimin taraflar arasındaki bu karşıtlıktan kaynaklandığına işaret edilir.

Cenab- Hak, Hz. Muhammed’e @ yemin ederken onun bu beldenin sakinlerinden olduğunu belirtmesi ile bu belde / bu şehir halkının onun aslını, nesebini ve bir ömür boyu kötü işlerden uzak ve temiz olduğunu ve bu yönüyle bu beldenin kuruluş ruhuna, kutsiyetine uygun olduğuna işaret etti. Böylece zımnen onun muarızlarının kötü karakterleri ve pis işleri ile bu beldeye ruh veren Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in öğretilerinden yani şehrin kuruluş ruhundan fersah fersah uzak olmalarının yanında onların bu şehrin / bu beldenin kutsiyetine de asla uygun olmadıkları ifade edilmiş olur;

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-3- Bu beldeye yemin ederim ki, / Bu beldenin kutsiyetine, kurucu ruhuna yemin ederim ki sen bu beldenin sakinlerindensin, (Bu beldeye ruh veren / Bu beldeyi kuran) Babaya ve oğula da yemin ederim ki, (Beled Suresi 1-3)

 

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail üzerine yemin edildikten sonra yani şehrin kuruluş ilkelerine bu iki seçkin peygamber üzerinden yemin edildikten sonra bu ilkelerin çiğnenmesi nedeniyle Mekkeli insanların içine düştükleri kriz ve bunalım ise müteakip ayette şöyle dile getirilir;

 

4-Biz insanı (Mekkelileri) gerçekten bir sıkıntı / kriz içinde yarattık. (Beled Suresi 4)

 

Müteakip ayetlerde ise bu krizin baş aktörlerinin müşrikler olduğuna işaret edilir. Onların şehrin kutsiyetini ihlal ettikleri gibi şehre kutsiyet veren ilkeleri tekrar ikame etmek isteyenlere karşı şiddet uyguladıkları ve yaptıklarından dolayı da kimsenin kendilerinden hesap soramayacağını söyleyerek meydan okudukları belirtilir. Onların Hz. Muhammed @ ve bağlılarına baskı ve işkence uygulamaları onların gözünü kör etmekte ve geleceklerini görmelerini engellemektedir. Onlar bu güçlü iktidarlarının hep böyle süreceğini ve kimsenin iktidarlarını devirmeye güçlerinin yetmeyeceğini vehmetmektedirler. Onlar, kendilerini dış ülkelere karşı savunmak için asıl kendilerinin Mekke’nin kutsiyeti ve kurucu ruhuna uygun davranış içerisinde olduklarını iddia ederek bu hususta yığın yığın mal harcadıklarını ileri sürerler. Velid bin Muğire gibi önde gelen müşrik önderler hac, Kâbe ve ibadet amaçlı törensel gösteriler için yaptıkları masrafları bu iddialarına delil olarak gösterirler. Fakat Cenab-ı Hak, onların yaptıkları bu harcamaların hayır ve iyilik için değil güç gösterisi ve gösteriş için olduğuna işaretle, kendisinin kimin hangi niyetle ve ne yaptığını gayet iyi gördüğünü ifade etti. Böylece onların iyilik yaparken bile içlerinde gösteriş, kendini üstün görme ve seçkincilik olduğuna işaret etti;

 

5-7- Kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor; “Ben, yığın yığın mal harcadım” diyor! O, kimsenin kendisini asla görmediğini mi sanıyor? (Beled Suresi 5-7)

 

Velid bin Muğire Mekke’nin en zengini ve zengin olduğu kadar da resmi anlamda en dindar kişiliklerinden biri idi. Kabe’nin tamiri sırasında en büyük yardımı yapmış, dini törenlerin sponsorluklarında en büyük katkıları yapmaktaydı. Yaptığı harcamalar halkı yoksulluktan kurtaracak, onları ayağa kaldıracak yardım ve iyilikler değildi. O daha çok işin törensel ve gösteriş boyutunda servetini harcıyor ve böylece üstünlüğünü perçinliyordu. O ve onun gibi olan Mekke müşrik önderlerin Hz. Muhammed’in @ hareketine gösterdiği şiddet nedeniyle çevre ülkelerden gelen tepkilere karşı kendilerinin çok iyiliksever olduklarını, Kabe’nin kurucu ilkelerine uygun hareket ettiklerini göstermek için bu harcamaları yaptıklarını ifade etmeye çalışıyorlardı. Halbuki onlar bu yaptıklarının Mekke’nin kuruluş ilkelerine aykırı olduğunu, yani iyiliğin de kötülüğün de ne olduğunu gayet iyi bilmekteydiler. Cenab-ı Hak, onların bunları anlayacak akıl, görüş ve bilgi birikimlerinin var olduğunu “iki göz, bir dil ve iki dudak verilmesi ile iki yol seçeneğinin verilmesi” ifadesiyle anlatır.

Onlar doğruyla yanlışı ayırt edebilecek olmalarına rağmen Kabe’nin kutsiyet ilkelerini takip etmenin kendilerine daha zor gelmesi nedeniyle onların zoru aşmaya talip olmadıklarını müteakip ayetlerde bildirilir. “Akabe” olarak isimlendirdiği “zorlu yolun” tercih edilmesi gerekli olduğunu vurgulayan Cenab-ı Hak, bu seçimin idari, sosyal ve ekonomik bunalımların aşılması için gerekli olduğuna işaret eder. Toplumsal krizleri ve bunalımları atlatmanın bedelinin zavallılara, yoksullara ve alt kademeye ödetilemeyeceği, herkesin taşın altına elini koyması gerektiği, ama, ileri gelenlerin bu noktada daha fazla bedel ödemesi gerektiği bildirilir. Bunların toplumsal yaşamda barış, huzur ve selamet için gerekli olduğu ve Kabe’nin kutsiyet ilkelerinin bunları gerektirdiği ama müşrik elebaşıların toplum için hiçbir fedakarlığa yanaşmadıkları ifade edilir. Toplumsal krizleri aşmanın yolunun zorluklara göğüs germekten, köleleri, zayıf, kimsesiz ve yoksulları boyunduruktan kurtarmaktan geçtiği belirtilir. Ayrıca zor zamanlarda ihtiyaç sahiplerinin geçimlerinin sağlanması, toplumun alt kesiminin durumlarının düzeltilerek insanca yaşama kavuşturulması ve bunun içinde sabırla, inançla, azimle, kararlılıkla ve merhametle yaklaşım yapılması gerektiği bildirilir.

 

8-17-Biz ona iki göz vermedik mi? Ve bir dil ve iki dudak? Ve ona iki yolu (iyilik ve kötülük yolunu) da açık-seçik gösterdik. Fakat o, “Akabe’yi” aşmaya /o sarp yokuşu aşmaya / zor olanı yapmaya çalışmadı.  “Akabe’nin” / o sarp yokuşun / zor olanın ne olduğunu sana ne bildirdi? O, Köle azat etmektir, / kişiyi boyunduruktan kurtarmaktır. Veya kıtlık gününde / zor zamanda yemek yedirmektir; Yakınındaki bir yetime, topraklara düşmüş / evsiz barksız / yurtsuz yuvasız / sürünen miskine, yoksula, işsize. Sonra da iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden / güçlüklere göğüs gerip acıları paylaşanlardan ve birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden / sevgi ve merhamet yumağı olmaktır. (Beled Suresi 8-17)

                                                       

Mekke’nin kutsiyet ilkelerini korumak adına zoru başarmayı çalışanların Hz. Muhammed’in @ tarafında saf tutanlar olduğu ve bunların sağ duyulu, doğru, dürüst ve ihlaslı güzel insanlar olduğu bildirilir. Hz. Muhammed’e @ karşı duran kişilerin ise sol / kötülük ehli / vicdansız / taş kalpli olduklarına vurgu yapan Cenab-ı Hak, son ayette o taş kalplilere verilecek cezanın kapalı kapılar içerisinde ateş azabı olduğunu bildirir.

 

18-20- İşte bunlar, meymenet [uğur-bereket-vicdan-sağduyu] sahibidir. Âyetlerimizi inkâr edenler de meş’emet [uğursuz-vicdansız-sol-taş kalpli] sahibinin ta kendileridir. İşte onların üzerlerine kapıları sımsıkı kapatılmış bir ortamda ateş vardır. (Beled Suresi 18-20)

 

6.2. Müminlerin Koruma Altında Olduğu Mesajı

Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed @ ve taraftarlarına yaptıkları işkenceler ve onların bu şiddete karşı destansı direnişinin haberleri çevre ülkelerde duyulmaya başlamıştı. ([3]) Bu haberlerin yayılmasında şiddeti anlatan ve uyarılar içeren sureler önemli rol oynamıştı. Bu surelerde işlenen sahneler, tasvirler ve bu tasvirlere karşı direnişin kıyamet metaforları ile süslenmesi ve bunların insanüstü bir maharetle beliğ bir lisanla anlatımı yayılan haberlere karşı ilgiyi daha da artırmıştı.

Hz. Muhammed @ ve taraftarlarına yapılan baskı ve şiddet haberlerinin çevre ülkelere yayılması adeta zifiri karalıkların sona erip aydınlığın başlayacağının bir işaretiydi. Çünkü şiddet döneminde semadan / yücelerden gelen bu ayet grupları / sureler Mekke’de bir şeylerin iyi gitmediğini, sorunların artık Mekke’nin kendi imkanları ile ve kendi içinde çözülmesinin imkânsız olduğunu gösteriyordu. İşte Cenab-ı Hak, Mekkeli müminlerin maruz kaldıkları baskı ve şiddeti insanlara göstermek için semadan / yücelerden gönderilen vahyi Tarık’a yani karanlığı delen parlak yıldıza benzetmekte ve onunla müşriklerin zulüm karanlıklarını ve işkenceleri gizleme gayretlerinin boş olduğunu anlatır. Onların bu kötü eylemlerinin çevre ülkelerce mutlaka öğrenileceğini ifade için Tarık Suresinin ilk ayetlerinde Semaya / yüce makama ve Tarıka / karanlığı delip geçen yıldıza / Vahye yemin eder. Cenab-ı Hak bu duruma işaret ederek karanlıkların kendi makamından gönderilen vahyin mesajları ile delindiğini artık aydınlanmanın başlayacağına işaret eder. 

Diğer taraftan da Tarık’ın gece gelen ve yürekleri ağza getiren bir vuruşla kapıyı çalan, bir diğer anlamıyla bu ayetlerin aslında müşriklerin yüreklerini ağızlarına getirdiğine de işaret etmektedir. Zira özellikle Habeşistan’da Mekke’deki işkenceler gündeme oturmuştur. Habeşistan Yönetimi Mekke’deki gelişmeleri yakından takip etmektedir.

 

Rahman, Rahim Allah’ın Adına

1-3- Semâ ve Tarık’a yemin ederim ki, Tarık’ın ne olduğunu sana ne bildirdi? O (karanlığı) delen bir yıldızdır. (Tarık Suresi 1-3)

 

Müşriklerin korkularını deşifre eden bu girişten sonra Cenab-ı Hak, hem müşriklerin yaptıkları şiddet ve işkencelerin gözlenmekte olduğunu hem de işkenceye maruz kalan müminlerin ilahi koruma altında olduğunu bildirir. Bu husustaki örneğini insanın yaratılışı ile açıklar; “Nasıl ki insan omurga ve göğüs kemikleri gibi çok korumalı bir ortamın arasından çıkan basit bir sıvıdan yaratılmış ise şu anda küçük, zayıf ve çaresiz gibi görünen müminler de korunacaktır. Tevhidi dünya görüşü hareketi bir gün bu zayıflıktan ve güçsüzlükten kurtulacak ve yeniden doğacaktır / yeni bir yaratılışla yaratılacaktır. Tıpkı kozmik kıyametten sonraki yeni yaratılış / diriliş gibi. O gün nasıl insanların tüm yapıp ettikleri, gizledikleri açığa çıkacaksa, hiçbir yardımcıları olmayacaksa ve karşı koymaya güçleri de yetmeyecekse, tevhidi dünya görüşü de hâkim olduğu zaman müşriklerin yaptıkları tek tek ortaya dökülecek ve hesap verecekleri o gün / fetih günün de onların hiçbir yardımcıları olmayacağı gibi karşı koymaya güçleri de yetmeyecektir.” İşte bu mesajların ayetlerle ifadesi;

 

4-10- Kuşkusuz insan, (ilahi) gözetim ve koruma altındadır. İnsan neden yaratılmış olduğuna bir baksın; O, omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, basit bir sudan yaratıldı. Onu ilkin yaratan Allah, elbette onu diriltmeye de / yepyeni bir yaratılışla yaratmaya da kadirdir. Gün gelir, bütün gizli haller ortaya dökülür. Artık onun için ne bir güç vardır ne de bir yardımcı. (Tarık Suresi 4-10)

 

Cenab-ı Hak, mukaddes değerler ile Kabe’nin kuruluş ruhunun geri geleceğini döneceğini ve Mekke’nin eskiden olduğu gibi bereketli, verimli maneviyat iklimi olacağını bildirmek için toprağın gökten gelen yağmur ile yarılıp yeşillikleri / bitkileri çıkardığına metafor yapar. Müteakip ayetlerde ise nazil olan vahyin kesinlikle doğru ve yanlışı, hak ile batılı, adalet ve zulmü birbirinden ayırdığını ilave ettikten sonra bu sözlerin boş söz olmadığını ve bu işin de şakasının olmadığını bildirir. Dahası Mekke müşrik elitlerin sürekli tuzaklar kurmalarına karşılık Cenab-ı Hakk’ın da onların tuzaklarını hep boşa çıkararak tevhidi dünya görüşünün zafere ermesi için yardım ettiğini, eninde sonunda müşriklerin kaybedeceğini müjdeler. Ayrıca bu değişim ve dönüşüm için elçinin şahsında tüm müminlerin biraz sabırlı olmalarını, aceleci davranmamalarını ve onlara kısa bir süre tanımalarını bildirir.

 

11-17- Dönüş sahibi semâya, yarılıp çatlayan arza yemin ederim ki, Kuşkusuz bu (vahiy), hakkı batıldan ayırıcı bir sözdür. O asla bir şaka değildir. / Boş bir lakırdı değildir. Onlar, tuzak üstüne tuzak kuruyorlar. Ben de onların tuzaklarını bozuyorum. Bu yüzden sen kâfirlere mühlet ver, sadece kısa bir süre…(Tarık Suresi 11-17)

 

[1]) NOT: Şiddetin ağırlaştığı döneme kadar Hz. Muhammed @ ın safına geçenlerin sayısının 175 civarında olduğu rivayetlerden çıkarılmaktadır. (A.A)

[2])Not:  Ebu Cehil, Velid bin Muğire ve Utbe bin Rebia gibi azılı müşrikler bile Muhammed @ ın teklif ettiği sistemin daha doğru olduğunu içlerinden geçirdikleri gibi bu düşüncelerini dışa bile vuruyorlardı.  Ama onlardan Ebu Cehilin yaptığı gibi ilahi öğretiyi reddetmek için Bizans ve İran/ Sasani imparatorlukları ile savaşamayacakları gerekçesini üretirken, Velid bin Muğire ise hem dindarlığına hem de zenginliğine rağmen bu peygamberliğe kendisinin seçilmemesi gerekçesini üreterek inkar yoluna sapıyordu. Kalpleri çok iyi bilen Rabbimiz aslında Muhammed’in @ haklı olduğunu bilmesine rağmen işkence korkusu nedeniyle şirkten vazgeçmeyen Mekkelilerin de içlerinde nasıl gerekçeler ürettiğini elbette çok iyi biliyor.

 

[3]) NOT: Bir ülkedeki siyasi bir harekete karşı o ülkenin iktidar sahiplerinin yapacağı şiddet, mutlaka diğer ülkelerin ilgisini çekecektir. Ülkelerin müttefiklikleri, dostlukları olduğu gibi düşmanlıkları ve birbirleri ile rekabetleri de vardır. Dost ve müttefik oldukları zaman bile birbirlerinin açıklarını her zaman yakalamaya çalışırlar ki en azından bu açıktan faydalanma fırsatını yakalasınlar. Allah toplumlar arasında böylelikle bir denge kurmuştur ki hak her zaman ayakta kalsın. Yoksa hak yeryüzünden silinir giderdi. (A.A)

6.3. Hz. Muhammed’e@ ilk fiili saldırı ve suikast girişimi

Mekke müşrik elitleri, zulümlerini sadece zayıflara uygulamaz, ileri gelenlere de şiddet uygulamaktan geri durmaz. Bir gün, Hz. Muhammed @ Kabe’de Mekkelilere yönelik yine bir konuşma yapmaktadır. Onlara Kabe’nin kurucu ruhunu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e inzal edilen ilahi öğretiyi anlatır. Mekke’nin kurtuluşunun bu ilahi öğretiye sahip çıkmakta olduğunu bildirir. Halihazırda ise Mekkelilerin Kabe’nin kurucusu iki peygamberin getirdiği öğretiden uzaklaştığını kendisinin çağırdığı öğretinin ise onların öğretisi ile aynı olduğunu belirtir. Kabe’nin Rabbinin öğretisi olan tevhidi dünya görüşüne dönmekten başka çarenin olmadığına vurgu yapar.

Fakat müşrik ileri gelenler ona şiddetle karşı çıktılar ve Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Muhammed’in@ getirdiği öğretinin uygulanması halinde fakirleşeceklerini ifade ettiler. Ayrıca kendisinin başlattığı harekât nedeniyle Mekke’de işlerin kötüye gittiğini, sosyal krizin derinleştiğini belirttiler. Siyasi karışıklığa dair haberlerin çevre kabile ve ülkelere yayıldığını ve bu gidişin Mekke için uğursuzluk olduğunu söylediler. Bu nutuklarına bir son vermediği takdirde kendilerinin daha sert tedbirler almak zorunda kalacaklarını ve bu işin kendisini ortadan kaldırmaya kadar varacağı ile tehdit ettiler.

Hz. Muhammed @ ise onlara ne Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ve ne de kendisinin getirdiği öğretinin, iyiliği öngörmek ve kötülükten sakınmanın dışında hiçbir menfi husus içermediğini bildirdi. Kendisinin Aziz (çok izzetli ve şerefli) ve Rahman (çok bağışlayan ve çok vergili) olan Allah tarafından hikmetli bir kitab / öğreti ile elçi olarak gönderildiğini ifade etti. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den sonra bugüne gelinceye kadar üçüncü bir peygamberin gelmemiş olması nedeniyle ilahi ilkelerin unutulduğunu söyledi. Şimdi ise kendisinin bu öğretiyi tekrar hatırlatmak ve uyarmak için gönderildiğini belirtti. Fakat Mekke’nin elitlerine kibire kapılarak bu öğretilere uymayı kendilerine yedirememiş olduklarını ifade etti. Hz. Muhammed @ ileri gelenlere bu inatları nedeniyle önlerini göremediklerini, gelecekte kendilerini bekleyen tehlikenin farkına varamayacak kadar körleştiklerini ve onlara yapılan hiçbir uyarının kar etmediğini belirtti. Kendisinin bu uyarıları kalpleri ölmemiş, uyarılara kulak verecek ve öğüt alabilecek kimseler için yaptığını da belirtti. Allah’tan korkan kuldan utanan ahlaklı insanların öğüt alıp kendilerini düzelteceklerini ve dirileceklerini söyledi.

Rahman Rahim Allah Adına

1-12-Ya Sin! (Ey insan!) Bu hikmetle dolu Kur’an kanıt olsun ki; Kesinlikle, sen Allah’ın elçilerinden birisin, Dosdoğru bir yol üzeresin, Bu Kur’an, Aziz (Kudret Sahibi) ve Rahim (Rahmet Kaynağı) tarafından indirilmiştir. Ataları uyarılmamış ve bu nedenle kendileri (doğru ile eğrinin ne olduğundan) habersiz kalmış bulunan insanları uyarmak için. (Fakat) And olsun onların çoğu üzerine söz hakk olmuştur. Çünkü onlar artık iman etmezler. Şüphesiz ki Biz onların boyunlarına çenelerine kadar öyle demir halkalar geçirdik ki böylece onların burunları havadadır. Ve Biz onların önlerinden bir set ve arkalarından da bir set çekip öyle bir kuşattık ki artık onlar hiçbir şey göremezler. Artık onları uyarsan da uyarmasan da onlarca birdir: inanmazlar. Sen, ancak o ilahi uyarıyı can kulağı ile dinleyen ve gayb de Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarırsın. İşte sen böylelerini (Allah’tan) bir mağfiret ve çok şerefli bir ödül ile müjdele! Elbette Biz, evet ölüleri Biz dirilteceğiz ve Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve arkada bıraktıkları eserlerini de Biz yazacağız. Zaten Biz her şeyi bir “imam-ı mübin”de (çok gelişmiş bir ana bellekte) kayıt altına almaktayız. (Yasin Suresi 1-12)

 

Aslında Müşrik elebaşılardan iblis rolündeki Ebu Cehil peygamberimize bir suikast hazırlığı yapmıştır. Hz. Muhammed @ Kabe’de bir konuşma yaptığı sırada tartışma yaratılacaktı. Tartışma kavgaya dönüştürülecek ve bütün oradaki müşrikler peygamberimize saldıracak ve kargaşa sırasında Hz. Muhammed @ öldürülecekti. Böylece o kim vurduya gidecekti. Bütün kabilelerden adamlar kavgaya karıştığı için doğrudan kimse suçlanamayacaktı. Haşimoğulları da bütün kabileleri karşısına alamayacaktı. Bu tartışma Ebu Cehil’in tasarladığı tuzağın uygulamaya konmasından başka bir şey değildi.

Bu tuzağa Tarık Suresinde işaret edilmişti. Bu nedenle Ebu Bekir (ra) sürekli teyakkuz halinde idi ve bir şeyler olacağından endişe ediyordu. O’nu yalnız bırakmaması gerektiğini biliyordu. Kabe’de tartışmanın başladığı ve Hz. Muhammed’in@ tuzağa çekilmeye çalışıldığı sıralarda o da Hz. Muhammed’i @ aramakta idi. Kabe’ye yaklaştığı sırada oradaki itişme, kakışma ve arbedeyi gören Ebu Bekir(ra) hemen grubun dikkatini çekecek çağrıyı yapar. Ebu Bekir(ra) yetişmiştir. Müşriklerin yarattıkları kavga ve saldırının hedefini değiştirmeyi başarır. Saldırıyı üzerine çekerek Hz. Muhammed’in @ kim vurduya götürüleceği suikasttan kurtulmasını sağlar. Ebu Bekir’in(ra) araya girmesi Ebu Cehil’in planını bozar. Dikkatleri üzerine çekmeyi başaran Ebu Bekir’e(ra) müşrikler topluca saldırdılar. Onu bayıltılıncaya kadar dövdüler ve öldü diye bıraktılar. O özellikle de Utbe b. Rebia’dan çok ağır darbeler almıştır.

Hz. Muhammed @ ise suikasttan kurtulmuştur. Ebu Bekir’i(ra) ise kabile mensupları alıp götürdüler ve tedavi ettiler. Ebu Bekir(ra) kendine geldiğinde ilk sorduğu soru “Hz. Muhammed @ nasıl? O’na bir şey oldu mu?” şeklindedir. Kendisine Hz. Muhammed’in @ sağ ve iyi durumda olduğunu söylediklerinde bu habere inanmadı ve kendi gözleriyle görmek için Erkam’ın(ra) evine kadar gitti. Peygamberimizi orada sağ salim olduğunu görünce rahat bir nefes aldı.

Kur’an bu olayın hikayesini “Habibün Neccar” olayı ile ilişkilendirerek ve isimsiz sadece remizlerle Yasin Suresinde anlattı. Kıssadaki önden gönderilen iki elçiyle Mekke’ye gönderilen elçiler olarak Hz. İbrahim Ve Hz. İsmail’i özdeşleştirilirken Hz. Muhammed @ ise üçüncü elçi ile özdeşleştirilir. Şehrin ileri gelenlerinden olan ve o şehir halkını elçilerin getirdiği öğretiye destek vermeye çağıran kişi ise Ebu Bekir(ra) ile metafor yapılmıştır.  Nasıl ki kıssadaki şehir halkının ileri gelenleri inat ve kibirleri yüzünden gönderilen elçilere katılma hususunda direniyorlarsa aynı şekilde Mekke müşrik elebaşılar da direnmekte ve uyarılara kulak asmadığı gibi kendilerini uyaran elçileri öldürmekle tehdit etmektedirler. Cenab-ı Hak ise o müşrik azgınların bu yaptıkları zulüm için onların üzerine gökten ordular göndermediğini / göndermeyeceğini çünkü buna gerek kalmayacağını zira bir mazlumun feryadının onları yıkıp yok etmek için yeterli olduğunu bildirir. Böylece Mekkeli müşrik elebaşıların da Hz. Muhammed @ ve O’nun taraftarlarına yaptıkları şiddet ve işkencelerden yükselen feryatların Mekke şirk sistemini söndürmeye yeteceği aşağıdaki ayetlerde şöyle ifade edilir;

 

13- 29- Sen onlara elçilerimizi gönderdiğimiz o şehir halkının kıssasını örnek olarak anlat. Hani Biz onlara iki elçi göndermiştik de onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncü elçi ile onları desteklemiştik de onlar: “Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz” dediler. Onlar da: “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman hiçbir şey indirmedi ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler. Onlar (elçiler) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bize düşen apaçık tebliğdir.” Onlar (o şehir halkı) dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, ant olsun ki, sizi öldüresiye taşlayacağız ve sizi çok şiddetli bir şekilde cezalandıracağız.” Onlar (Elçiler): “Sizin uğursuzluğunuz sizin kendinizden (yaptıklarınızdan / tutum ve davranışlarınızdan / anlayışınızdan) kaynaklanmaktadır. Yoksa size öğüt verilmesini mi uğursuzluk sayıyorsunuz? Aslında siz haddi aşmış bir kavimsiniz.” dediler. O sırada Şehrin ileri gelenlerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey kavmim! Elçilere Uyun! Uyun sizden hiçbir karşılık beklemeyen bu kimselere; çünkü onlar doğru yoldadırlar! Hem bana ne oluyor da beni yaratan Zata kulluk etmeyecekmişim? Dahası siz de sadece O’na döndürüleceksiniz. Ben, hiç O’nu bırakıp da başka ilahlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar dileyecek olsa, ne onlar (ilâhlar) bana zerre kadar şefaat edebilir ve ne de beni kurtarabilirler. Şüphesiz ki ben, o zaman (ilâhlar edindiğim takdirde) apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, sizin de Rabbiniz olana iman ettim. Haydi, kulak verin bana!” (En sonunda) ona “Sen cennetliksin!” denildi. (O da) Dedi ki: “Ne olurdu! Kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikramlara boğduğunu bir bilselerdi.” Ve onun ardından kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik; zaten bu adetimizden de değildi. Bir tek ses / sayha / feryat (Allah için iman edenlerin bir feryadı) yeter! Bir de bakmışsınız: Sönüp gitmişler...  (Yasin Suresi: 13-29)

 

Kendilerini uyaran, onları iyiliğe, güzelliğe, kurtuluşa çağıran elçileri öldürme tehditleri savuran ve suikast girişiminde bulunan bir toplum artık ölmek üzere bir toplumdur. Onları tekrar hayata döndürmek için şok tedavisi gerekmektedir. İşte Yasin Suresi adeta bir doktorun kalbi durmuş / ölmüş bir hastasını tekrar hayata döndürmek için gösterdiği çaba kapsamında hastanın kalbine uyguladığı şokları temsil eder. Ama bu şoklara rağmen onları hayata şu an için döndürmek neredeyse imkansızdır. Ancak vakti geldiğinde Allah o toplumu diriltecektir, tıpkı ahirette ölmüş kemikleri bile dağılıp toz toprak olmuş insanları dirilteceği gibi.

Yasin suresinin devamında Mekke müşriklerinin aklına / kalbine uyguladığı uyarıcı şoklar kimi zaman akıllara hitap şeklinde olur, kimi zamanda kalplerine korku salmak için tehditler şeklinde olur. Yaptıkları saldırıların karşılıksız kalmayacağı onlara bildirilirken tevhidi dünya görüşü hareketini asla bastıramayacakları, aksine onların yenilip hesap verecekleri aynı şok tedavisi kapsamında değerlendirilebilir.

Akla hitap edici şoklardan ilki olarak, yıkılışa doğru giderken Cenab-ı Hakk’ın onları kurtarması için gönderdiği elçilerin uyarılarını dikkate almayan toplumların yok olup gittiği ve bir daha onların tarih sahnesine dönmelerinin mümkün olmadığı belirtildikten sonra ancak ilahi öğreti ile tevhit olanların tekrar dirileceği, ahiretteki dirilişe işaretle ifade edilir. Bu hususta delil arayanlar için suyun hayatın kaynağı olması kanıtı verilir. Nasıl ki su hayatın devam etmesi için zorunlu ise toplumsal hayatın kaynağı da ilahi öğretidir ve toplumsal hayatın devamı için olmazsa olmazıdır.

 

30- 36- Yazıklar olsun o kullara ki, ne zaman kendilerine bir elçi gelmişse onu mutlaka alaya aldılar! Kendilerinden önce kaç nesli yok ettiğimizi ve bunların bir daha kendilerine dönüp gelemeyeceklerini görmüyorlar mı?  Ve görmüyorlar mı [sonunda] hep birlikte huzurumuzda toplanacaklarını? Delil mi istiyorlar? İşte ölmüş yeryüzü! Biz ona hayat veriyoruz ve ondan taneler çıkarıyoruz da ondan yiyip duruyorlar. Orada üzüm bağları ve hurmalıkları Biz var ettik ve yine orada pınarlar fışkırttık ki onunla yetişenlerin ve elleriyle ektiklerinin ürünlerinden yesinler. Buna rağmen hâlâ şükretmeyecekler mi? O’nun şanı ne yücedir ki; yeryüzünün tüm bitkilerini, insanların bizzat kendilerini ve hakkında henüz hiçbir bilgiye sahip olmadıkları şeyleri çifter çifter O yarattı. (Yasin Suresi: 30-36)

 

Müşriklerin akıllarına hitap ederek uyarıcı şoklardan ikincisi olarak, gece ile gündüzün sürekli yer değiştirmelerindeki ilahi yasayı toplumsal aydınlanmaya bir metafor olarak verir ve şirkin meydana getirdiği karanlığı mutlaka tevhidin getireceği aydınlığın takip edeceği belirtilir. İlahi öğretinin meydana getireceği aydınlanmanın kaçınılmaz olmakla birlikte zaman alacağı bunun bir süreç gerektirdiği ama şirk karanlığının tevhidi aydınlanmayı asla engelleyemeyeceği, yok edemediği / yok edemeyeceği vurgulanır. Nasıl ki kozmik evrendeki işleyiş Cenab-ı Hakk’ın koyduğu birtakım yasalara göre işliyorsa, aynı şekilde toplumsal yaşamda da O’nun koyduğu yasalar vardır ve toplumsal yaşam da bu yasalara uygun olarak şekil alır; 

 

37- 40- Onlara bir delil de gecedir ki; Biz ondan (geceden) gündüzü sıyırıp soyarız, birden karanlığa gömülürler. Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde. En yüce olanın ve her şeyi bilenin yaratması böyle olur işte! Ay için de birtakım safhalar, evreler tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski, kuru hurma salkımının çöpü gibi, kavisli hâle gelir. Ne Güneşin kendine Aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü örtebilir (yok edebilir). Zira, hepsi de bir yörüngede yüzerler. (Yasin Suresi: 37-40)

 

Cenab-ı Hak, müşrikleri uyarmak için üçüncü şok ihtarını hem akıllara hem de kalplerine yapar. Gemilerin Cenab-ı Hakk’ın merhameti sayesinde yüzdükleri kanıtı (benzetmesi) ile kavimlerin çeşitli yaşam kaynakları ile hayatlarını sürdürebildikleri ve bu yaşam kaynaklarını da gerek denizlerdeki gemilerle ve gerekse de çöllerde “çöl gemileri” olan develerle yaptıklarını belirtir. Arkasından ilahi öğretiyi dikkate almadıkları takdirde bu yaşam kaynaklarını kaybedecekleri tehdidinde bulunur. Bu tehdit kuru bir tehdit değildir. Zira müşrik ileri gelenlerin haram bölgede (serbest bölgede) / güvenli şehirde yaptıkları zulümler nedeniyle Mekke’nin güvenli bölge olma özelliğini yitirebileceği ve böylece ticaretin başka güzergahlara kayarak yaşam vasıtalarının yok olacağı şeklinde korku verilir;

 

41- 44- Bir delil daha onlara: Nesillerini dopdolu gemilerde taşımamızdır. (Nesilleri için yaşam vasıtalarını yaratmamızdır) Şüphesiz kendileri için de gemiye benzer binekleri yaratmamız da onlar için bir delildir. (Kendileri için diğer yaşam vasıtalarını da yaratmamız da bir delildir) Ve eğer Bizden bir rahmet ve bir zamana kadar yararlanma yoksa, Biz dilersek onları suda boğarız da (yaşam vasıtalarını yok ederiz de) o zaman ne feryatlarına koşan bir kimse bulabilir, ne de başka türlü kurtarılırlardı. (Yasin Suresi: 41-44)

 

Müşriklerin uyarılmasında kalplerine korku vermek amacıyla verilen şoklardan dördüncüsü onların sosyal adaleti bir kenara atmaları nedeniyle yıkıma uğramalarının kaçınılmaz oluşudur. Onlar tavır ve davranışlarına çeki düzen vermezlerse bu yıkım kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Zira onlara “davranışlarınıza dikkat edin ki merhamet olunasınız” diye ne zaman ihtar edilse onlar bu uyarılara kulak tıkarlar.  Dahası onlar kendilerine verilen rızıklardan muhtaçlara da harcayın denilse, onlar buna yanaşmamakta ve “Allah versin”, “Allah’ın doyurmadığını biz niye doyuralım?”, “Allah aç bıraktıysa vardır bir hikmeti”, vb. düşüncelerle yardımlaşmaya ve dayanışmaya karşı çıkmaktadırlar. Bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın verdiği rızıkları yoksullarla paylaşarak sosyal adaleti sağlamadıkları takdirde, toplumsal yıkımlarının çok ani olacağı ve bu yıkımın sadece ezilenlerin feryadına baktığı vurgulanır:

 

45-50- Onlara ne zaman: “Hem geçmişte yaptıklarınıza hem de istikbalde yapacaklarınıza dikkat edin! Böylelikle merhamet edilmeye layık olun!” denilse, yüz çevirirler. Ve ne zaman Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelse yüz çevirirler. Onlara ne zaman: “Allah'ın size lütfettiği rızıklardan, siz de muhtaçlar için harcayın” denilse, kâfirler müminlere şöyle derler: “Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim işimiz mi? Siz, ne sapıkça düşünüyorsunuz böyle?!” Ayrıca onlar “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen (tehdit) ne zaman?” diyorlar. Onlar birbiriyle çekişip durdukları sırada, kendilerini yakalayıverecek bir tek feryat onlara yeter! İşte o zaman ne bir vasiyette bulunabilirler ne de evlerine dönebilirler. (Yasin Suresi: 45-50)

 

Müşrikleri uyarmak için beşinci şok edici ihtar, ahiretteki hesap sorma ve infaz etme sahneleri örneği üzerinden yapılır. Ayrıca bu dünyadaki cezalandırmaya yönelik işaretler de ahirette yapılacak cezalandırma sahneleri ile verilir. Yani adeta ahiret sahneleri ile dünyada ki hesaplaşma sonundaki sahneler çakıştırılarak anlatılır. Bir gün gelecek düdük çalınacak, mücadelenin sonu gelmiş olacak ve insanlar uyanacaklar. Bütün cahiller Hz. Muhammed’in @ çağrısına uyarak Rablerinin öngördüğü sisteme doğru akın edecekler. İşkence ve şiddete maruz kalanların feryat ve çığlıkları işi bitirmiş olacak ve toplumsal inkılap gerçekleşmiş olacak. Herkes artık hesap vermek için toplanacak. Hz. Muhammed @ taraftarları işkence ve acılardan kurtulmuş, saadete ermiş olacaklar. Zalimler yaptıkları zulümleri de asla inkâr edemeyecek, gizli saklı yaptıkları bile açığa çıkacaktır. Çünkü bu zulümleri yaparken yanlarında bulunan ve elleri, ayakları mesabesinde olan köleler, hizmetçiler ve yardımcıları kendilerini ihbar edecektir. Dünyadaki sahneler böyle olmakla birlikte ahiretteki nihai hesaplaşma ve cezalandırma bu dünyadaki azap sahneleri ile kıyas bile kabul edilmeyecek korkunçlukta olacaktır. Kur’an bunu şöyle anlatır:

 

51-65- Derken Sur’a üflenmiştir. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rabblerine doğru akın ediyorlar. Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı / uyandırdı? Bu, Rahman’ın vadettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylemişler” dediler. Sadece bir tek çığlık; olan bitenin hepsi bu! İşte herkes duruşma için toplanmış. Artık bugün, kimseye zulmedilmez. Ve sadece yapmış olduklarınızdan sorgulanacaksınız. Gerçekten bugün cennetlikler, zevk ve eğlence içindedirler. Kendileri ve eşleri / dostları gölgeler içinde koltuklar üzerine kurulmuşlardır. Orada her türlü refaha sahip olacaklar ve arzuladıkları her şey de onlara sunulacaktır. Rahmeti sonsuz olan Rabbin sözüyle gelen tarifsiz bir mutluluktur bu. (Rabbinden gelen bir selam yani barışı ve selameti getirecek bir sistem önerisidir bu.) Fakat “Ey günahkârlar! Bugün, şöyle siz ayrı durun bakalım!” (denilecek) Ben; “Ey âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık bir düşmandır ve yalnız Bana kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve ant olsun ki o (şeytan) sizden birçok nesilleri saptırdı.” diye size emretmemiş miydim? Hiç aklınızı kullanmaz mıydınız? İşte tehdit edildiğiniz cehennem!  İnkâr edip durduğunuz şeyler nedeniyle hadi bugün yaslanın ona! Bugün Biz onların ağızlarına mühür vururuz; Bize elleri konuşur, ayakları da yaptıkları şeylere şahitlik eder. (Yasin Suresi: 51-65)

 

Cenab-ı Hak, müşrikleri ikaz ederken onlara doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt edebilecek yeteneklerle (akıl, vicdan, temyiz, anlama, irade vb.) donattığını ve bu yeteneklerini kullanması gerektiğini belirtirken tüm işledikleri cürümlerine rağmen yine de kavrama yeteneklerinin tamamen köreltilmediği hala bunları kullanarak doğru yolu tercih edebileceklerine vurgu yapar. Diğer taraftan bu yeteneklerin zaman geçtikçe körelmesini ise her türlü yeteneklere sahip insanların zamanla ihtiyarlaması ve sahip olduğu yeteneklerini kaybetmesine benzetme yapar. Bu benzetme ile müşriklerin doğru yolu tercih etmede gevşeklik göstermeleri halinde zaman geçtikçe bu yolu tercihlerinin daha da zorlaşacağı zira gönül gözlerinin zamanla körleşeceğine işaret eder. Ayrıca bazı müşriklerin Hz. Muhammed’in @ şair olduğu hakkında kendisine atılan iftiraya inanmalarına bir cevap olması için onun şair olmasının mümkün olmadığını en iyi onların gördüğünü ifade eder. Dahası vahşi hayvanlar Cenab-ı Hakk’ın öğrettiği metodlarla nasıl evcilleştiriliyorsa vahşi bedevi Arapların da ilahi öğreti ile aynı şekilde medenileştirilip insanlığa faydalı hale getirileceği vurgusunu yapar. ([1]

 

66- 73- Eğer Biz dileseydik, onların görüp kavrama yeteneklerini iyice köreltirdik de (hayvanlar gibi) yola dökülürlerdi (sevk-i tabi); o takdirde nasıl göreceklerdi? (idrak edeceklerdi?) Ve eğer böyle olmalarını dileseydik, mutlaka onları mevcut hallerinden başka bir hale dönüştürürdük; o takdirde de ne ileri gitmeye ve ne de geri dönmeye güç yetiremezlerdi. Biz kime uzun ömür verirsek, onun doğuştan gelen yeteneklerinde eksiltme yaparız. (Böylece idraklerini kaybederler) Buna rağmen hâlâ akıllarını kullanmayacaklar mı? Biz ona şiir öğretmedik. Bu onun için uygun değildir. O, sadece diri olanları uyarmak ve kâfirlerin üzerine Söz’ün hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Şunu da görmediler mi?; Ellerimizle yaptığımız eserlerden kendileri için evcil hayvanlar yarattık da bu sayede onlara sahip bulunuyorlar. Dahası onları emirlerine amade kıldık ki; onlardan hem binek edinirler ve hem de yerler.  Onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi: 66-73)

 

Maddi alemin Cenab-ı Hak tarafından insana secde etmesine (emre amade kılınmasına) rağmen insanın Allah’a değil de kendisi gibi yaratılmışlara ve kendi emrine verilen yaratılmışlara / maddi aleme kul olmasının yaman bir çelişki olduğu belirtilir. Halbuki o edinilen tanrılar, ortaklar ve otoriteler kendilerine tapan kullarına asla yardım da etmezler. Hatta onlar yardım etmek isteseler de yardım etmeye güçleri yetmez. Ama buna rağmen onlar o şirk otoritelerine hazır kıta askerliğini yaparlar, onların emrine oynarlar. Bu gerçekten akıl almaz bir çelişkidir;

 

74- 75- Ne ki onlar, tuttular, Allah'tan başka tanrıların peşine düştüler ki, güya yardıma nâil olacaklar! Onlar, onlara yardıma asla güç yetiremezler. Aksine kendileri onlar için hazır askerlerdir. (Yasin Suresi: 74-75)

 

Surenin sonunda ise Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed @ ve müminlere moral verir. Bütün inatlarına, direnişlerine rağmen cahil, barbar, geri ve ölmüş Arap toplumundan medeni, canlı, diri bir toplum yaratmanın her türlü yaratmayı bilen Cenab-ı Hak için çok kolay olduğu vurgulanır. O’nun için Diriliş ve hesap günü de çok kolaydır ve O isterse bu dirilişi hemen gerçekleşebilir. Ama her şeyin bir zamanının olduğu ve bir hikmete göre gerçekleştiği belirtildikten sonra Cenab-ı Hakk’ın eninde sonunda bu toplumu kendi öğretisine döndüreceği bildirilir. Bir damla sudan kendisine bile hasım kesilecek insanı yaratan Cenab-ı Hak, ahirette bütün insanları yeniden yaratacağı gibi, ölmüş Mekke toplumunu da bu dünya da diriltmeye güç yetirir. O, bir şeye “ol” dedi mi o şey hemen oluverir. Bu nedenle müminlerin endişelenmemesi için Mekke toplumunun, tevhidi dünya görüşüne mutlaka döndürüleceğine işaret edilir. Onlara adeta şöyle seslenilir;

“Sizler Hz. Muhammed’i(ra) ateş karakterli olmadığı için O’nun liderliğini kabul etmediniz ama nasıl ki serinlik veren yeşil bitkileri ateş veren haline getiriyor isek yeşil bitki misali sakin bir şahsiyet (Hz. Muhammed @) yarın ateş haline nasıl getirilecek, siz o zaman görürsünüz. Gökleri ve yeri yaratan onun benzerlerini de yaratmaya kadirdir. Daha önce çok büyük medeniyetleri yaratan bundan sonra onlar gibi büyük medeniyetler yaratmaya kadirdir.”

 

76- 83-Artık onların sözü seni üzmesin. Unutma ki Biz, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da biliyoruz. O insan görmez mi ki, Biz kendisini bir damla sudan yarattık, fakat şimdi o, apaçık bir hasım olup çıktı. Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize (hasımlığının) örneği olarak: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”  De ki: “Onları ilk defa kim yoktan var ettiyse O hayat verecek. Zira O, her türlü yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Bu sayede siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir! Zira O, her şeyi çok iyi bilen mükemmel bir yaratıcıdır. Şüphesiz ki, O, bir şeyin olmasını dilediğinde, onun için sadece ona “Ol!” demesi yeter; o da hemen oluşuverir. Her şeyin melekûtu (tasarrufu, hükümranlığı) kendi elinde olan (Allah) her türlü noksanlıklardan uzak ve yücedir.  Sonunda hepiniz yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Yasin Suresi: 76-83)

 

6.4. Mekke Toplumunda Çatlak

Kâbe merkezli olarak Hz. İbrahim tarafından kurulan tevhit sistemi, toplumda birlik, beraberlik ve dirlik öngörürken şirk sistemi toplumun parçalara bölünmesini, bireyselleşmesini ve parçaların birbiri ile rekabetini ve çatışmasını öngörmektedir. Kabe’nin kuruluş ilkelerini arkalarına atmış olan Mekke müşrikleri şirk sistemi ile tevhidi düzeni bozmuşlar ve Mekke toplumunda anarşi, vahşet ve parçalı yapılar meydana getirmişlerdir. Toplumun birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunu kaybetmesi, toplumda dirlik, düzenlik ve huzurun da kaybolmasına sebep olur. Bir toplum atomize parçalara ayrılacak ve bütün parçalar birbiriyle rekabet ve çatışma içerisine girecek olursa o takdirde, toplumun kıyameti de yakın demektir.

Şirk nedeniyle bozulan bu düzenin yerine toplumda birlik, beraberlik ve merhamet ekseninde barış, huzur, güven ve istikrar düzenini yeniden getirmek için ortaya çıkan Hz. Muhammed @ ve taraftarları ise müşrik elebaşılar tarafından şiddete maruz bırakılmışlardır. Onların uyguladıkları şiddet ile Mekke’deki siyasi kriz o kadar büyümüştür ki artık krizin haberleri Mekke’nin sınırlarını aşmış ve tüm çevre kabilelere ve ülkelere ulaşmıştır. Güvenilir / haram / serbest bölge olarak ün kazanmış şehir artık güven, barış, huzur ve istikrarı savunanların işkencelere tabi tutulduğu şehre dönüşmüştür. Mağdurlar bu şehirden hicret etmeyi düşündükleri ve iltica edecekleri ülke aradıklarına ilişkin haberler çevre ülkelere yayılmıştı. Cenab-ı Hak, Mekke’nin içine düştüğü bu durumu, ayın / kamerin yarılması ya da çatlaması ([2]) ifadelerinin mecazi manasını kullanarak anlatır ve böylece bu bozulmanın Mekke’nin çevre kabile ve ülkeler nezdindeki itibarının / karizmasının çizildiği ve Mekke için kıyamet saatinin yaklaştığını bildirir. Ama Mekke müşrik elitleri, Mekke’deki bu toplumsal bozulma / kriz / çatlak olduğunu bir türlü kabul etmezler. Onlar Mekke’nin sonunu getirecek bu toplumsal krize / çatlağa işaret eden Hz. Muhammed’i@ ve bu hususta inzal olan ayetleri şiddetle reddederler. Bu ayetleri toplumu etkileyen büyü olarak niteler ve “geçmişten beri toplumlar bu büyüleyici sözlerle aldatılmaktadır” derler. Halbuki Hz. Muhammed’in@ işaret ettiği bu toplumsal yasa eninde sonunda tecelli edecek ve ısrar edildiği takdirde şirk sisteminin yarattığı toplumsal kriz ile Mekke’nin yıkılması kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Bu hususlar Kamer Suresinin başlangıç ayetlerinde şöyle ifade edilir;

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-3- O saat yaklaştı. Ve ay yarıldı. / çatladı. Onlar bir ayet görseler hemen yüz çevirirler ve “bu öteden beri süregelen / geçici bir büyüdür” derler. Onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Oysa her iş / emir 'sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır / gerçekleşecektir.' (Kamer Suresi 1-3)

 

Halbuki Mekke müşriklerine şirk sisteminden vazgeçmeleri konusunda kaç kere uyarı yapılmış idi. Şayet onlar yanlışta ısrar edecek olurlarsa, bunun bedelinin ağır olacağına ilişkin ikazlar yapan ayetler gönderilmişti. Fakat onlara bu uyarılar etki etmedi. Ama sonunda kimsenin hayal bile edemediği bir gün gelecek ve o gün peygamberimizin görevlendirdiği davetçinin çağrısına Mekkeli müşrikler yenilmiş, yüzleri kararmış olarak icabet edecekler. Ve o gün onlar için çok zorlu bir gün olacaktır. Mekkelileri tekrar tehdit eden bu uyarı mesajları, müteakip ayetlerde şöyle inzal edilmiştir;

 

 4- 8- Halbuki onları (bu tutumlarından) vaz geçirecek haberler bulunan bir mesaj da gelmişti. Hem de hedefe tam ulaştıracak hikmetli mesajlar. Fakat buna rağmen uyarıların hiçbir yararı olmadı. O hâlde onlardan yüz çevir. Bir davetçinin asla kimsenin tasavvur edemeyeceği o şeye çağıracağı gün, (İşte o gün) onlar yılgın ve bitkin gözlerle darmadağın çekirgeler gibi mevzilerinden çıkacaklar. (Ve) O davetçiye doğru panik içerisinde seğirtecekler ve o inkâr edenler “Bu, zor bir gündür” diyecekler. (Kamer Suresi 4-8)

 

6.5. Kıssalar Üzerinden Mekke Müşriklerinin Yanlış Yaptıkları Konusunda Uyarılmaları:

A- Nuh Kıssası

Tıpkı Hz. Nuh’un@ kendi kavmi tarafından yalanlanıp kendisine deli/ cinlenmiş / büyülenmiş dedikleri gibi Mekkeli müşrik elebaşılar da peygamberimize aynı muameleyi yaptılar. Dahası yaptıkları şiddet uygulamaları ile insanların Hz. Muhammed @ taraftarı olmalarına engel oldular. Hz. Muhammed @ de Hz. Nuh’un@ yalvardığı gibi Cenab-ı Hakk’a “elinden bir şey gelmediğini ve yardım etmesi” için yalvardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak rahmetinin kapılarını açtı. Mekke’deki zulmün feryat mesajlarını inzal ettiği surelere nakşetti ve bu mesajların Habeşistan’a, Şam’a, Mısır’a ve çevre kabilelere ulaşmasını sağlayarak müminlere yardım elini uzattı.

Çevre ülkelerin yöneticileri Mekke’deki siyasi ve sosyal buhrandan haberdar oldular. Özellikle Habeşistan kralı Necaşi bu gelişmelere çok ilgi duydu ve daha detaylı bilgiler almak için adamlarını Mekke’ye kadar gitmeleri için vazifelendirdi.

Cenab-ı Hak, elçisini ve müminleri müşriklerin elinden kurtarmak, müşrik sistemi yok etmek ve elçisinin önderliğinde ilahi sistemi egemen kılmak hususlarında verdiği sözü yerine getirmek için tüm imkanları seferber edeceğini Hz. Nuh@ kıssası üzerinden anlatır. Nasıl ki O Hz. Nuh’a@ yardım için yerin ve göğün kapılarını açmış ve gökten rahmet / yağmur ve yerden pınarlar fışkırtarak bu rahmet suları O’nun vaadini yerine getirmek için el birliği ettilerse Hz. Muhammed @, için de yeryüzündeki iman etmiş halk tabakaları ile gökyüzündeki melaike / yüksek makamlardaki iman ehli melikler, yöneticiler bir araya gelip O’nun vaadini gerçekleştireceklerdir. Çevre ülkelerden gelen olumlu haberler bu ilahi ihbarın doğruluğunu da teyit etmektedir.

Nasıl ki Hz. Nuh @ ve taraftarları çivi ve levhalardan meydana gelmiş bir gemiye binerek boğulmaktan kurtuldularsa aynı şekilde Hz. Muhammed @ ve taraftarları da Kur’an levhalarının içerdiği mesajların çivi gibi sağlam ilahi esaslarla birbirine bağlanarak oluşturulacak İslam gemisine binerek kurtulacakları ve müşriklerin büyük bir azaba duçar olacağı vurgulanır. “Geçmiş tarihi olaylardan ders alan yok mudur?” diye de arafta kalan Mekkelilere çağrı yapılır; 

 

9-17- Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O, cinlenmiştir / delidir” dediler. Ve onun hareketi engellenmişti. Bunun üzerine o (Nuh) Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım et!”  Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş / emredilmiş bir iş üzerine birbirine kavuştu. Onu (Nuh’u) da nankörlük edilen kişiye bir mükâfat olmak üzere, korumamız / gözetimimiz altında akıp giden levhâlar ve çivilerle oluşmuş olan (gemi, sal) üzerinde taşıdık. Ve and olsun Biz, bunu bir ayet olarak bıraktık. O halde var mı ibret alıp düşünen? Peki Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?  Andolsun Biz Kur’an’ı düşünme / öğüt için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer Suresi 9-17)

B- Hud Kıssası

Ad kavminin Hz. Hud’u @ yalanlaması ve taraftarlarına çok kötü davrandıkları gibi Mekkelilerde Hz. Muhammed’e @ ve taraftarlarına aynı şekilde çirkin muamelede bulunmuşlardı. Cenab-ı Hak müteakip ayetlerde anlattığı kıssada onların elçisine ve müminlere reva gördükleri kötü ve çirkin muamelenin karşılıksız kalmayacağını bildirir. Tıpkı inkârcı Ad kavminin üzerine çöken kara bulutlar ve şiddetle önüne kattığı şeyleri saçıp savuran kasırga gibi Hz. Muhammed @ ve müminler de Mekkeli müşriklerin üzerine karabulutlar gibi çökecekler, bir kasırga gibi esecekler ve onları hurma kütükleri gibi devirip savuracaklarını sembolik olarak aşağıdaki ayetlerle anlatır;

 

18-22- Ad da yalanladı. Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?  Şüphesiz Biz onların üstüne, kapkara bir günde gürültülü bir kasırga gönderdik. İnsanları öyle savuruyordu ki; sanki onlar kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibiydiler. Peki Benim azabım ve uyarılarım nasılmış? And olsun Biz Kur’ân’ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer Suresi 18-22)

C-Semudlular kıssası

Cenab-ı Hak, tarihteki Semud kavminin başına gelenlerin kıssası ile Mekkelilerin durumunun da onlara çok benzer olduğunu şöyle anlatır;

“Tıpkı Semudlular gibi Mekkeli müşrik ileri gelenler de şirk sistemini terk etmeleri ve tevhid sistemine geçmeleri hususunda Allah’ın uyarıcı olarak gönderdiği Hz. Muhammed’i @ inkar etmişlerdir. Onlar Allah’ın kızları olan melekleri ilah olarak ve kendilerini de bu ilahlarının yeryüzündeki temsilcisi olarak görmeleri nedeniyle kendilerini halktan ayrı ve seçkin olarak görüyorlardı. Yönetimde de kendilerini tam yetkili olarak addediyorlardı. Tanrılar adına hareket ettiklerinden hiç kimseye hesap vermeyecek yetkiye haiz yani tam sorumsuzluk makamında addediyorlardı. Fakat şimdi halkın arasından çıkmış birisi üstelik onların dertleriyle dertlenen, onlarla aynı sofrayı paylaşan, onlarla birlikte hareket eden birisi, müşrik ileri gelenlere seçkin ve tanrı pozisyonlarından ayrılıp halkın arasına karışması gerektiğini, halka merhametli davranılması gerektiğini, herkesin Allah’ın kulu olduğunu ve toplumda birlik, beraberlik ve dayanışmanın olması gerektiğini söylüyordu. Onlar ise bu teklifi şiddetle reddettiler ve kendini halktan birisi olarak gören Hz. Muhammed’in @ getirdiği ilahi öğretiye boyun eğmeyi asla kabul etmediler. İlahi öğretiyi tercih etmenin bir delilik olacağını hatta tanrı ve/veya tanrının temsilciliği makamlarını terk etmelerini istemenin bir küstahlık olduğunu ve hele de bunu Allah’ın bildirgesi olarak söylemenin de bir yalancılık olduğunu söylediler.”

            “Hz. Muhammed@ ise Mekkelilere ‘gelecekte büyük bir yıkımla karşılaşılmaması için sosyal adaleti tesis etmeleri gerektiğini, yoksulları (dişi deve metaforu) gelir dağılımında (su nöbeti metaforu) dikkate almalarını ve onların ayakta kalmalarını sağlamanın Cenab-ı Hakk’ın emri olduğunu’ söyledi. Fakat tıpkı Semudlu azgın çetelerin dişi devenin ayaklarından keserek onun yaşamasına imkân tanımadıkları gibi Mekkeli müşrik azgınlar da toplumun zayıf ve yoksullara gelir dağılımından pay vermeyerek / gelir kaynaklarından yoksun bırakarak onların hayat damarlarını kesiyor ve ayakta kalmalarına mâni oluyorlardı. Dahası Hz. Muhammed’in @ safına geçenlere ise eziyet, işkence ve katliamlarla hayat hakkı bile tanımıyorlardı.”

Ama tıpkı Semudlulara vurulan darbe gibi Mekke’nin azgınlarına da öyle bir darbe vurulacak ki çer çöpe / kırılmış, kurumuş fidanlara döneceklerini Kur’an daha o zaman ihbar eder;

 

23-32- Semud da o uyarıları yalanladı: “Bizden biri olan bir beşere mi? Biz, ona mı tâbi olacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik / çılgınlık etmiş oluruz” dediler. “Zikir / hakikatı hatırlatma / gerçeği gösterme, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır, aksine o, çok yalancı, küstah / şımarığın birisidir.”  Yarın onlar çok yalancı, küstah / şımarığın kim olduğunu bileceklerdir. Muhakkak ki, onlara fitne (imtihan) olsun diye o dişi deveyi gönderen Biziz. Artık onları gözle / akıbetlerini bekle ve sabret. Ve onlara o suyun, kendi aralarında pay edilmiş olduğunu haber ver; Her kesim / sınıf sudan, nöbetleşe payını alsın. Derken onlar (çete başı olan) arkadaşlarına seslendiler. Kafa kafaya verdiler… ve nihayet o, (deveyi) inciklerini / ayaklarını / dayanak noktalarını ([3]) keserek yere serdi. / yıktı / öldürdü. Peki, azabım ve uyarılarım nasılmış? Şüphesiz Biz onlara tek bir darbe (sayha) vurduk ve bir çiftliğin kurumuş, kırılmış fidanlarına döndüler. And olsun Biz Kur’an’ı düşünme / öğüt için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer Suresi 23-32)

 

D-Lut kıssası

Hz. Lut@ kıssası ile verilen örnek ile Mekkeliler arasında kurulan paralellik ise şöyle özetlenebilir;

Tıpkı Lut’un@ konuklarını Hz. Lut’un@ evinden almak isteyen azgınlar örneğinde olduğu gibi Hz. Muhammed’i@ ziyaret etmek isteyen yabancı misafirleri de Mekkeli müşrikler zorla alıkoyuyorlardı. Hz. Muhammed’in @ mücadelesi çevre kabile ve ülkelerde duyuldukça söz konusu çevre kabile ve ülke yöneticileri temsilcilerini Mekke’ye gönderiyor ve Hz. Muhammed @ ve tevhidi dünya görüşü hakkında bilgi almaya çalışıyorlardı. Mekke müşrik ileri gelenleri ise Mekke içinde yaşanan bu gelişmeler hakkında dış çevrelerin bilgi sahibi olmasını istemediklerinden Hz. Muhammed@ ile görüşmeye gelenleri engelliyorlardı. Örneğin Ebuzer Gifari’nin Hz. Muhammed @ ile görüşmesi Ali’nin(ra) planı sayesinde Mekke müşriklerini atlatarak gerçekleşmiş olduğu rivayeti meşhurdur. Ayrıca Hz. Muhammed @ ile görüşmek isteyen ve kendisini bu amaçla ziyarete gelen birçok kişiyi Mekke müşrikleri korkuttular, baskı yaptılar veya “deli, şair, büyücü vb.” ifadelerle peygamberimizle görüşmemeleri hususunda onları kandırdılar.

Halbuki Mekke müşrik elitleri Mekke’deki hareketin çevre kabile ve ülkelerdeki yansımalarını göremiyorlardı. Azgınlıkları onların gözlerini kör etmişti. Değişen dengeleri göremiyorlardı. Hz. Muhammed’in @ hareketi sınır aşan bir boyut kazanmıştı. Her taraftan onu ziyarete gelen kimselerin merak ettikleri hususların kendilerinin başına nasıl çorap öreceğini kestiremiyorlardı. Onlar, bu hareketlerinin kendilerine uluslararası baskı olarak döneceğini fark edemiyorlardı. Tıpkı şehvetin Lut Kavmi azgınlarının gözünü kör etmesi gibi Mekke müşrik elitlerinin hırsları da onların gözünü kör etmişti. Sonunda belalı bir fırtına misali müminlerin Mekke müşriklerinin üzerlerine geleceklerini Cenab-ı Hak ihbar eder ve onları ibret almaya Lut @ kıssası üzerinden davet eder; 

 

33-40- Lut kavmi uyarıları yalanladı. Biz, onların üzerine belalı bir fırtına gönderdik. Ancak Lut ailesini seher vakti kurtardık. Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız. Andolsun (Lut), onları Bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları kuşku ile karşıladılar. Andolsun ki onlar onun konuklarını elde etmeye kalkıştılar. / kötü emelleri için baskı yaptılar. Biz de gözlerini siliverdik: “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” Ve andolsun sabah erkenden, onları kararlı bir azap bastırıverdi: “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” And olsun Biz Kur’ân’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer Suresi 33-40)

 

E- Firavun Kıssası

Firavun misali Mekkeli müşrik elitler de kendilerini çok güçlü, örgütlü ve donanımlı görüyorlardı. Daha da önemlisi Kureyşlilerin “ehlullah” namıyla ünlenmeleri nedeniyle de kutsal bir dokunulmazlık sahibi olduklarını düşünüyorlardı. Böylece hiçbir gücün kendilerine dokunamayacağına ve güç yetiremeyeceğine inanıyorlardı. Hz. Muhammed @ yanlılarının çevre ülke ve kabilelerce desteklenme durumlarından korkmuyorlardı.  Çevreden gelen yoğun görüşme taleplerini önemsiz görüyor ve ciddiye almıyorlardı.

Cenab-ı Hak, onların bu düşüncelerinin yanlış olduğunu ve hiçbir dokunulmazlıklarının olmadığını vurguladı. Ayrıca Firavun ordusu metaforunu kullanarak onların Firavun ordusundan asla daha güçlü olmadıklarına işaret ederek onların bile zamanında yenilip yok olduktan sonra Mekke müşriklerinin de hem de yakın bir zamanda yenileceklerini ihbar etti.

 

41-45- Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcılar gelmişti. Onlar bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları karşı konulmaz kudretle yakaladık! Şimdi söyleyin (ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı güçlüdür! Yoksa ilahî kitaplarda sizin dokunulmaz olduğunuz mu kayıtlı? Yoksa onlar, “Biz birbirine yardım eden / örgütlü bir topluluğuz, (her halükârda) galip geliriz” mi diyorlar? Yakında o topluluk (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönerek kaçacaklardır. (Kamer Suresi 41-45)

 

Nasıl ki kıyamet mutlaka kopacak ve suçlular, zalimler ve azgınlar o gün çok acı bir cehennem azabı ile karşı karşıya kalacaklar ise Mekke müşrik ileri gelenler de sonunda tamamen yıkılıp tarih olacaklar ve o yıkılış günü onlar için çok feci bir gün olacaktır. Kendilerini çok güçlü ve kimsenin kendilerine güç yetiremeyeceğini zanneden gururlu ve kibirli Mekke müşrik ileri gelenleri için o gün çok acı bir azap olacaktır. Zira onların yaptıkları zulüm ve kötülükler tek tek kayıt altına alınmakta ve günü gelince de bu yaptıklarının hesabı tek tek sorulacaktır.

Diğer taraftan tıpkı kozmik ahirette müminler Cenab-ı Hakk’ın krallığında yerleştirilecekleri onurlu sadakat makamlarında müreffeh bir hayat yaşayacakları gibi çok yakın bir gelecekte / göz kırpması gibi kısa bir zaman içerisinde Hz. Muhammed’in @ peygamberlik saltanatında saadet asrını yaşayacaklarına işaret edilir;

 

46-55- Aslında onlara vaat edilen, o son saattir. O son saat cidden daha feci ve daha acıdır. Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Tadın bakalım Sekarın / ateşin dokunuşunu!” Şüphesiz ki, Biz her şeyi bir kader (ölçü)ile yarattık. Ve buyruğumuz, ancak, göz kırpması gibi bir tekdir. Ve and olsun Biz, sizin benzerlerinizi helâk ettik. O halde var mı bir düşünen? Ve onların işledikleri her şey, yazıtlardadır. (kayıtlardadır.) Küçük, büyük, hepsi satır satır yazılmıştır.  Hiç şüphesiz takvâ sahipleri cennetlerde ferahlık ve aydınlık içerisindedirler. Çok Güçlü Kralın yanında onurlu makamlardadırlar. (Kamer Suresi 46-55)

 

[1]) Not: Ebu Cehil, vahşi bedevi Arap kabilelerin ancak şirk sistemini kabul edecekleri, tevhit sistemine asla razı olmayacakları iddiasına karşılık, onların ilahi öğreti ile vahşiliklerinin medeniliğe evrileceğine yapılan atıf (A.A)

[2] ) Not: “Şakk” sözcüğü, bir elmayı böler gibi bir şeyin ikiye, üçe bölünerek ayrılması anlamına değil, bir şeyin üzerinde yarıkların, çatlakların oluşması anlamına gelmektedir. Aynı sözcük, Bakara/74, Meryem/90, Rahmân/37, Hâkka/16, Abese/26 ve İnşikâk/1 ayetlerinde de “bir şeyin üzerinde veya bünyesinde oluşan yarılmaları, çatlamaları” ifade etmek için kullanılmaktadır. (A.A)

 

[3]) Not: Allah’ın devesi için değil de insanlar için kullanıldığında ise Allah’ın gariblerinin, yoksulların ayakta durmasını sağlayan gelir kaynaklarını keserek onların toplumda ayakta kalmasına son vermek anlamına gelir.

bottom of page